Amory bir an için dehşete kapıldı.
“Ne?”
“Kendisi Amory Blaine’i bekliyor. Siz osunuz, değil mi? Annesi eğer beş buçuğa kadar burada olursanız, ikinizin Packard’a8 atlayıp peşlerinden gidebileceğinizi söyledi.”
Amory’nin çaresizliği Myra’nın belirmesiyle daha da pekişti. Kulaklarına kadar çektiği polo yaka paltosu, asık suratı ve zoraki bir kibarlık hissi veren sesiyle:
“Selam Amory,” dedi.
“Selam Myra.” Heyecanının sebebini açıkladı.
“Her neyse, sonunda gelebildin.”
“Pekâlâ, sana anlatayım. Sanırım otomobil kazasından haberin yok,” diyerek bir yalana girişti.
Myra’nın gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Kim kaza yaptı?”
Amory çaresizce “Şey…” diye devam etti, “dayım, yengem ve ben.”
“Ölen var mı?”
Amory önce sustu, sonra başını sallayarak onayladı.
Kız panikle sordu: “Dayın mı?”
“Ah hayır… Sadece bir at… Kır bir at.”
Tam bu noktada İskoç uşak kendini tutamayıp güldü.
“Muhtemelen motoru öldürmüştür,” dedi. Eğer elinde olsa Amory hiç tereddüt etmeden onu kapının önüne koyardı.
Myra umursamaz bir tavırla “Şimdi gidiyoruz,” dedi. “Görüyorsun ya Amory, kızaklar saat beş için çağırılmıştı, herkes buradaydı, bu yüzden bekleyemedik…”
“Elimden bir şey gelmezdi, öyle değil mi?”
“O yüzden annem de beş buçuğa kadar seni beklememi söyledi. Minehaha Kulübü’ne varmadan önce kızağı yakalayacağız, Amory.”
Amory’nin sarsılan özgüveni yerle bir olmuştu. Şarkılar söyleyerek karlı yollarda ilerleyen mutlu kalabalığı, limuzinin belirişini, altmış sitemkâr gözün bakışları altında kendisinin ve Myra’nın maruz kalacağı korkunç kitlesel baskıyı ve (bu sefer gerçekten) özür dileyişini gözünün önüne getirdi. Sesli bir şekilde iç çekti.
Myra “Ne oldu?” diye sordu.
“Hiçbir şey. Sadece esniyordum. Onları kulübe varmadan yakalayacağımızdan emin misin?” diye sordu. Fark ettirmeden Minnehaha Kulübü’ne gidip diğerleriyle orada, eğlenceden bıkmış gibi ateşin başında otururken buluşabileceklerine ve böylece kaybettiği saygınlığı geri kazanabileceğine dair ufacık bir umudu vardı.
“Ah, elbette Mike, onları kesin yakalarız, hadi acele edelim.”
Amory midesinin bulandığını hissetti. Arabaya binerken hızlıca yaptığı planı ikna yeteneğiyle harmanlayarak uygulamaya girişti. Planı dans okulunda öğrenmiş olduğu, kendisini “inanılmaz derece yakışıklı ve sözümona İngiliz” gösteren “trade-lasts”9 üzerine kuruluydu.
Sesini alçaltıp sözcüklerini dikkatlice seçerek “Myra,” dedi, “binlerce kez özür dilerim. Beni affedebilecek misin?”
Kız onu büyük bir dikkatle süzdü. Amory’nin ısrarcı yeşil gözleri, ağzı, modaya uygun şık gömleği on üç yaşındaki bu kızın romantizm anlayışına hitap ediyordu. Evet, Myra onu kolaylıkla affedebilirdi.”
“Şey… Tabii, elbette.”
Amory tekrar kıza baktı, sonra gözlerini yere indirdi. Kirpikleri dikkat çekiciydi.
Üzgün bir şekilde “Ben korkunç biriyim,” dedi. “Ben farklıyım. Neden böyle kaba hareketlerde bulunuyorum, bilmiyorum. Sanırım umursamadığımdan.” Sonra umursamazca devam etti, “Çok fazla sigara içiyorum. Sigaranın yol açtığı bir kalp rahatsızlığım var.”
