“Ah, hep böyle tuhaf şeylerden bahsediyorsun. Neden yarın Marylyn ve benimle kayak yapmaya gelmiyorsun?”
Amory kısaca “Gündüzleri kızları sevmem,” deyip kestirip attı ama sonrasında bunun biraz haşin kaçtığını düşünüp ekledi: “Ama seni seviyorum.” Boğazını temizledi. “En sevdiğim insanlar listesinde birinci, ikinci ve üçüncü sırada sen varsın.”
Myra’nın gözleri hayallere daldı. Marylyn’e anlatacak harika bir hikâyesi olmuştu! Burada mükemmel görünüşlü bir oğlanla koltukta oturmaları, ufak bir ateş, koca binada yapayalnız oldukları hissi…
Myra teslim olmuştu. Ortam çok uygundu.
“Benim en sevdiğim insanlar listesinde ilk yirmi beş sırada sen varsın,” diye itiraf etti, sesi titriyordu, “Froggy Parker ise yirmi altıncı.”
Froggy bir saat içinde yirmi beş sıra birden düşmüştü. Üstelik henüz bunun farkında bile değildi.
Ama Amory fırsatı yakalayınca çabucak eğildi ve Myra’yı yanağından öptü. Daha önce hiçbir kızı öpmemişti, sanki yeni bir meyvenin tadına bakmış gibi merakla dudaklarını yaladı. Ardından dudakları rüzgârda savrulan yeni açmış kır çiçekleri gibi hafifçe birbirine dokundu.
Myra nazik bir coşkuyla “Müthişiz,” dedi. Elini Amory’nin elinin üstüne koydu, başını omuzuna yasladı. Amory duygularındaki ani değişiklikle sarsılmıştı, tiksiniyor, yaşananlardan iğreniyordu. Tüm benliğiyle oradan uzaklaşmayı, Myra’yı bir daha asla görmemeyi, bir daha kimseyle öpüşmemeyi diliyordu. Birdenbire kendi yüzünün ve onun yüzünün, birbirine kenetlenmiş ellerinin farkına vardı. Vücudunu terk edip gitmek, gözlerden uzakta bir yere, zihninin bir köşesine saklanmak istedi.
“Beni tekrar öp.” Kızın sesi koca bir boşluktan gelmişti sanki.
“İstemiyorum!” dediğini duydu. Bir sessizlik daha oldu.
Myra yerinden fırladı, yanaklarını incinen gururunun verdiği bir pembelik kaplamıştı, başının arkasındaki koca fiyonk durmadan titriyordu.
“Senden nefret ediyorum!” diye bağırdı. “Bir daha sakın benimle konuşayım deme!”
Amory “Ne oldu?” diye kekeledi.
“Anneme beni öptüğünü söyleyeceğim! Yapacağım! Yapacağım! Anneme söyleyeceğim, o da bir daha seninle oynamama izin vermeyecek!”
Amory ayağa kalktı ve karşısındaki, dünya üzerinde varlığından haberdar olmadığı yeni bir tür hayvanmış gibi ne yapacağını bilemeden kıza baktı.
Birdenbire kapı açıldı ve eşikte, el yordamıyla katlanır gözlüğünü arayan Myra’nın annesi belirdi.
Nazikçe gözlüğünü takarken “Pekâlâ,” dedi, “resepsiyondaki adam burada iki çocuk olduğunu söyledi… Nasılsın Amory?”
Amory Myra’yı izledi ve gürültünün kopmasını bekledi ama hiçbir şey olmadı. Surat asması geçmiş, pembeliği yatışmıştı, annesine cevap verirken Myra’nın sesi yaz mevsimindeki bir göl kadar sakindi.
“Ah, çok geç kaldık anne ben de düşündüm ki doğrudan…”
Amory anne kızı merdivenlere doğru izlerken alt kattan yükselen kahkahaları ve sıcak çikolatayla tatlı çöreklerin sevimsiz kokusunu duydu. Gramofonun sesi, mırıldanan onlarca kızın sesine karışmıştı, yüzü hafifçe kızardı ve her yanını ateş bastı:
Casey-Jones, lokomotife tırmandı
Casey-Jones, elinde emirleriyle
Casey-Jones, lokomotife tırmandı ve
Elveda diyerek koyuldu yola vaat edilen ülkeye gitmek üzere
Amory Minneapolis’te iki yıl geçirdi. İlk kış giydiği sarı mokasenler defalarca yağ ve çamura maruz kaldıktan sonra yeşilimsi kirli bir kahverengiye döndü. Gri kareli kumaştan bir yün ceketi ve kırmızı örgü bir kayak şapkası vardı. Köpeği Kont Del Monte kırmızı şapkayı kemirince eniştesi ona yüzünün üzerine düşen gri bir tane verdi. Bu şapkanın sorunu nefes alıp verdikçe içinin buz gibi havayla dolmasıydı; bir gün lanet olasıca şey yanaklarını dondurmuştu. Amory karla yanaklarını ovmuş ama değişen tek şey renginin siyahımsı bir maviye dönmesi olmuştu.
