Sam omuz silkti. “Fena değil sanırım.” Ayak başparmağı- nı sandalyeye sürttü.
Kafasını yukarı kaldırdı. “Ya seninki?”
Caitlin omuz silkti. Yüz ifadesinde bir şey olmalıydı zira Sam kafasını öte yana çevirmemişti. Ona bakmaya devam etti.
“Ne oldu?”
“Hiçbir şey” dedi savunmacı bir şekilde, sonra da sırtını dönüp cama doğru yürüdü.
Onun tarafından izlendiğini hissedebiliyordu. “Biraz... Farklı görünüyorsun.”
Caitlin duraksadı. Onun hadiseyi bilip bilmediğini, dış görüntüsünde bir değişiklik olup olmadığını merak etti. Yutkundu.
“Nasıl?”
Sessizlik.
“Bilmiyorum” diye cevap verdi sonunda.
Caitlin camdan dışarı bakmaya devam etti. Köşe başın- daki bodega, müşterilerinden birine uyuşturucu verirken o amaçsızca etrafı izliyordu.
“Bu yeni yerden nefret ediyorum” dedi Sam. Caitlin ona dönüp yüz yüze geldi.
“Al benden de o kadar.”
“Hatta şeyi bile düşündüm...” Kafasını eğdi, “Bırakıp git-meyi...”
“Ne demek istiyorsun?” Sam omuz silkti.
Caitlin ona baktı. Gerçekten sıkıntılı görünüyordu. “Nereye?” diye sordu.
“Belki... Babamın peşinden.”
“Nasıl? Nerede olduğunu bilmiyoruz ki.” “Deneyebilirdim. Onu bulabilirdim.” “Nasıl?”
“Bilmiyorum... Ama deneyebilirdim.”
“Sam. Tek bildiğimiz şey ölmüş olabileceği.”
“Öyle deme!” diye bağırdı ve yüzü açık kırmızı rengini aldı.
“Özür dilerim” dedi. Sam tekrar sakinleşti.
“Fakat onu bulsak bile bizi görmek istemeyebileceğini hiç düşündün mü? Bizi terk eden oydu. Sonra bir daha temas kurmaya çalışmadı.”
“Belki annem ona izin vermeyeceği içindir.” “Ya da belki sadece bizi sevmediği için.”
Sam, başparmağını yere sürtmeye devam ederken kaşları iyice çatıldı. “Ona Facebook’tan baktım.”
Caitlin’in gözleri hayretle açıldı. “Onu buldun mu?”
“Emin değilim. Onun adını taşıyan dört kişi vardı. Ara- larından ikisi özel profildi ve resim yoktu. İkisine de mesaj yolladım.”
“Ve?”
Sam başını iki yana salladı. “Bir cevap almış değilim.” “Babam Facebook’ta olmazdı.”
“Bunu bilemezsin” diye cevap verdi tekrardan savunmaya geçerek.
Caitlin içini çekip yatağına gitti ve uzandı. Sarı ve pul- lu tavana bakarken nasıl olup da bu noktaya geldiklerini düşündü. Kaldıkları şehirlerden bazılarında mutlu olduk- ları doğruydu. Hatta annesinin bile neredeyse mutlu oldu- ğu zamanlar vardı; hani şu adamla görüştüğü vakitler gibi. Yeterince mutluydu; en azından Caitlin’i rahat bırakacak kadar.
Öyle yerler vardı ki, mesela son kaldıkları yer gibi, o ve Sam birkaç iyi arkadaş edinmiş; en azından oradan mezun oluncaya kadar orada kalabileceklerini gerçekten düşün-müşlerdi. Ardından her şey çok çabuk değişmişti. Tekrardan toplanma, vedalaşmalar... Normal bir çocukluk istemek çok mu fazlaydı?
Sam, “Tekrardan Oakville’e taşınabilirim” dedi düşünce akışını keserek. Burası son kaldıkları yerdi. Nasıl olup da Sam’in her zaman kafasından geçenleri bildiği konusu pek gizemliydi. “Arkadaşlarımla kalabilirim.”