Myra’nın zihninde tüm gece sürecek bir sigara âlemi canlandı, Amory nikotinle dolu ciğerleri yüzünden solgun ve sersemlemiş bir haldeydi. Sonra bir an için nefesi kesildi.
“Ah, Amory sigara içme. Büyümene engel olur!”
Amory kederli bir şekilde “Umurumda değil,” diye diretti. “Yapmalıyım. Alışkanlık edindim. Daha ne alışkanlıklarım var, eğer ailem öğrenirse…” bir an için duraksayarak kızın zihninde karanlık sahnelerin canlanmasına fırsat tanıdı. “Geçen hafta bir vodvil gösterisine gittim.”
Myra söylenenlere inanmıştı. Amory yeşil gözlerini yine ona doğrulttu.
Bir anlık duygu patlamasıyla “Bu kasabada sevdiğim tek kız sensin,” dedi. “Sen cana yakınsın.”
Myra öyle olup olmadığından emin değildi, söylediği biraz yakışıksız da olsa kulağa havalı geliyordu.
Akşam karanlığı bastırmıştı, limuzin ani bir dönüş yapınca kız Amory’ye çarptı, elleri birbirine değdi.
Myra “Sigara içmemelisin Amory,” diye fısıldadı. “Bunu bilmiyor musun?”
Amory başını salladı.
“Kimin umurunda.”
Myra duraksadı.
“Benim umurumda.”
Amory’nin içi kıpır kıpır oldu.
“Ah, evet, senin umurundadır! Sen Foggy Paker’a âşıkmışsın. Sanırım herkes bundan haberdar.”
Yavaşça “Hayır, değilim,” dedi.
Bir sessizlik oldu, Amory çok sevinmişti. Bu soğuk ve loş havadan uzaktaki sıcak ortamda Myra’da insanı kendine hayran bırakan bir şey vardı. Myra kat kat elbiseler ve kayak şapkasının altından fışkıran sarı lülelerden ibaretti.
“Çünkü ben de âşığım…” Amory sustu, uzaktan gelen genç kahkahaları duymuş ve arabanın buğulanan camından sokak lambalarının aydınlattığı caddede kızak partisinin oluşturduğu karaltıları görmüştü. Elini çabuk tutmalıydı. Uzandı, haşin ve sarsak bir çabayla Myra’nın elini daha doğrusu başparmağını kavradı.
“Şoföre doğruca Minnehaha’ya gitmemizi söyle,” diye fısıldadı. “Seninle konuşmak istiyorum, seninle mutlaka konuşmalıyım.”
Myra partiye yetiştiklerini fark etti, bir an için annesini gördü ve sonra kederini belli edercesine tam yanında duran gözlere bir bakış attı.
Megafondan “Ara sokağa gir, Richard, doğruca Minnehaha Kulübü’ne gidiyoruz!” diye bağırdı. Amory rahatlayıp iç çekerek arkasına yaslandı.
“Onu öpebilirim,” diye düşündü. “Bahse varım, onu öpebilirim. Bahse varım onu öpebilirim!”
Tepelerindeki gökyüzü yarı berrak yarı puslu, geceyse soğuk ve gerilimle doluydu. Şehir kulübünün merdivenlerinde beyaz bir battaniyenin üzerindeki çizgileri andıran yollar oluşmuştu, merdivenlerin iki yanındaki kar öbekleri dev köstebek izlerine benziyordu. Bir süre merdivenlerde oyalanarak beyaz ayı izlediler.
Amory belli belirsiz bir el hareketiyle “Bunun gibi soluk aylar,” dedi, “insanları gizemli gösteriyor. Başındaki şapkan ve dağılmış saçlarınla genç bir cadıya benziyorsun.” Myra’nın elleri saçlarına gitti. “Ah, bırak öyle kalsınlar, güzel gözüküyor.”
Merdivenlerden çıkmaya başladılar ve Myra ona küçük çalışma odasına giden yolu gösterdi,