Rylands Kütüphanesi’nde verdiğim son konferansta, Çin medeniyetinin esas unsurlarının Batı’dan kaynaklandığı ihtimali üzerinde durdum. Mevcut bildirim baskıya girmeden önce, kültürün söz konusu yayılımının gerçekliğini ispatlayacak kanıtları ayrıntılarıyla izah etmek için yeterli zamanı bulabileceğimi ummuştum.
Bu kanıt zinciri kısaca şu bağlantılardan oluşmaktadır: a) En azından Birinci Hanedan döneminden beri Mısır, Güney Arabistan, Sümer ve Elam arasındaki yakın kültürel temaslar başlamıştı. b) Çok erken dönemlerde Sümer ve Elam kültürü kuzeyde Rus Türkistanı’na, doğuda ise Belucistan’a kadar yayıldı. c) Biraz daha sonraki dönemlerde altın, bakır, firuze ve yeşim taşı arayışının Babillilerin (ve komşularının) kuzeyde Altaylar, doğuda ise Hotan ve Tarim Havzası’na kadar özgün tarım ve sulama yöntemlerinin olduğu bölgelere yayılmasına neden oldu. d) Biraz daha sonraki dönemlerde Türkistan’dan doğuya, Çin’in Şensi Eyaleti’ne doğru kültürel yayılım başladı. e) En azından MÖ yedinci yüzyıl gibi erken bir tarihte Batı kültürü deniz yoluyla Çin’e yayıldı.82
Ölüme ilişkin Çin inanışlarındaki Mısır karakteristiğinden bahsetmiştim. Bunlar, Babillilerin hayata ilişkin düşünceleriyle de iç içe geçmişti.
Karmaşık bir dini inanç sisteminin çok uzak mesafelere yayılması esnasında, bunlardan geriye yalnızca belirli özellikler kalmış olmalıdır. Tarih boyunca her nesil ister istemez bu inançları belirli bir ölçüde kendisinden sonraki nesle aktardı. Bunlar, ortaya çıkacak olan sonuç Çin’e özgü bir görünüm kazanıncaya kadar yerel felsefenin potası içinde Çin düşüncesine benzetilecektir. Bu kaçınılmaz şartların ne olduğuna dönüp bakıldığında, herhangi bir Batı etkisinin varlığına ilişkin kanıtların bulunuyor olması özel bir öneme sahiptir.
Antik Çinlilere göre insanın iki ruhu vardır: kwen ve shen. De Groot’a göre ikisinden kesinlikle daha eski olan kwen, evrenin karasal kısımlarından meydana gelen ve yin özüyle şekillenen maddi ve özsel ruhtur. Yaşayan bir insanın içinde p’oh namıyla faaliyet gösterir ve kişinin ölümüyle birlikte yeryüzüne geri dönüp mezarında onunla birlikte baki kalır.
Shen tinsel bir ruhtur. Kozmosun ruhani kısmından meydana gelir ve yang özüyle şekillenir. Yaşayan insan vücudunda khi, “nefes” veya kwun adıyla faaliyet gösterirken, ölümle birlikte vücuttan ayrılarak ming tarafından şekillendirilmiş muhteşem ruh olarak varlığını vücudun dışında sürdürür.83
Bununla birlikte shen, gökyüzüyle ilişkili bir ruh olmasına rağmen ayrıca mezarın etrafında uçup yazılı mezar taşının içine girebilir. Bir vücutta pek çok shen bulunabilir ve onlar için pek çok “ruh levhası” konulabilir.
Nasıl ki Mısır’da ka “besinlerin içinde bulunan hayatın enerjisini ifade ediyorsa” (Moret, s. 212), Çinliler de yiyeceğin ruhani tarafını onun khs’i, yani yiyeceğin shen’inin “nefesi” olarak bilirler.
De Groot’un birçok ayrıntılı bulguyu son derece açık bir şekilde ortaya koyduğu titiz çalışması, pek çok önemsiz farklılık ve açık çelişkiler içermesine rağmen ruh ve onun işlevleri hakkında erken Çin düşüncesinin temelde Mısır’la aynı olduğunu ve aynı kaynaktan beslenmiş olması gerektiğini göstermektedir.
