Sam bu bakışlar altında başka yere bakamayacak gibi, kilit altında hissediyordu.
Hayatında gördüğü en güzel kızdı.
Birkaç dakika geçtikten sonra kız birkaç adım öne gelip, daha da yakından bakmaya başladı. Avucu yere bakar bir şekilde elini uzattı, Sam’in öpmesini bekliyordu. Yavaşça ve gurur dolu bir tavırla hareket ediyordu.
Sam elini aldı. Dokunuşuyla elektriğe çarpılmış gibiydi.
Parmak uçlarına bir öpücük kondurdu.
Kız, “Polly? Bizi tanıştırmayacak mısın?” dedi. Bu bir soru değildi. Daha çok bir emirdi. “Kendra, Sam. Sam, Kendra.”
‘Kendra,’ diye düşündü Sam. Gözlerinin içine bakıyordu. Kızın ona sahipmiş gibi görünen bakışlarına oldukça şaşırmıştı.
“Sam,” dedi kız, sesi yankılanıyordu. “Biraz basit bir isim ama sevdim.”
Altıncı Bölüm
Kyle taştan tabutu bir yumrukla paramparça etti. Bin bir parçaya bölünen kapaktan kurtulup dışarıya adımını attı. Herhangi bir tehlikeye karşı hazırdı.
Etrafına bakındı. Yanına yanaşabilecek herkesle savaşabilirdi. Aslında birinin ona yaklaşıp kapışmayı başlatmasını arzuluyordu. Zamanda yaptığı bu son yolculuk özellikle sinirlerini bozmuştu ve hırsını birinden çıkarmak istiyordu.
Ama çevresini inceledikçe, odada yalnız başına olduğunu anladı. Tek başınaydı.
Yavaşça sakinleşmeye başladı. En azından doğru yere gelmişti ve doğru zamanda olduğunu hissediyordu. Zamanda yolculuk konusunda Caitlin’den daha kıdemli olduğunu biliyordu. Bu yüzden kendini daha belirli bir konuma gönderebiliyordu. Etrafına baktı ve durumdan memnun kaldı. Tam da gelmek istediği yerdeydi: Les Invalides’te.
Les Invalides eskiden beri çok sevdiği bir yerdi. Türünün kötüleri için çok önemli bir yer... Yerin altında, içinde lahitlerin olduğu, güzelce döşenmiş ve mermerden yapılmış bir anıt mezar. Bina, yerden kubbesine doğru uzanan yüzlerce adım uzaklıktaki tavanıyla silindirik bir şekle sahipti. Karanlık bir yerdi. Fransa’nın asil askerleri için mükemmel bir inziva yeriydi. Kyle’ın bildiği kadarıyla burası bir gün Napoleon’a da mezar olacaktı.
Ama henüz değil. Şimdi 1789 yılıydı ve Napoleon daha hayattaydı. Kyle’ın kendi türünden gurur duyduğu biriydi. Henüz 20’li yaşlarında ve kariyerine yeni başlamak üzere olduğunu fark etti Kyle. Uzunca bir süre daha buraya gömülmeyecekti. Tabi ki Napoleon’un buraya gömülmesi, insanları onun da bir insan olduğuna inandırmak için oynanan küçük bir oyundu.
Bu düşünceyle birlikte Kyle’ın yüzünde bir gülümseme oluştu. Şimdi burada Napoleon’un mezarında henüz o ‘ölmeden’ duruyordu. Eski zamanların hatırına onu görmeyi dört gözle bekliyordu. Ne de olsa aynı türden olup, az da olsa saygı duyduğu nadir vampirlerden biriydi. Ama ayrıca kibirli adinin tekiydi.
Kyle mermer odada yankılanan ayak sesleriyle ilerlemeye başladı. Kendini kontrol ediyordu. Daha iyi durumda olduğu zamanlar olmuştu. Bir gözünü Caleb’in korkunç çocuğuna kaptırmıştı. Yüzündeki dağılmışlık ise Rexius’un New York’ta yaptıklarından kalmaydı. Tüm bunlar yetmemiş gibi, bir de yanağında Roma’daki Kolezyum’dan kalma, Sam’in bıraktığı kocaman bir yara vardı. Enkaz halindeydi ve bunun farkındaydı.
Ama bu durum garip bir şekilde hoşuna da gidiyordu. Hayatta kalmıştı. Ve kimse onu durduramamıştı. Ayrıca şimdi her zamankinden daha sinirliydi. Şimdi yalnızca Caleb ve Caitlin’in Kalkan’ı bulmasına engel olmayı düşünmüyordu, tüm bu yaşananları onlara ödetecekti. Çektiği acıları onlara da çektirecekti. Sam de şimdi listeye girmişti. Üçünü birden bulup onlara eziyet etmeden, onu durdurabilecek hiçbir şey yoktu.
