“Ya şimdi?” dedi Akorth.
Godfrey döndü ve arkadaşının onu suçlar gibi baktığını, hepsinin zihninde dönüp durduğu belli olan soruyu dile getirdiğini fark etti.
Godfrey etrafına bakınınca, ufak ve loş odadaki meşalelerin ışıklarının titrediğini ve neredeyse sönmek üzere olduğunu fark etti. Ellerindeki tek şey olan ufak erzak ve bir kese içki bir köşede duruyordu. Bir ölüm nöbeti tutuyor gibiydiler. O kalın duvarlara rağmen yukarıdaki savaşın seslerini hala duyabiliyordu ve bu istilaya daha ne kadar dayanabileceklerini düşünüyordu. Saatlerce mi? Günlerce mi? Yediler şövalyeleri Volusia’yı ne kadar zamanda ele geçirebileceklerdi? Oradan gidecekler miydi?
“Bizim peşimizde değiller,” dedi Godfrey. “İmparatorluk İmparatorluğa karşı savaşıyor. Volusia’dan intikam alıyorlar. Bizimle bir sorunları yok.”
Silis başını salladı.
“Burayı ele geçirecekler,” dedi kasvetli bir tavırla. Güçlü sesi sessizliği böldü. “Yediler Şövalyeleri asla geri çekilmez.”
Herkes sus pus kesildi.
“Burada ne kadar süre yaşayabiliriz?” diye sordu Merek.
Silis erzaklarına bakıp başını salladı.
“Belki bir hafta.”
Aniden yukarıdan müthiş bir ses geldi. Godfrey zeminin zangırdadığını hissedince irkildi.
Silis derhal ayağa fırladı, endişeyle volta atmaya başladı. Tavandan üstlerine yağan sıvaların oluşturduğu tozlara baktı. Yukarıdan gelen ses taşların üst üste yığılması gibiydi. Oranın sahibi olarak endişeyle tavanı inceledi.
“Şatoma girmeyi başardılar,” dedi onlardan çok kendi kendine konuşur gibi.
Godfrey onun suratında acı dolu bir ifade belirdiğini gördü. Elindeki her şeyi kaybeden birisinin ifadesi olduğunu biliyordu.
Silis dönüp minnetle Godfrey’e baktı.
“Sen olmasaydın yukarıda olacaktım. Hayatımızı kurtardın.”
Godfrey iç çekti.
“Ama ne uğruna?” dedi üzgün üzün. “Bunun ne faydası oldu? Hepimiz burada ölelim diye mi seni uyardım?”
Silis ciddi bir ifadeye büründü.
“Burada kalırsak, hepimiz ölecek miyiz?” diye sordu Merek.
Silis ona bakıp hüzünle evet der gibi başını salladı.
“Evet,” demekle yetindi. “Bugün veya yarın değilse bile birkaç güne öleceğiz. Buraya inemezler, ama biz de yukarı çıkamayız. Yakında erzaklarımız tükenecek.”
“O zaman ne yapacağız?” dedi Ario ona bakarak. “Burada ölmeyi mi planlıyorsunuz? Çünkü ben bunu istemiyorum.”
Silis volta atarak kaşlarını çattı. Godfrey onun dikkatle bir şey düşündüğünü görebiliyordu.
Sonra, Silis aniden durdu.
“Bir şansımız var. Ama riskli,” dedi. “Yine de işe yarayabilir.”
Dönüp onlara baktı ve Godfrey heyecanla ve umutla nefesini tutup bekledi.
“Babamın zamanında, şatonun altında bir yeraltı tüneli vardı,” dedi. “Kalenin duvarlarını aşan bir tünel. Hala duruyorsa, onu bulabiliriz ve karanlıkta gizlenerek geceleyin buradan kaçabiliriz. Şehirden limana gitmeye çalışabiliriz. Geriye kalan gemim varsa, birini alabilir, denize açılıp buradan kaçarız.”
Uzun ve tereddütlü bir sessizlik oldu.
