Tüm bunlar artan şiddetin ayrılmaz bir parçasıydı, buna tek çareyse daha fazla sayıda ve daha da çok silahlanmış polisti.
Peki ama bu kadar polis nereden bulunabilirdi?
İlk altı ayın resmî suç rakamları büyük bir zaferdi. Yüzde ikilik bir düşüş gösteriyordu, gerçi herkes biliyordu ki aslında muazzam bir yükseliş olmuştu. Açıklama basitti. Var olmayan polisler, suçları ifşa edemezdi. Limiti aşmış her bir banka hesabıysa kendi içinde işlenmiş bir suçtu.
Siyasi polisin, insanların telefonlarını dinlemesi yasaklandığında, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün teorisyenleri derhâl yardımlarına koştu. Parlamento korku propagandası ve iğrenç mübalağalar yoluyla uyuşturucuya karşı verilen mücadele kapsamında insanların telefonlarının dinlenmesine izin veren bir yasa çıkardı. Bunun üstüne anti-komünistler, sakin sakin kulak misafiri olmayı sürdürdüler ve uyuşturucu ticareti daha önce olmadığı kadar dalgalandı.
Hayır, polis olmak hiç eğlenceli değil, diye düşünüyordu Lennart Kollberg. Kendi içinde bulunduğu kurumun yavaş yavaş yozlaştığına tanıklık eden bir adam ne yapabilirdi ki? Faşizmin farelerinin, süpürgeliklerin arkasında pıtır pıtır gezindiğini duyarken? Neredeyse tüm hayatı boyunca bu örgüte sadakatle hizmet etmişti.
Ne yapmalıydı? Aklından geçenleri söylemeli ve kapının önüne mi konmalıydı? Pek tatsız olurdu bu. Daha yapıcı bir yolu olmalıydı. Elbette her şeyi onunla aynı açıdan gören, ondan başka polis memurları da vardı. Ama kimlerdi ve kaç kişilerdi ki?
Buldozer Olsson’un böyle sorunları yoktu. Ona göre hayat, kocaman neşeli bir oyundu ve çoğu şey su kadar berraktı. “Ama anlamadığım bir şey var,” dedi.
“Gerçekten mi?” diye sordu Gunvald Larsson. “Neymiş?”
“Arabaya ne oldu? Çevirme yapıldı herhâlde?”
“Öyle görünüyor.”
“O hâlde beş dakika içinde bütün köprülerde adamlar bekliyor olmalıydı.”
Stockholm’ün güneyi altı tane giriş noktası olan bir adaydı. Özel ekip uzun zaman önce, Stockholm’ün merkez mahallelerinin hızla kapatılmasını sağlayan detaylı planlar çıkarmıştı.
“Elbette,” dedi Gunvald Larsson. “Büyükşehir Emniyeti’yle temasa geçtim. Bir kez olsun her şey tık diye işlemiş.”
“Ne modelmiş?” diye sordu Kollberg. Hâlâ bütün ayrıntılara hâkim olacak fırsatı bulamamıştı.
“Gri ya da bej rengi bir Renault 16, plakası ‘A’ ve içinde iki tane 3 rakamı varmış.”
“Muhtemelen sahte plaka takmışlardır,” diye ekledi Gunvald Larsson.
“Herhâlde. Fakat Maria Meydanı ile Slussen arasında bir yerde arabayı spreyle boyayabilecek kimse yoktur sanırım. Eğer araba değiştirmişlerse de…”
“Evet?”
“O zaman birincisi nereye kayboldu?”
Buldozer Olsson odada volta attı, avuçlarını alnına vurdu. Kırklı yaşlarında, tombul, ortalamadan çok daha kısa, hafif kırmızı yüzlü bir adamdı. Hareketleri de zekâsı kadar renkliydi. Şimdi tamamen kendi kendine konuşuyordu: “Arabayı metro ya da otobüs durağına yakın bir kapalı otoparka park ettiler, sonra içlerinden biri çaldıklarıyla birlikte tabanları yağladı; diğeri arabaya sahte plaka taktı. Sonra o da topukladı. Cumartesi günü arabacı adam geri dönüp arabayı sprey boyayla boyadı. Dün sabah da araba götürülmeye hazırdı. Ancak…”
“Ancak ne?” diye sordu Kollberg.
“Ancak adamlarımıza dün gece sabah bire kadar güneyden çıkan her bir Renault’yu kontrol ettirdim.”
