“Anne,” diye cevapladı, önündeki görüntüye inanmakta zorlanarak.
Gwen ona uzanır uzanmaz kendini bir başka yerde buldu. Yerle bir olmuş, küllerle örtülü bir adada, kayalıkların kıyısında duruyordu. Havada ağır bir duman ve sülfür kokusu vardı, burun deliklerine dolup onları yakıyordu. Adaya baktı, kül dalgaları rüzgarda kaybolunca önünde uzanan manzaranın içinde kül olmuş, altın bir beşik gördü. Bu korların ve küllerin arasındaki tek nesneydi.
Öne gelirken Gwen’in kalbi yerinden çıkacak gibiydi, oğlunun orada ve iyi durumda olup olmadığını görecek olmak onu çok geriyordu. Bir yanı uzanarak onu tutup, göğsüne yapıştıracağı ve bir daha asla bırakmayacağı için çok sevinçliydi. Fakat diğer yanı orada olmamasından, daha da kötüsü ölmüş olmasından dehşetle korkuyordu.
Gwen, ileri atılıp öne eğilerek beşiğin içine baktı, boş olduğunu görünce kalbi yerinden çıkacak gibi oldu.
Acı içinde “GUWAYNE!” diye bağırdı.
Gwen, yukarıda kendininkini bastıran tiz bir çığlık duyunca baktı ve gudubet görünümlü siyah yaratıklarından oluşan bir ordunun havada uçtuğunu gördü. Sonuncu yaratığın pençeleri arasında bir bebeğin debelenerek ağladığını görünce kalbi durdu. Kasvetli göklere, bir karaltı ordusu tarafından kaldırılıp taşınıyordu.
“HAYIR!” diye çığlık attı Gwen.
Bu çığlıkla uyandı, yatağında doğrulup Guwayne’i bulup göğsüne yatırmak için her tarafa baktı.
Fakat burada yoktu.
Gwendolyn nefes nefese, nerede olduğunu anlamaya çalışıp yatağında oturdu. Şafağın zayıf ışınları pencerelerden girerken nerede olduğunun ayırtına varması için bir süre geçmesi gerekti: Ridge’de, Kral’ın kalesindeydi.
Gwen, avucunda bir şey hissedince aşağı baktı ve Krohn’un elini yalayarak kafasını kucağına koyduğunu gördü. Yatağın kenarında otururken kafasını okşadı, zor nefes alıyordu ve yavaşça kafasını toplamaya çalıştı. Gördüğü rüyanın ağırlığını üstünde hissediyordu.
Guwayne, diye düşündü. Rüyası çok gerçekti. Bir rüyadan fazlası olduğunu biliyordu, bir görüntüydü bu. Guwayne her nerde ise tehlikedeydi. Karanlık güçler tarafından kaçırılmıştı, bunu hissedebiliyordu.
Gwendolyn acı çekerek durdu. Oğlunu ve kocasını bulmak için hiç olmadığı kadar acele etmesi gerektiğini hissediyordu. Onu bulup ona sarılmayı her şeyden çok isterdi. Fakat bunun kaderde olmadığını biliyordu.
Gözyaşlarını silen Gwen, ipek geceliğini örterek çabucak odayı geçerken yüksek kemerli pencerenin altında uzanan çıplak ayaklarının değdiği, soğuk, taş zemini hissediyordu. Desenli cam paneli açar açmaz içeri sessizce şafağın ışıkları girdi, ilk güneş yükselirken kırsal kesimi kızıla boyuyordu. Nefes kesici bir görüntüydü bu. Gwen önüne baktı, manzarayı özümsedi. Kusursuz başkent ve etrafını çeviren sonsuz alandaki sıra dağlar, bereketli bağlar bugüne kadar tek bir yerde toplandığını gördüğü en kalabalık bolluğa ev sahipliği yapıyordu. Ötesinde ise, sabah vaktinde parlayan mavi göl vardı, onun gerisinde ise Ridge'i çevreleyen mükemmel daire şekilleri sisle örtülmüştü. Burası hiç zararı olmayan bir yer gibi görünüyordu.
Gwen, bu zirvelerin ardında bir yerlerde olan Thorgrin'i ve Guwayne'i düşündü. Neredelerdi? Onları tekrar görebilecek miydi?
Gwen, sarnıça gidip yüzüne su çarptı ve çabucak giyindi. Thorgrin ve Guwayne'i bu odada oturarak bulamayacağını ve onları bulmaya her zamankinden çok ihtiyacı olduğunu biliyordu. Ona yardım edecek biri varsa o da Kral olabilirdi. Bir çıkar yol sunabilirdi belki.
