Kardeşlerin Yemini . Морган Райс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Серия: Felsefe Yüzüğü
Жанр произведения: Героическая фантастика
Год издания: 0
isbn: 9781632916693
Скачать книгу
son buluyordu. Buradan sonra yürüyecek bir yer yoktu.

      Godrey küçük altın bir kayığın hemen yanı başlarından geçerken içindeki iki İmparatorluk askerini gördü. Dışarıya çıktılar ve hiç arkalarına bakmadan şehre doğru ilerlerken iple direğe bağladıkları kayığı orada bıraktılar.

      Godfrey ve Merek aynı anda bildik bir bakış attılar. Harika akıllar, ya da en azından aynı zindanları ve arka sokakları birlikte yaşayan harika zihinler, diye düşündü Godfrey, benzer şekilde düşünür.

      Merek öne gelip hançerini çıkardı ve kalın ipi kesti. Sırayla küçük altından kayığa doluştuklarında kayık şiddetle sallandı. Godfrey, botları güverteden sarkar halde durarak arkasına yaslandı.

      Su yollarında salınıp, sallanarak ilerlediler, Merek uzun küreği alıp çekmeye başladı.

      "Bu delilik," dedi Ario, subaylara doğru bakarak. "Geri gelebilirler."

      Godfrey doğruca ileriye bakıp kafasını salladı.

      "O zaman daha hızlı kürek çekmeliyiz," dedi.

      DOKUZUNCU BÖLÜM

      Volusia, bitmek tükenmek bilmeyen çölün kırılmış ve yarılmış yeşil zemininin ortasında durdu. Ayağının altındaki taş kadar sertti içi. Doğruca önüne bakıyor Dansk'ın maiyetiyle yüzleşiyordu. Orada gururla dururken arkasında en iyi danışmanlarından bir düzinesiyle beraber uzun, geniş omuzlu, parlak sarı tenli, parıldayan kırmızı gözleri ve iki küçük boynuzla tipik İmparatorluk askerlerinden iki düzine kadarıyla karşı karşıya duruyorlardı. Dansk'ın bu insanlarının tek fark edilebilir yanı, zamanla boynuzlarının doğruca yukarı değil yanlara doğru uzamış olmasıydı.

      Volusia omuzlarının üstünden bakınca, ufukta uzun, oldukça heybetli, göğe kadar neredeyse yüz metre uzanan, çölün duvarlarıyla aynı yeşile sahip neden yapıldığını tam kestiremese de taştan veya kiremitten olduğunu düşündüğü duvarın arkasındaki çöl şehri Dansk'ı gördü.

      Dansk, Maltolis'in hemen güneyinde, deli Prens'in şehri ve güney başkenti arasında yer alıyordu ve önemli geçiş yolları üzerinde bulunan bir kale konumundaydı. Volusia, burayı annesinden defalarca duymuş ama hiç bizzat ziyaret etmemişti. Annesi hep, Dansk'ı almadan İmparatorluk'un alınamayacağını söylerdi.

      Volusia elçisiyle beraber, önlerindeki kendini beğenmiş haliyle ona tepeden bakan liderlerine kilitledi bakışlarını. Diğerlerinden daha farklı görünüyordu, kendine güvenen havası, yüzünde bulunan daha fazla sayıda yara ve beline kadar uzanan iki örgüyle liderleri olduğunu belli ediyordu.

      Bu şekilde sessizce ve biri diğerinin konuşmasını beklerken duruyorlardı, çıkan tek ses çölde duyulan rüzgara aitti.

      Sonunda beklemekten sıkılmış olacak ki konuştu:

      "Demek şehrimize girmek istiyorsunuz?" diye sordu ona. "Siz ve adamlarınız mı?"

      Volusia gururla, kendine güvenle ve ifadesiz bir biçimde ona bakıyordu.

      "Girmek istemiyorum," dedi. "Almak istiyorum. Teslim olmanız için gerekli şartları size sunmaya geldim."

      Volusia'ya bir kaç saniye boyunca sanki söylediklerini anlamaya çalışır gibi baktı sonra nihayet gözleri şaşkınlıkla açıldı. Kendini geri atıp korkunç bir sesle kahkaha atınca Volusia kıpkırmızı kesildi.

      "Biz mi?!" dedi. "Teslim olmak mı!?"

      Kahkahasını çığlık çığlığa atıyordu, sanki dünyanın en komik şakasını duymuştu. Volusia sakince ona bakarken, ona katılan askerlerin gülmediğini fark etti hatta gülümsemiyorlardı bile. Ona son derece ciddi bir ifadeyle bakıyorlardı.

