Tüm öğleden sonra çok kısa molalar vererek bazen hızlı bazen yavaş yürüdüm. Biraz nefesimi toplayıp başka silah sesleri duyar mıyım diye etrafı dinlemeye yetecek ufak molalardı bunlar. Her adımda spor ayakkabılarımın çıkardığı, bir su birikintisine bastığınızda çıkan sese benzer seslere ve ara sıra yoklayan baldır kramplarına katlanmak zorunda kalıyordum. Bitki örtüsü gittikçe sıklaşıyor, yer yer gölgelere dalıyordu. Her yer sivrisinek kaynıyordu, sanki sonsuz bir savaştaymışız gibi beni taciz etmeyi hiç kesmiyorlardı. Bazen 2. Dünya Savaşı’nda kullanılan, kendi canlarını hiçe sayıp hedeflerinin üzerine dalışa geçen Japon kamikazelerini hatırlatıyorlardı bana. Sivrisinekler de o kamikazelerin aynısıydı çünkü uçaksavar olarak kullandığım ellerimle öldürdüğüm arkadaşlarını umursamadan kendilerini üzerime atıyorlardı. Bazıları o kadar iriydi ki savaş uçağından ziyade varlıkları bile düşmanın yüreğine korku salmaya yeten bombardıman uçağı gibi görünüyorlardı. Yaklaştıklarını gördüğümde derhal yay gibi gerilip onlardan kaçmaya çalışıyordum. Aralarında hep aç olanları vardı, kollarımla bacaklarım kıyafetlerimin tenimi kapatamadığı yerlerde bir sürü ısırıkla dolmuştu. Bazıları sabahki karınca saldırısından kalan ısırık izlerinin üzerinden bile ısırmıştı. Kaybettiğim, banal, boş ve gereksiz bir savaş veriyordum çünkü sineklerin sonu gelmiyor ama ben gittikçe yoruluyordum. O kadar can sıkıcı bir hal aldılar ki kıyafetlerimin kapatamadığı yerleri nemli toprakla kaplayıp çıplak tenimle sinekler arasında delemeyecekleri bir bariyer oluşturmaya karar verdim. Bir anlığına aklımda çakan o fikir beni kurtarmıştı. Özellikle çamur kuruyunca hiç rahat hareket edemesem de bitmek bilmez sinek saldırısı daha kötüydü.
Bu numara sayesinde o insafsız böcekleri bir süre unutabilsem de henüz zaferimi ilan edememiştim ama en azından geçici bir ateşkes sağlamıştım. Şaşırtıcı bir şekilde, sürdüğüm çamur karıncaların gezdiği yerlerdeki kaşıntıyı da kesmişti. Sonunda şans yüzüme gülmüştü.
Etrafa bakınmakla oyalanmadım çünkü takip edildiğime ve uçsuz bucaksız bir ormanda giderek daha da köşeye kıstırıldığıma dair sürekli bir korku içindeydim. Arkamdan gelen ayak ve insan sesleri duyduğumu ya da ağaçların arasından yüzlerinde vahşi ifadelerle bir görünüp bir kaybolan, sürekli beni gözleyen gerillalar gördüğümü sanıyordum. Ancak gerçekte net olarak hiçbir şey görmüyor, etrafımda olduklarına dair tek bir iz bulamıyordum. Ağaçların üzerime eğilip beni gitgide bu yaşayan ağaçtan hücreye hapsettiği hissine kapılıyordum. Paranoya mı yapıyordum bilmiyorum ama hiç bilmediğim bu ölümcül ormanda hayatta kalmak istiyorsam sakinleşmek zorundaydım.
Delirmiş gibi ortada dolanırken tüyler ürperten bir manzaraya denk geldim. Aşağı yukarı şempanze büyüklüğünde maymunlardan oluşan bir primat ailesine benzer bir grup hayvan elleri, ayakları ve kafaları kesilmiş, kan gölleri içerisinde kalmış, sıcaktan kavrulup kurumuş ve envaiçeşit böcek ve leş yiyen hayvan tarafından çepeçevre sarılmış halde ormandaki bir açıklıkta yatıyordu. Leş kokusu dayanılacak gibi değildi, anında midem ağzıma geldi ve kusacak gibi oldum. Gücümü toplayıp manzaraya yeniden baktım. Yetişkin gibi duran iki maymuna ek olarak onlardan daha ufak bir tane daha maymun vardı. Hiç yavru yok gibiydi. Onları da neden katletmemişlerdi, öldürülen maymunların acaba yavruları var mıydı ya da yavruları karaborsada satmak için mi götürmüşlerdi bilmiyordum. Hayvanların vücudundaki belli kısımlarının (gergedan boynuzu, kaplan kemikleri vb.) Asya ülkelerinde afrodizyak olarak her yerde satılabildiğini ise biliyordum. Belki bu katliam da o türden bir şey için yapılmıştı. O lanet yerden mümkün olduğunca hızlı uzaklaşmaya karar verdim. Bu keşfim insan ırkının zalimliğini bir kez daha kanıtlamakla kalmamış, bana yabancılara doğal olarak pek sıcak davranmayacak kaçak avcıların sık sık geldiği bir bölgede dolaştığımı da göstermişti.