Gwen, Ridge'in zirvelerinde yürüyüp Kendrick’in gidişini izlerken onunla yaptığı konuşmayı ve ona açıkladığı sırları hatırladı. Öldüğünü, Ridge'in öldüğünü dinledi. Dahası, açıklayacağı başka sırlar da bulunuyordu ancak konuşmaları bölünmüştü. Danışmanları acil bir mesele için ona gelmişti, Gwen'e daha fazlasını anlatacağına söz vermiş ve ondan bir iyilik isteyeceğini söylemişti. Ne iyiliği isteyeceğini merak etti. Ondan ne isteyebilirdi?
Kral, gün doğduğunda taht odasında onunla buluşmasını istediği için Gwen aceleyle giyinmeye başlamıştı, zaten geç kaldığını biliyordu. Rüyası kafasını karıştırmıştı.
Odadan aceleyle çıkarken, Gwendolyn'in açlıktan karnı ağrıdı, Büyük Çöl'deki açlık hala kendini hissettirirken, masada onun için hazırlanmış olan lezzetli yiyeceklere, ekmeklere, meyvelere, peynirlere, pudinglere baktı. Hemen biraz alarak yürürken yemeye başladı. İhtiyacı olandan daha fazlasını almıştı ve yürümeye başlayınca uzanıp yarısını yanı başında mızmızlanıp avucundan almaya çalışan Krohn'a verdi. Bu yiyecekler, üstündeki çatı ve bolluktan dolayı çok minnettardı; bir yönden büyüdüğü Kral'ın Sarayı'ndaymış gibi hissetti kendini.
Gwen odadan çıkarken muhafızlar dikkat kesilerek ağır meşe kapıyı ardına kadar açtılar. Onları geçip kalenin loş ışıklı, taştan koridorlarına indi, geceden kalma meşaleler hala titrek şekilde yanıyordu.
Gwen koridorun sonuna ulaştı, Krohn yanı başında ilerlerken taştan, spiral bir merdivenden yukarı çıktı. Kral'ın odasının burada olduğunu biliyordu artık kaleyi yavaştan tanıyordu. Bir başka koridorda aceleyle ilerledi, taşa oyulmuş kemerli bir açıklıktan geçmek üzereyken göz ucuyla bir hareket hissetti. Gölgelerin içinde birinin durduğunu şaşırarak görünce bir anlığına irkildi.
"Gwendolyn?" dedi yumuşak, oldukça nazik bir ses; gölgelerin içinden yüzünde küçük bir gülümsemeyle çıkmıştı.
Gwendolyn hazırlıksız yakalanınca gözlerini kırpıştırdı, kim olduğunu anlaması için biraz zaman geçmesi gerekti. Son bir kaç gündür o kadar fazla kişiyle tanıştırılmıştı ki hepsi birbirine girmişti.
Fakat bu yüzü asla unutamazdı. Kral'ın oğlu olduğunu fark etti, ona karşı duran, saçları olan diğer ikizdi bu.
“"Siz Kral'ın oğlusunuz," dedi yüksek sesle hatırlayarak. "En büyük üçüncü."
Yüzünde hiç beğenmediği sinsi bir gülümsemeyle ona bir adım yaklaştı.
"İkinci en büyük aslında," diye düzeltti. "İkiziz ama ilk ben doğmuşum."
Kral'ın oğlu ona doğru bir adım atarken Gwen onu inceledi ve kusursuz kıyafetlerini, tıraşlı yüzünü, şapkasının içindeki saçlarını, parfüm ve esans kokusunu ve bugüne değin gördüğü en şık görünümlü duruşunu fark etti. Kendini beğenmiş bir havası vardı, kibri ve kendine verdiği önem belli oluyordu.
"İkizin diğeri olarak düşünülmemeyi tercih ederim," diye devam etti. "Kendine has biriyim. Mardig'dir ismim. İkizimin olması kontrolümde değil ama kaderimde olan bir durum. Taçtaki payımla ilgili denebilir," diyerek bitirdi felsefi sözlerini.
Gwen varlığından hoşnut değildi, hala önceki geceki davranışından ötürü rahatsızdı ayrıca Krohn’un da yanı başında huysuzlandığını hissediyordu; bacağına sürtünürken ensesindeki tüyler kabarmıştı. Ne istediğini öğrenmek için sabırsızlanıyordu.
“Bu koridorların gölgelerinde hep böyle saklanır mısınız?” diye sordu.
Mardig daha da yakına gelirken alaycı bir gülümseme vardı suratında.