“Riskli,” dedi Merek en sonunda keyifsiz bir ses tonuyla. “Şehir İmparatorluk askerleriyle kaynıyor olacak. Öldürülmeden nasıl limana gireceğiz?”
. Silis omuzlarını silkti.
“Doğru. Bizi yakalarlarsa öldürülürüz. Ama yeteri kadar karanlık olduğunda dışarı çıkarsak ve karşımıza çıkan kişileri öldürürsek, belki limana ulaşmayı başarabiliriz.”
“Bu geçidi bulup limana ulaşırsak ve gemileriniz orada değilse ne olacak?” dedi Ario.
Silis ona baktı.
“Hiçbir plan kesin değildir,” dedi. “Dışarıda ölebiliriz de, ama burada da ölebiliriz.”
“Ölüm hepimize gelir,” diye araya girdi Godfrey. Ayağa kalkıp diğerlerine bakarken yeni bir amacı olduğunu ve korkularını yenebilecek bir kararlılığa ulaştığını hissetti. “Mesele, burada nasıl ölmek istediğimize bağlı. Fareler gibi saklanarak mı, yoksa yukarıda özgürlüğümüzü elde etmeye çalışarak mı?”
Herkes teker teker ayağa kalktı. Ona baktılar ve ciddiyetle tamam der gibi başlarını salladılar.
Godfrey o anda bir plan yaptıklarını anladı. O gece kaçacaklardı.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Loti ve Loc yana yana kavurucu çöl güneşinin altında birbirlerine zincirlenmiş bir halde, arkalarındaki İmparatorluk ustabaşılarından kırbaçlar yiyerek yürüyorlardı. Çorak bölgede ilerlerken, Loti bir kez daha neden kardeşinin bu tehlikeli ve son derece zor işi üstlenmelerini istediğini merak etti. Delirmiş miydi?
“Aklından ne geçiyordu?” diye fısıldadı. Ustabaşıları onları arkadan dürtünce, Loc dengesini kaybetti ve öne doğru tökezledi. Loti tutmasına izin vermeden onu sağlam kolundan tuttu.
“İleriye bak,” dedi Loc dengesini sağlayarak. “Ne görüyorsun?”
Loti ileriye baktı, hiçbir şey göremedi, ama monoton çöl karşılarında sayısız kölelerle, kayalıklı sert zeminiyle uzanıyordu. Bir düzen daha kölenin çalıştığı bir yamaca tırmanan bir yokuş gördü. Her yerde ustabaşıları vardı ve etrafta kırbaçların keskin sesi duyuluyordu.
“Hiçbir şey görmüyorum,” dedi sabırsızlıkla. “Her zamanki gibi ölesiye çalıştırılan köleler var sadece.”
Loti aniden sırtında keskin bir acı hissetti, derisi soyuluyormuş gibiydi. Kırbaçlanınca ve kırbaç derisini yarınca çığlık attı.
Arkasına bakınca, kaşlarını çatmış ona bakan ustabaşını gördü.
“Sessiz ol!” diye emretti adam.
Loti o müthiş acı yüzünden ağlayacakmış gibi hissetti, ama dilini tutup prangaları güneşin Loc’un yanına altında çıngırdayarak yürümeye devam etti. En kısa zamanda tüm o İmparatorluk askerlerini öldürmeye yemin etti.
Sessizce yürümeye devam ettiler. Bir tek kayaların üstünde çizmelerinin çıkardığı sesleri duyuyorlardı. En sonunda, Loc ona biraz sokuldu.
“Mesele, gördüğün değil, görmediğin şey. Dikkatle bak. Yukarıya, yamaca bak.”
Lot oraya baktı, ama bir şey göremedi.
“Orada bir tane ustabaşı var. Bir kişi iki düzine köleye göz kulak oluyor. Şimdi, vadiye bak ve kaç kişi olduğunu say.”
Loti tereddütle arkasında sere serpe uzanan vadiye baktı ve kayalıkları kıran ve