      "Sen daha bir kızsın," dedi nihayet durumundan memnun. "Dansk tarihi, çölümüz ve insanlarımız hakkında hiç bir şey bilmiyorsun. Bilseydin asla teslim olmadığımızı bilirdin. Bir kez bile. On bin yıldır asla. Hiç kimseye. Yüce Atlow'un ordularına bile. Dansk bir kez bile fethedilmemiştir."

      Gülümsemesini silip kaşlarını çattı.

      "Şimdiyse kalkmış," dedi, "aptal, genç bir kız olarak bir anda onlarca askerinle ortaya çıkıp bize teslim olmamız gerektiğini mi söylüyorsun? Neden sizi hemen öldürmeyelim? Ya da zindanlara götürebiliriz. Bence teslim olma şartları üzerinde uzlaşacak biri varsa o da sizsiniz. Eğer sizi içeri almazsam çöl sizi öldürür. Fakat alırsam ben öldürebilirim."

      Volusia bir kez bile irkilmeden, sakince ona baktı.

      "Şartlarımı iki kez teklif etmeyeceğim," dedi yavaşça. "Şimdi teslim olursanız hepinizin hayatını bağışlarım."

      Şaşkın şaşkın Volusia'ya baktı, sanki nihayet ciddiyetini anlamıştı.

      "Sen aklını kaçırmışsın, genç kız. Çöl güneşi altında çok zaman geçirmişsin."

      Ona bakarken Voluisa'nın gözleri kapkara oluyordu.

      "Genç bir kız değilim," diye cevap verdi. "Ben büyük şehir Volusia'nın yüce Volusia'sıyım. Tanrıça Volusia'yım. Sen ve dünya üzerindeki tüm varlıklar bana hizmet edeceksiniz."

      Ona baktı, ifadesi değişiyordu, delirdiğini düşünen gözlerle bakıyordu ona.

      "Sen Volusia değilsin," dedi. "Volusia daha yaşlıydı. Bizzat tanıştım. Çok sevimsiz bir deneyimdi. Fakat yine de benzerliği fark ediyorum. Sen onun kızısın. Evet şimdi anlıyorum. Neden annen bizimle konuşmaya gelmedi? Neden kızını gönderiyor?"

      "Volusia benim," diye cevapladı. "Annem öldü. Bunun  bizzat gerçekleştirdim."

      Volusia'ya bakarken ifadesi gittikçe ciddileşiyordu. İlk  kez olarak kendinden emin değildi.

      "Anneni öldürmeyi başarmış olabilirsin," dedi. "Fakat bizi tehdit etmekle aptallık ediyorsun. Bizler savunmasız bir kadına benzemeyiz ve Volusia'nın adamları buradan çok uzakta. Güvenli olan yuvandan buraya kadar gelme cesareti göstererek akıllıca davranmamışsın. Şehrimizi bir avuç askerle alabileceğini mi düşüyorsun?" diye sordu, onu öldürmeyi düşünürken kılıcının kınını bir sıkıp bir gevşetiyordu.

      Volusia yavaşça gülümsedi.

      "Bir avuç askerle alamam," dedi. "Fakat iki yüz biniyle alabilirim."

      Volusia Altın Asa'yı tutan elinin yumruğunu havaya kaldırırken gözlerini ondan hiç ayırmadı ve bunu yaparken Dansk liderinin omzunun üstünden geriye  bakarken bir anda değişip telaşa ve dehşete kapılan  yüzünü izledi. Neye baktığını anlamak için arkasını dönmesine gerek yoktu. Gördüğü şey, işaretiyle beraber tepeden dönen ve tüm ufku kaplayan iki yüz bin Maltolisia askeriydi. Şimdi Dansk lideri şehrinin karşı karşıya olduğu tehdidi anlamıştı.

      Tüm elçilerin tüyleri diken diken oldu, korkmuşlardı ve güvenli şehirlerine dönmek için telaşlılardı.

      "Maltolisia ordusu," dedi liderleri, sesinde ilk kez korku hissediliyordu. "Onlar ne yapıyor burada sizinle?"

      Volusia gülümsedi.

      "Ben bir tanrıçayım," dedi. "Neden bana hizmet etmesinler?"

      Şimdi Volusia'ya hayret ve şaşkınlıkla bakıyordu.

      "Fakat yine de Dansk'a saldırmaya cüret edemezsiniz," dedi sesi titrerken. "Bizler başkentin doğrudan koruması altındayız. İmparatorluk ordusunun sayısı milyonları geçer. Eğer şehrimizi alırsanız, bunun hesabını sormak zorunda kalırlar. Hepiniz bu uğurda katledilirsiniz. Kazanamazsınız. Bu kadar fütursuz musunuz? Yoksa aptal mı?

      Gülümsemeye devam etti, rahatsızlığından keyif alıyordu.

      "Belki ikisinden de biraz," dedi. "Ya da belki yeni bulduğum orduyu denemek ve