Ejderhanın Evrimi – Ejderha Kültü, Mitleri ve Efsaneleri
Önsöz
Son üç kış boyunca John Rylands Kütüphanesi’nde verdiğim konferansların detaylarını içeren bu kitabın yöntemi ve kapsamı hakkında okuyuculara bazı açıklamalar yapılması gerekiyor.
Bu konferanslar çok çeşitli konularla ilgilidir. Bu konuları tek bir hikâyede az çok birleştiren bağ, yalnızca “Ejderhanın Evrimi” başlığıyla kurulabilmektedir.
Bu kitap, savaş zamanının zorlu koşullarında az bulunan boş zamanlarda yazıldı. 23 Şubat’ta Manchester Edebiyat ve Felsefe Topluluğu’na “On the Significance of the Geographical Distribution of the Practice of Mummification”1 başlığıyla bazı gelenek ve inançların antik dönemlerde yaygınlaşması hakkında bir makale sundum. İki hafta sonra Rylands’deki konferansımda genel sonuçlar üzerine bir değerlendirme yaptım.2 Bu konuşmalardan ilkinin yayımlanmasının sebep olduğu hararetli tartışmalardan ötürü, bir sonraki Rylands konferansımı “Mısır Mumyalama Uygulamasının Medeniyetin Gelişimiyle İlişkisi” tartışmasına adadım. Birkaç ay sonra bu konuşmamı Bulletin’de yayımlanması için hazırlarken, bu kitabın ilk bölümünü oluşturan konuşmanın detaylandırılması için özlü bir başlık olarak kullandığım “Tütsü Yakma ve Libasyon” meselesi büyük önem kazandı. “Tütsü Yakma ve Libasyon” veya “Ejderhanın Evrimi” ile bağı çok zayıf veya hiç ilgisi olmayan pek çok konunun bu bölümde tartışılmasının sebebi budur.
Suyun hayat vericiliğine olan inancın simgelerinin gelişimi ve bu simgelerin Osiris, Ea, Soma (Haoma) ve Varuna gibi tanrılarda cisim bulmaları hakkındaki bu çalışma, bir sonraki konuşmamdaki “Ejderhalar ve Yağmur Tanrıları”nın tarihinin açıklanması için bir zemin hazırladı.
İlgimi ejderhaya yöneltmemde, Orta Amerika’da Kolomb öncesi döneme ait anıtlar ve elyazmaları üzerindeki Hint Fili’nin bazı tasvirleri hakkında yapılan tartışma büyük rol oynadı (Nature). Bu harika tasvirlerin anlamını araştırdığım sırada Amerika’nın fil kafalı yağmur tanrısının, Hindu tanrısı İndra (ayrıca Varuna ve Soma) ve Çin ejderhasıyla tamamen aynı olduğunu fark ettim. Bu özdeşliğin keşfedilmesi Amerikan yağmur tanrısının Kamboçya yoluyla Hindistan üzerinden Pasifik’i geçerek Amerika’ya ulaştığı gerçeğini pekiştirdi.
Ejderhalar hakkındaki bu kapsamlı çalışma Ulu Ana’nın, özellikle onun Babil’deki simgesi olan Tiamat’ın, bu meşhur harika yaratığın evrimindeki rolünün önemini kavramamı sağladı. Dr. Rendel Harris’in, Rylands Konferansı’nda “Afrodit Kültü” üzerine yaptığı teşvik edici konuşmanın etkisiyle bir sonraki konuşmamı, “Afrodit’in Doğuşu”na ve tanrıların doğuşu meselesindeki genel tartışmalara adadım.
Bu konuşmaların her biri teklifsiz olarak verilmiştir; ancak konuşmaların yapılmasından genellikle aylar sonra Guppy’nin bu konuşmaların Bulletin’de yayımlanması konusunda ısrar etmesi üzerine çalışmalarımı yeniden düzenleyip önceden çoğunlukla resimler ve bu resimler üzerine yapılan sözlü yorumlarla anlatılan hikâyenin yazıya geçirilmesi zaruri oldu.
Bu detaylandırmalar yapılırken başka meseleler ve yeni bakış açıları ortaya çıktı. Bu yüzden kitapta yazılanlarla bu yazılanların kaynağı olan konuşmalar arasındaki benzerlik giderek azaldı. Böyle farklılıkların oluşması, özünde görsel olan bir içeriğin yazıya dökülmesine girişildiğinde, çok sayıda görsel kopya edilmedikçe kaçınılmazdır.
İlk iki konferansımın her biri, bir sonraki konferans verilmeden önce basıldı. Bu yüzden bunlarda pek çok tekrar vardır ve müteakip konferanslar önceki konferanslarda bahsedilen bulguların daha geniş bir yorumundan ibarettir. Tüm kitabı tekrar gözden geçirme fırsatım olsaydı ve diğer işlerim kitap üzerinde daha fazla çalışmama izin verseydi bu kusurları giderebilirdim. Böylelikle bilgilerin toplandığı ve görüşlerin sıralandığı bir çalışmadan biraz daha tutarlı bir hikâye ortaya konabilirdi.
Kitabın yazarı, ejderha hikâyesi gibi özü itibarıyla karmaşık bir tartışmanın bu şekilde sunulmasının yetersiz olduğunun farkındadır.