Gün üstüne gelmeye devam ediyordu. Bu kadarı da faz- laydı. Berrak bir şekilde düşünemiyordu. Uğradığı bu hüsran içerisinde kulağına gelenler Sam’in de onu bırakmaya hazır- landığını, yani artık onu umursamadığını bildiriyordu.
“O zaman git!” diye çıkıştı aniden istemsizce. Sanki bunu başka biri söylemiş gibiydi. Kendi sesindeki acımasızlığı işit- ti ve işitir işitmez pişman oldu.
Neden her şeyi böyle pat diye dışarı vurmak zorundaydı ki? Neden kendisini tutamıyordu?
Daha iyi bir gününde olsa, daha sakin olsa ve her şey bir anda bu kadar üstüne gelmemiş olsa bunu söylemeyebilirdi ya da daha hoşa gidecek şekilde davranabilirdi. Şöyle bir şey diyebilirdi mesela: Ne demeye çalıştığının farkındayım. Ne kadar kötü olursa olsun asla burayı terk etmeyeceğini; çün- kü tüm bunlarla uğraşmam için beni bir başıma bırakmaya- cağını söylemeye çalışıyorsun. Seni bunun için seviyorum. Ben de seni asla bırakamam. İkimizin de çocukluğunun çi- visi çıkmışken en azından birbirimize sahibiz.
Ancak bunun yerine ruh hâli, içindeki en kötüyü ortaya çıkarmıştı. Bunları demektense bencil ve düşüncesizce dav- ranmıştı.
Oturma pozisyonuna geçtiğinde söylediklerinin, Sam’in yüzüne yansıttığı incinmeyi görebiliyordu. Söylediklerini geri almayı, özür dilemeyi istedi ama durumun ağırlığı al- tında fazlasıyla kalmıştı. Her nasıl olduysa ağzını bir türlü açmayı başaramadı.
Sessizlik sürerken Sam, yavaşça sandalyeden kalktı ve odadan çıkarken kapıyı arkadan yavaşça kapadı.
Aptal, diye düşündü. Öyle aptalsın ki neden ona annenin sana davrandığı gibi davranıyorsun?
Sonra tekrardan uzanıp gözlerini tavana dikti. Ona çıkış- masının bir nedeni daha olduğunu fark etti. Onun düşünce akışını kesmişti. Hem de bunu tam düşünceleri gittikçe kö- tüleşirken yapmıştı. Kafasının içinden karanlık bir düşünce geçmişti ve o bunu halledemeden Sam araya girmişti.
Annesinin eski erkek arkadaşı... Bundan üç şehir önce... Bu, annesinin gerçekten mutlu göründüğü tek zamandı. Adamın adı Frank idi. Elli yaşında, kısa, toplu ve keldi. Bir kütük gibi kalındı. Ucuz kolonya gibi kokuyordu. O sıralar- da Caitlin on altı yaşındaydı.
Ufak çamaşır odasında giysilerini toplarken Frank kapı- da belirmişti. Sürekli ona bakıp duran kılın tekiydi zaten. Adam uzanıp onun iç çamaşırlarından bir tanesini almıştı. Yanaklarının utanç ve öfkeyle nasıl kızardığını hatırlıyordu. Onları eliyle kaldırıp sırıtmıştı.
“Bunları düşürmüşsün” demişti sırıtarak. Caitlin çamaşı- rını elinden çekip almıştı.
“Ne istiyorsun?” diye çıkışmıştı.
“Yeni üvey babanla nasıl konuşuyorsun bakayım öyle?”
Yarım adım daha yaklaşmıştı.
“Sen benim üvey babam falan değilsin.” “Fakat olacağım, pek yakında.”
Kıyafetlerini katlamaya devam etmeye çalışsa da o bir adım daha yakınlaştı. Fazla yaklaşmıştı. Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu.
“Sanırım birbirimizi daha yakından tanıma zamanımız geldi” dedi kemerini çıkararak. “Değil mi?”
Dehşete kapılmış bir hâlde onun yanından sıvışarak kü- çük odadan çıkmaya çalıştı fakat bunu yapmaya kalktığında Frank yolunu kesip onu sıkıca tuttu