Birkaç adımla, Kyle merdivenlere ulaştı ve bir üst kata çıktı. Kubbenin altında şapelin sonuna doğru ilerledi ve mihraba ulaştı. Kireçtaşı duvara dokunurken bir şey arıyordu.
Sonunda aradığını buldu. Saklanmış sürgüyü itti ve gizli bir bölme ortaya çıktı. Uzanıp mücevherlerle süslenmiş, uzun, gümüşten kılıcı oradan çıkardı. Kılıcı ışığa doğru tutup memnuniyetle gülümsedi. Tam da hatırladığı gibiydi.
Kılıcı sırtına asıp arkasını döndü ve ön kapıya doğru ilerledi. Geriye yaslanıp kapıya doğru yürüdü ve sert bir tekmeyle kapıyı tuzla buz etti. Gürültü boş binada yankılanmıştı. Kyle gücünü bu kadar çabuk toparlamış olmaktan memnundu.
Dışarıya çıktığında gece olduğunu fark edince rahatladı. İstese gecenin karanlığından faydalanıp, direkt hedefine uçabilirdi ama o zamanının tadını çıkarmak istiyordu. 1789’un Paris’i özel bir yerdi. Hatırladığı kadarıyla fahişeler, alkolikler, kumarbazlar ve suçlularla doluydu. Gösterişinin ve mimarisinin aksine pek de tekin olmayan bir yerdi. Hoşuna gitmişti. Burası tam ona göreydi.
Kyle dinleyip hissedebilmek için gözlerini kapayıp çenesini kaldırdı. Caitlin’in bu şehirdeki varlığını kesinlikle hissediyordu. Ve Caleb’in tabii ki. Sam hakkında tam emin değildi ama en azından diğer ikisinin burada olduğunu biliyordu. ‘Bu güzel oldu,’ diye düşündü. Şimdi tek yapması gereken onları bulmaktı. İkisiyle sürpriz bir şekilde karşılaşabilir ve onları kolayca öldürebilirdi. Paris basit bir şehirdi. Burada hesap vermek zorunda kalacağı Roma’daki gibi büyük bir vampir konseyi yoktu. Aksine Napoleon’un önderliğinde kurulmuş güçlü bir kötüler meclisi vardı. Ve Napoleon, Kyle’a borçluydu.
Yapacağı ilk işin, onun peşine düşüp yaptıklarının karşılığını almak olmasına karar verdi. Napoleon’un bütün adamlarını Caitlin ve Caleb’i bulmak için seferber edecekti. Direneceklerini bildiği için, Napoleon’un adamlarını kullanmak onun için oldukça faydalı olacaktı. Bu sefer hiçbir şeyi şansa bırakmayı planlamıyordu.
Ama hâlâ vakti vardı. Öncelikle avlanıp beslenmeli ve dimdik ayakta kalabilecek kadar güçlenmeliydi. Ayrıca buradaki planları çoktan işlemeye başlamıştı zaten. Paris’e gelmeden önce Roma’da eski arkadaşı Sergei’yi bulmuş ve kendinden önce buraya göndermişti. Eğer her şey planlandığı gibi gidiyorsa, Sergei çoktan buraya gelmiş ve görevini yerine getirmeye başlamış olmalıydı. Görevi Aiden’ın birliğine sızmaktı. Kyle’ın yüzüne geniş bir gülümseme oturdu. Sinsi bir hainden daha çok sevebileceği hiçbir şey yoktu. En çok işe yarayan oyuncağı oydu.
Neşe dolu bir okul çocuğu gibi merdivenleri sekerek iniyordu. Şehre, istediğini almaya gidiyordu.
Kyle sokakta ilerlerken yanına bir ressam yaklaşıp, elindeki tuvaliyle fırçasını gösterdi ve resmini yapmasına izin vermesini istedi. Kyle uzanıp elinden fırçasını aldı ve tam alnının ortasına sapladı. Adam ölmüştü.
Kyle yere düşen tuvali aldı ve adamın üzerine örttü.
Mutlu bir şekilde yoluna devam ediyordu. Onun için yeterince mükemmel bir geceydi.
Arnavut kaldırımlı yola doğru döndüğünde her şey daha tanıdık gelmeye başladı. Yolun kenarına sıralanan fahişeler kaş göz işaretleri yapıyordu. Tam o sırada iki sarhoş adam bardan dışarıya atıldı ve Kyle’a çarptılar.
“Hey, aptal!” diye bağırdı biri diğerine.
Diğeri Kyle’a dönüp, “Tek gözlü! Nereye gittiğine dikkat et!” diye bağırdı.
İri görünen adam dönüp Kyle’ın göğsüne sağlam bir