Olan biten her şeyden çok etkilenmiştim. Bir noktada sağ baldırımda kuvvetli bir kramp hissettim ve durup bacağımı germek zorunda kalarak bir yandan yerde kıvranırken bir yandan da acıdan bağırmamak için ağzımı kapattım. Tekrar yürümeye koyulmadan önce bir süre oturmam gerekti ve günün geri kalanı boyunca bacağımdaki rahatsızlık hissi hiç geçmedi. Birkaç kez krampın yeniden başladığını düşünerek durup bacağımı germek zorunda kaldım. Karanlık çökmeye başladığında yorgunluktan bayılmak üzereydim ve yavaş tempoyla yürümek zorunda kaldığımdan çok da ilerleyememiştim. Yürümekten özellikle bacaklarım bitap düşmüştü, dizlerimle baldırlarım acıyordu ve ayaklarımı hissetmiyordum. Olumlu tarafından bakacak olursak, bu yerden kurtulabilirsem hafiften çıkmaya başlamış bira göbeğimi de eritmiş olacaktım ki bu da bir şeydi. Belki de kurtuluşum olan mizah duygumu kaybetmemeliydim. Bana kalan tek şey artık oydu, tabi bir de yaşama arzum. Elena, şimdi bana bir kere sarılıp gülmen için neler vermezdim! Ya da yaptığın o güzel yemeklerden yemek için…
Devrilmiş bir ağacın gövdesine oturarak kalan tüm ayvayı da yiyip koca bir yudum su içtim. Şişenin ancak beşte biri kadar suyum kalmış, yiyeceğimse bitmişti. Karıncalar hem yerde hem de ağaçlarda gezdiğinden onlarla yaşadığım deneyimden sonra uyuyabileceğimi hiç sanmasam da üçüncü gecemi ağaç tepesinde geçirecektim çünkü istediğim son şey o gün uyurken ateş açmış olan o alçak herifler tarafından kaçırılmaktı. İlk gece olduğu gibi, uygun bir ağaç arayıp buldum ve bir sarmaşıktan yardım alarak seçtiğim dala çıkmaya çalıştım. Ancak elimi değdirir değdirmez çekmek zorunda kaldım çünkü acı bir batma hissi duydum. Sarmaşığın dikenleri vardı. Yaralanan avcumu ovalayarak tırmanacak başka bir ağaç aradım. Ağacı bulduğumda dikkatle tırmanıp kendimi cehennemde bir gece daha geçirmeye hazırladım. Çoraplarımla ayakkabılarımı çıkarıp sabaha kadar kurumaları için dua etsem de bundan bayağı şüpheliydim çünkü havanın nemi neredeyse hiç bitmiyordu. Ayaklarım buruş buruş olmuş ve açık kahverengimsi yeşil bir renk almıştı. Ayaklarımı kurutabildiğim kadar kurutsam da o rahatsız his gitmedi. Isınmaya çalıştım ama olmadı, ne battaniye işe yaradı ne de vücudumu ovalamak. Karınca ve sivrisinek ısırıkları hiç durmadan rahatsızlık veriyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. Bu rahatsızlığı gideren tek şey sinek ısırıklarından korunmak için sürdüğüm nemli çamur olmuştu. Çamuru sürünce o an bitmek bilmeyen kaşıntıların yerini tarif edemeyeceğim bir rahatlama hissi almıştı. Bacaklarımda ve sırtımda yerini tam bulamadığım geçmeyen bir ağrı vardı. Sağ kolum bütün gün elimdeki sopayla hayali pala darbeleri vurmanın yorgunluğundan hissizleşmişti.
O kadar bitkindim ki anında uykuya daldım. Son hatırladığım şey ertesi gün uyandığımda koca bir bardak ballı süt ve tereyağı ile çilek ya da böğürtlen reçeli sürülmüş kızarmış ekmek olan bir kahvaltı bulmayı ümit ettiğimdi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «ЛитРес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на ЛитРес.
Безопасно оплатить книгу можно