Sonrasını anlatmaya değip değmeyeceğinden emin değilim çünkü çok saçmaydı ama bu konuyla ilgili olduğu için, bir konudan bahsedeceğim, böylelikle bu konudan iyi bir sonuç çıkarılabilir. Aptal rolünü o kadar iyi yapan bir soytarı vardı ki neredeyse onu gerçekten aptal sanmıştık. Yüzündeki mimikleri o kadar soğuk ve anlamsızdı ki bizi çok güldürdü ama bazen çok şaşırtıcı bir şekilde öylesine hoş olmayan laflar ediyordu ki eski bir deyişi bize hatırlattı: Zarı çok kez atanlar bazen şanslı atışlar yaparlar. Orada bulunanlardan birisi, yaşlı ve sakatların yapabileceği kamu hizmetinin kalmayacağını söyleyip beni suçluları kollamakla, Kardinal’i ise serserileri kollamakla suçladığında Soytarı, “Bu cevabı bana bırakın çünkü görüşlerinden daha çok tiksindiğim, onlara ve zavallı şikâyetlerine sık sık kızdığım hiçbir insan yok ama hayat hikâyelerini anlattıkları zaman benden bir kuruş koparamadılar çünkü ya onlara hiçbir şey vermeye niyetim yoktu ya da bunu yapacak bir fikrim olduğunda, onlara verecek hiçbir şeyim yoktu, şimdi beni o kadar iyi tanıyorlar ki artık işlerini kaybetmeyecekler. Fakat imanlı bir rahip olmamdan fazlasını benden beklemedikleri için sorunsuz bir şekilde anlatmama izin verin. Ben olsam bütün bu dilencileri manastırlara yollardım. Erkekleri Benedik Tarikatı’na, kadınları ise rahibelerin yanına yollardım.” dedi. Kardinal yüzünde hafif bir gülümsemeyle bu fikri onayladı, geri kalanlar ise ağırlıklarından ödün vermeyerek bu fikri sevdiklerini gösterdiler. Ortamda bir tane de din adamı vardı. Rahibeler ve keşişler hakkında söylenen bu sözden epey keyif alan bu adam normalde suratsız biri olmasına karşın Soytarı ile laf atışmasına girdi ve “Biz keşişlerle ilgilenmeniz dışında bu fikir, sizi bütün dilencilerden kurtarmaz.” dedi. Soytarı ise “Bu çoktan yapıldı. Çünkü Kardinal çoktan serseriler hakkında, onları işe kazandırmayla ilgili fikri konusunda size imkân verdi ama bildiğim kadarıyla hiçbir serseri henüz sizden hoşlanmıyor.” dedi. Bu sözleri, Kardinal’in de kötü olarak algılamadığını görünce ortamdaki herkes tarafından kahkahayla karşılandı. Sadece rahibin kendisi, kolayca hayal edilebileceği üzere sinirlendi ve Soytarı’ya karşı bütün nefretini kusarcasına huysuz, iftiracı, gıybetçi, lanetlenmiş diyerek Kutsal Kitap’tan korkutucu ve lanetleyici ayetleri söyledi. Soytarı ise onu istediği kıvama getirdiğini düşünüp onun hakkında kafasına göre konuşmaya başladı ve “Sevgili Rahip, lütfen sinirlenmeyiniz. Çünkü kitapta da yazdığı gibi: Sabrederek ruhunun derinliklerine ulaş.” dedi. Bu lafların üzerine Rahip (Size onun sözleriyle aktarmam gerekirse.), “Sinirli değilim seni günahkâr. En azından bunu yaparken günah işlemiyorum çünkü bir Psalmist2 şöyle diyor: Sinirlenin ama bunu yaparken günah işlemeyin.” dedi. Bunun üzerine Kardinal onu nazik bir şekilde uyarıp duygularına hâkim olmasını istedi. Rahip de “Hayır efendim. İyi bir niyetle konuşuyorum, ki böyle yapmam gerekiyor çünkü kutsal adamlar iyi niyetli olmalıdır. Tıpkı şu sözlerle söylendiği gibi: İyi niyetin beni benden aldı. Ve kilisemizde, Elyesa’nın3 iyi niyetinin etkilerini, Tanrı’nın evine giderken dalga geçen o alçak, haydut ve alaycı belki hisseder diye şarkılar söylüyoruz.” dedi. Bu laflar üzerine Kardinal, “Belki bunları iyi bir niyetle söylüyorsundur. Ama bana göre Soytarı ile böylesine garip bir çekişmeye girmemen senin için daha akıllıca olur.” dedi. Rahip ise “Hayır efendim. Bu söylediklerim mantıkla söylenen sözler değildi çünkü insanların en akıllısı Süleyman şöyle der: Bir aptala aptal gibi cevap verin. Ben de şu an bunu yapıyorum ve düştüğü o gaflet çukurunu gösteriyorum ki uykusundan kalksın. Çünkü Elyesa’nın tek bir kel adam olan alaycıları onun iyi niyetinin etkisini hissederse aralarında bu kadar çok kel adam bulunan bunca keşişin alaycısına ne olacak? Aynı şekilde, bizimle alay eden her şeyin aforoz edildiği bir fetvamız var.” dedi. Kardinal, bu konunun sonu olmadığını görünce, Soytarı’ya geri çekilmesi için işaret verdi, muhabbeti başka bir yöne çekti ve kısa süre sonra masadan kalktı; bizi başından savarak davaları dinlemeye gitti.
“Böylece Bay More, uzunluğundan pek de memnun olmadığım, benden anlatmamı yalvardığınız böyle sıkıcı bir hikâyem var. Hoş, siz de tek bir cümlesini kaçırmayacak kadar dikkatli dinliyordunuz. Hikâyeyi kısaltmış olabilirim ama sizin, benim önerdiklerim karşısında neler yaptıklarını görmenizi, Kardinal’in fikrimi aslında sevdiğini fakat sevmemiş gibi gözükmeyi tercih ettiğini, etrafındakilerin onun mimiklerinden yola çıkarak sadece onun sevdiği şeyleri alkışlayıp sevdiklerini anlayacağınız kadar büyük çoğunluğunu anlattım. Bu yüzden saray halkının bana veya söylediklerime vereceği değeri buradan çıkarabilirsiniz.”
Bunun üzerine ben, “Bu konuda bana mantıklı şeyler anlattınız çünkü söyledikleriniz akıllıca ve kolay bir şekilde birbiriyle örtüşüyor. Bu söylediklerinizle beni, kendi ülkemi yeniden tanımamı, o iyi Kardinal’i hafızamda yeniden canlandırmamı sağladınız ve çocukluğumdan beri nasıl bir ailede büyüdüğümü hatırlattınız; benim nezdimde diğer herkesten daha kıymetli olmanıza karşın hatırasına çok değer verdiğiniz için en değerlisi sizdiniz. Ama bütün bunların ardından fikrim değişmedi çünkü hâlâ saray mensubuna karşı olan düşüncelerinizi değiştirdiğiniz takdirde, yine sizin vereceğiniz bir karara bağlı olarak insanlığa büyük hizmette bulunabilirsiniz. İşte bu düşünce bütün iyi insanların hayat gayesi olarak düşünmesi gereken bir düşünce. Tıpkı dostunuz Platon’un da filozofların kral olduğu ya da kralların