Kont Del Monte bir keresinde bir kutu meneviş yemiş, ama hiçbir şey olmamıştı. Daha sonra her nedense aklını kaçırarak sokağa fırlamış, çitlere çarparak, oluklarda yuvarlanarak tuhaf bir koşuşturmayla Amory’nin hayatından çıkıp gitmişti. Amory yatağında ağlayıp durmuştu.
“Zavallı küçük kont,” diye hıçkırmıştı, “Ah zavallı küçük kont!”
Birkaç ay sonra kontun yaptığı şeyin bir parça duygusal olduğunu düşünmüştü.
Amory ve Frog Parker, edebiyattaki en muhteşem cümlenin Arsen Lüpen’in III. perdesinde yer aldığını düşünüyordu.
Çarşamba ve cumartesi matinelerinde en ön sıraya otururlardı. Cümle şöyleydi:
“Eğer büyük bir sanatçı ya da büyük bir asker olamayacaksam, yapabileceğim en iyi şey büyük bir suçlu olmaktır.”
Amory tekrar âşık oldu ve bir şiir yazdı. Şiiri şöyleydi:
Marylyn ve Sallee,
Bu kızlar bana göre
Marylyn daha önde
Sallee’den, bu tatlı ve derin sevgide
Amory, Minnesota’lı futbolcu McGovern’ın Amerikan Yıldızlar Takımı’na birinci turda mı yoksa ikinci turda mı seçileceğiyle, kartlı geçiş sisteminin nasıl çalıştığıyla, bozuk paralı geçiş sisteminin nasıl çalıştığıyla, çift taraflı düğümün nasıl atıldığıyla, bebeklerin nasıl dünyaya geldiğiyle ve Üç Parmaklı Brown’ın gerçekten de Christy Mathewson’dan daha iyi bir atıcı olup olmadığıyla ilgileniyordu.
Okuduğu şeyler arasında şunlar vardı: For the Honor of the School, Küçük Kadınlar (iki kere), The Common Law, Sapho, “Dangerous Dan McGrew” The Broad Highway (üç kere), “Usher Evinin Çöküşü” Three Weeks, Mary Ware the Little Colonel’s Chum, “Gunga Din” The Police Gazette ve Jim-Jam Jems.
Tarihteki tüm Henty maceralarını satın almıştı ve Mary Roberts Rineheart’ın neşeli cinayet öykülerine özel bir ilgi duyuyordu.
Okul, Fransızcasını berbat ettiği gibi, sıradan yazarlara karşı bir beğenisinin oluşmasına sebep oldu. Öğretmenleri onun tembel, güvenilmez ve görünüşte zeki biri olduğunu düşünüyordu.
Birçok kızdan saç bukleleri topluyordu. Birçoğunun yüzüğünü takıyordu. Ama çok geçmeden kimse ona yüzüklerini ödünç vermez oldu, sinirlenince bir şeyleri çiğneme huyu yüzünden yüzüklerin şekillerini bozuyordu. Görünüşe bakılırsa bu durum yüzüğü ödünç alacak bir sonraki kişinin haset şüphelere kapılmasına sebep oluyordu.
Amory ve Frog Parker yaz ayları boyunca her hafta şehir tiyatrosuna gittiler. O hoş kokulu Ağustos akşamlarında neşeli kalabalığın arasında Hennepin ve Nicollet caddeleri boyunca hayal kurarak eve doğru yürürlerdi. Amory, insanların onun ne kadar muhteşem işler başaracak bir çocuk olduğunu anlamamalarına hayret ediyordu. Yüzler kendisine çevrildiğinde ya da gözler üzerine yöneldiğinde bildiği en romantik ifadeyi takınan on dört yaşındaki bu genç, ayaklarının altında asfalt değil de yumuşak