Önceki sayfalarda yaptığım alıntıların gösterdiği üzere Çinliler, plasentanın işlevlerine ilişkin Buganda’dakilerle benzer görüşlere sahiptir. Ayrıca Çinlilerin insan ruhu düşüncesi üzerine görüşleri açık bir şekilde Mısır inançlarıyla benzerlikler gösterir. Ancak Çinlilerin bu bakış açısı, meseleye Mısır literatürünün ka ile plasenta arasında olması muhtemel ilişki hakkında söylediğinden daha fazla açıklık getirmez.
Bununla birlikte, tam olarak İran Körfezi’nden Çin’e kadar uzanan karayoluna denk gelen İran nüfuz bölgesinde, bazı göstergeler kendisini belli etmektedir. Merhum Profesör Moulton şunları söylemektedir: “Daha sonraki Fars kitaplarının bize söylediğine göre fravaşi iyi bir insanın kişiliğinin bir parçasıdır. Cennette yaşar ve ölümle birlikte ruhla yek vücut olur. Tam olarak bir koruyucu melek değildir. Zira insanlığın geri kalanının gelişiminde ve bozulmasında rol oynar.”84
Aslında fravaşi, bir yandan Mısırlıların ka’sına diğer yandan Çinlilerin shen’ine benzemektedir. “Onlar ‘iyi bir halkın’ ölmüşlerinin ruhlarıdır” (s. 144). Ölenlerin ruhları sıfatıyla yıldızlara aittirler (s. 143). Tıpkı kanın ahirette ölülere rehberlik ettiği gibi, onlar da “ölmüşlere; güneşe, aya ve daimi ışığa doğru yol gösterirler.”
Fravaşi’nin, her yıl kutlanan ruhlar bayramında da bir rolü vardır. Breasted’ın öngördüğü gibi, Orta Krallık dönemindeki Mısır’la neredeyse tamı tamına benzerlik söz konusudur.85 İki ayinin tüm koşulları köken olarak aynıdır.
Profesör Moulton, fravaşi kelimesinin Avestaca var (döllemek) kökünden türemiş olabileceğini ve fravaşi’nin “soy meydana getirme” anlamına gelebileceğini ileri sürer (s. 142). Profesör bunu doğurmayla ilişkilendirdiği için, “soyun sağlayıcısı”nın yalnızca plasenta olmaması ihtimali söz konusudur.
Bununla birlikte Loret (Moret’den alıntı yaparak, s. 202), fravaşi belki de yalnızca Mısırlı ka’nın İranlı muadilidir diye düşünerek ka kelimesini “neden olmak/babası olmak” anlamına gelen bir kökten türetmektedir.
İran ile Mısır düşünceleri arasındaki bağlantı Dr. Langdon tarafından, Blackman’a verilmiş olan örnekte olduğu gibi Sümer üzerinden gerçekleşmiş olabilir.
Bütün bu görüşler insanın şahsi özelliklerine ait özün ve kişiliğin, fiziksel bir vücuda gerek duymadan var olabileceği inancından türemişe benziyor. Uyku ve ölüm olgusu üzerine düşünülmesi, bunu doğrulayacak kanıtları meydana getirmiştir.
Bebek, Ulu Ana’nın hayat verici ve soy sağlayıcı özelliklerine sahip olan, ay ve en eski totemlerle yakından ilişkili olduğuna inanılan plasentayla fiziksel olarak bağlı bir şekilde dünyaya gelir. Plasenta, açıkça embriyonun beslenmesiyle de ilişkilendirilir. Plasenta zaten, bir meyvenin koçanında gelişmesi gibi, embriyonun üzerinde geliştiği bir nevi bitki sapı değil midir?
Kişilik özellikleri her zaman vücutla ilişkili görülmediğinden bu özelliklerin doğum sırasında meydana geldiğini ve plasentanın bunun sağlayıcısı olduğunu düşünmek doğal bir çıkarımdı.
Mısırlıların heykeltıraş için kullandıkları terim, heykel yapma geleneği icat edildiğinde doğumla ilgili düşüncelerin, zihinlerini en çok meşgul eden mesele olduğunu gösterir. Moret, Mısır’ın ilk dini törenlerindeki yeniden doğuş ritüeli kavramının geniş kapsamlı anlamını ortaya koymak için birçok bulguyu bir araya getirmiştir. Buna göre Mısırlılar, düz anlamıyla kabul edilecek yeniden doğuş ritüelini gerçekleştirmede oynadığı rolden dolayı plasentaya büyük önem atfedeceklerdi. İşin özünde çok büyük bir rol oynayan plasenta, yeniden doğuş ritüelindeki rolüyle eşit bir öneme sahip olacaktı.
Gözün