“O zaman ya kaçma fırsatını buldu ya da hâlâ burada,” dedi Kollberg.
Gunvald Larsson hiçbir şey demedi. Onun yerine Buldozer Olsson’un hâlini tavrını inceledi ve ona çok antipatik geldi. Buruşuk açık mavi bir takım elbise, domuz pembesi bir gömlek ve çiçek desenli geniş kesim bir kravat. Siyah çoraplar ve çok da temiz olmayan, dikişli kahverengi sivri burun ayakkabılar.
“Peki arabacı derken neyi kastediyorsun?”
“Arabaları hiçbir zaman kendileri halletmezler. Muhakkak arabaları önceden kararlaştırdıkları bir noktada bırakırlar, sonradan onu oradan alan özel bir adam tutarlar. Genellikle Malmö ya da Göteborg gibi şehrin başka bir bölgesinden gelir. Firar ettikleri arabalara her zaman çok dikkat ederler.”
İyice düşünceli görünen Kollberg şöyle dedi: “Onlar derken? Onlar kim?”
“Malmström ve Mohrén tabii.”
“Malmström ve Mohrén kim?”
Buldozer Olsson ona şaşkınlıkla baktı. Ama sonra kendine geldi. “Ah, evet, tabii. Sen ekipte yenisin, değil mi? Malmström ve Mohrén bizim en kurnaz iki banka soyguncumuz. Çıkmalarının üstünden dört ay geçti. Bu da o günden beri dördüncü işleri. Şubat sonunda Kumla Hapishanesi’nden kaçtılar.”
“Ama hani Kumla’dan kaçmak imkânsızdı,” dedi Koll-berg.
“Malmström ve Mohrén kaçmadı. Sadece hafta sonu şartlı tahliyelerinden sonra geri dönmediler. Anlayabildiğimiz kadarıyla, nisan sonuna kadar hiçbir iş yapmadılar. Ondan önce de kesinlikle Kanarya Adaları ya da Gambiya’dalardı. Muhtemelen on dört günlük bir tur yaptılar.”
“Ondan sonra?”
“Sonra teçhizatı topladılar. Silahlar vesaire. Bunu genellikle İspanya ya da İtalya’da yaparlar.”
“Ama geçen cuma, bankayı soyan bir kadındı, öyle değil mi?” diye belirtti Kollberg.
“Kılık değiştirmiş olarak,” dedi Buldozer Olsson didaktik bir öğretmen edasıyla. “Sarı peruk ve takma şeyler işte. Ama suçu işleyenin Malmström ve Mohrén olduğuna kalıbımı basarım. Başka kimin gözü yerdi ya da böyle ani bir hamlede bulunacak kadar aklı çalışırdı? Bu özel bir iş, görmüyor musunuz? Son derece entrika dolu gerçekten. Oldukça heyecan verici. Aslında tam şey gibi…”
“…bir şampiyonla uzaktan satranç oynamak gibi,” dedi Gunvald Larsson. “Ama şampiyon olsun olmasın, Malmström de Mohrén de boğa kadar iri ve bunun aksine kendini inandıramazsın. İkisi de doksan beş kilo, ayak numaraları kırk yedi ve elleri kürek gibi. Mohrén’in göğüs ölçüsü 116 santim yani Anita Ekberg’in en olgun hâlinden yirmi santim daha geniş. Onu bir elbisenin içinde, takma göğüsle filan hayal edemiyorum.”
“Kadının üstünde pantolon yok muydu zaten?” diye sordu Kollberg. “Ve ufak tefek değil miydi?”
“Muhtemelen başka birisini göndermişlerdir,” dedi Buldozer Olsson sakinliğini bozmadan. “Her zamanki numaralarından biri.” Çalışma masalarından birine doğru koşup bir kâğıt parçası aldı. “Ne kadar vurgun yapmışlardır?” diye sordu kendi kendine. “Borås’ta 50 bin, Gubbängen’den 40 bin, Märsta’dan 26 bin, şimdiyse 90 bin. İki yüz binden fazla! Yakında hazır olurlar.”
“Hazır mı?” diye sordu Kollberg. “Neye hazır?”
“Büyük vurgunlarına. V’yi büyük harfle yazalım. Bütün bu diğer işler, finansman sağlamak içindi. Şimdi artık en büyük vurgunu yapma zamanı.” Coşkudan