Ancak Rylands Kütüphanesi’ne karşı olan sorumluluğum, bütün elverişsiz şartlara rağmen böylesine zor bir işe girişmemi gerektirdi. Bu yüzden bu eser, tutarlı bir tez olarak görülmemeli, yalnızca ejderhanın tarihi hakkındaki bir çalışma için ham bilgi veren bir kitap olarak değerlendirilmelidir. Bulletin of the John Rylands Library’de yayımlanacak olan 13 Kasım 1918 tarihli “Mitlerin Anlamı” üzerine konferansımda, önceki üç konferansımla şekillenen çalışmalardan çıkan sonuçları yorumladım. Bir sonraki kitabım olan “Tufanların Tarihi”nde bütün bulguları ayrıntılı bir şekilde inceleyerek, insanoğlunun yüzyıllardır süren ölümsüzlük iksiri arayışının gerçek hikâyesini aktarmaya çalıştım.
Mısır ve Babil’in en eski kayıtlarında, bir kralı sulama sistemini kuran cömert biri olarak resmetmek âdetti. Zamanla kral, çöle hayat veren suyu bahşeden kişi olmanın da ötesinde suyun hayat vericiliğiyle özdeş görülmeye başlandı. Böylelikle toprağın verimliliği ve insanların refahının, kralın diriliğine bağlı olduğu kabul edildi. Dolayısıyla, kralın kudretinin zayıfladığını gösteren emareler belirdiğinde ve bu yüzden ülkenin refahı tehlikeye düştüğünde, kralı öldürmek mantıklı bir eylem olacaktı. Ancak ölü kralın, öbür dünyada yeniden bir hayat bahşetme gücü kazandığı düşüncesi gelişince kral, toprak ve insanlar için öncekinden çok daha lütufkâr olan tanrı Osiris’e dönüştü. İlk ejderha cömert bir yaratıktı. Suyun simgesi, krallar ve tanrılarla özdeşleştirildi. Ancak Osiris’in düşmanı kötü bir ejderhaydı ve Set’le özdeşleştirildi.
Bununla birlikte ejderha miti gerçek olarak, yaşlanan bir kralın öldürülmeyi reddetmesinden sonra gelişmeye başladı. Ulu Ana, kralı gençleştirmesi için hayat bahşedici olarak anılmaya başladı. Ulu Ana’nın elindeki tek iksir ise insan kanıydı. Kanı elde etmek için insan kurban etmeye zorlandı. Onun kanlı eylemleri, insan katleden bir aslan veya bir kobrayla karşılaştırılıp nihayetinde onlarla özdeşleştirilmesine yol açtı. Katil ejderhanın hikâyesi bu olayın hayli çarpıtılmış bir anlatısıdır. Olayların detaylandırılması süreci her türlü yoruma açıktı, ayrıca Horus ile Set arasında cereyan eden savaşın efsanevi anlatımıyla karışmıştı.
Kanın yerini alacak bir başka unsur ortaya çıktığında, artık insanları kurban etmek gereksizdi. Ancak bu uygulamanın devam ettiğini de açıklamak gerekiyordu. Artık yalnızca bir kurban olmayan insanoğlu günahkâr ve isyankâr oldu (isyankârlığı yaşlanan kral veya tanrıya şikâyet ediliyordu) ve bu ihanetinin bedeli olarak öldürülmesi gerekiyordu. Ulu Ana, kral veya tanrı yerine öç almaya devam etti. Horus ve Set efsanesinde tanrının düşmanları da Horus tarafından cezalandırıldı. Kral Horus tanrıların öcünü alma işini Ulu Ana’dan devraldı. Ulu Ana ay ile özdeşleşirken, Horus güneş tanrısına dönüştü ve Ulu Ana’nın pek çok sıfatını üstlendi. Ayrıca onun oğlu oldu. Mitin daha sonraki aşamalarında, Güneş Tanrısı annesinin tahtını tamamen ele geçirdiğinde, Ulu Ana’nın yıkıcı faaliyetlerinden kaynaklanan kötü şöhreti, onun Horus’un düşmanı Set’in peşinden giden isyankâr insanlarla karıştırılmasına yol açmışa benziyor. Böylelikle kötü ejderha, Ulu Ana ile Set’in özelliklerinin harmanlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu ejderha Babilli Tiamat’tır. Ejderha mitindeki bütün olayların bu karışık silsilesi, birbirinden ayrılması çok güç olaylar karmaşasından türemiştir.
Su tanrısının veya onun düşmanının özellikleri Ulu Ana ve savaşçı güneş tanrısınınkilerle benzeşmeye başladığında bu ilahi özelliklerle özdeşleşen hayvanlar hem tek tek hem de toplu olarak su tanrısının kudretinin somut bir dışa vurumu olarak görülmeye başlandı. Böylece inek ve ceylan, doğan ve kartal, aslan ve yılan, balık ve timsah suyun hayat verici ve yok edici gücünün timsali haline geldiler. Suyun hayati güçlerinin farklı tezahürlerini ifade etmek için bu çeşitli hayvanların parçalarının birleştirilmesiyle çeşitli yaratıklar veya ejderhalar meydana geldi. Bu yaratıkların özelliklerinin detaylandırılması süreci son derece karmaşık bir mitin oluşmasına yol açtı. Ancak ejderhanın hayat üzerindeki denetleyici güçleri, insanın hayati özüyle ve istenen veya istenmeyen bir misafir olarak görülen, herkesin vücudunda bulunan ve insanların kaderini tayin