Caitlin’in zihnini düşünmekten allak bullak eden başka bir şey de Scarlet’ti. Caitlin geçtikleri her yere dikkatle bakıyor, Scarlet ya da Ruth’dan bir işaret arıyordu. Bir an, acaba Scarlet dönemedi mi, diye düşündü – ama sonra hemen bunu kafasından çıkardı, kendini böyle kasvetli hislere kaptırmayı reddetti. Scarlet’siz bir hayatın düşüncesine bile katlanamıyordu. Eğer Scarlet’in gerçekten gitmiş olduğunu öğrenirse, kendinde artık devam edecek gücü bulup bulamayacağını bilmiyordu.
Caitlin elindeki Davut Yıldızının adeta yandığını hissetti ve yeniden nereye gittiklerini merak etti. İsa’nın hayatı hakkında keşke daha fazla şey bilseydim, diye düşündü; büyürken keşke İncil’i daha dikkatli okusaydım, diye içinden geçirdi. Bir şeyler hatırlamaya çalıştı, ama gerçekten bütün bildiği çok basit şeylerdi: İsa dört yerde yaşamıştı: Beytüllahim, Nasıra, Capernaum ve Kudüs. Nasıra’dan daha yeni ayrılmışlardı ve şimdi Capernaum’a doğru gidiyorlardı.
Caitlin kendine engel olamayıp İsa’nın ayak izlerini takip ederken bir hazine avında olup olmadıklarını düşündü, belki İsa bazı ipuçlarını barındırıyordu ya da havarilerinden biri Caitlin’in babasının, kalkanın nerede olduğuna dair bir ipucu biliyordu. Caitlin yeniden bunların nasıl bir bağlantı içinde olabileceklerini düşündü. Bütün yüzyıllar boyunca ziyaret etmiş olduğu kiliseleri, manastırları düşündü ve bunların arasında bir bağlantı olduğunu hissetti. Fakat ne olduğundan emin değildi.
Caitlin’in Capernaum hakkında bildiği tek şey, İsrail’in kuzeybatı sahilinde, Celile’de küçük, mütevazı bir balıkçı köyü olduğuydu. Ama saatlerdir henüz daha tek bir köy dahi geçmiş değillerdi— aslında etrafta tek bir canlı bile yoktu— ve deniz bir yana Caitlin sudan bile eser göremiyordu.
Ardından, Caitlin tam bunu düşünürken bir dağın zirvesinin üzerinden uçtular ve diğer tarafta saatlerdir üzerinde uçmakta oldukları vadinin geri kalanı önlerine serildi. Manzara Caitlin’in nefesini kesti. Orada, önlerinde sanki sonsuza kadar uzanan parıl parıl parlayan bir deniz vardı. Caitlin’in hayatında hiç görmediği masmavi bir renge sahipti ve bir hazine sandığı gibi güneş ışığında inanılmaz parlıyordu. Tam denizin bittiği yerde beyaz kumlarla örtülü muhteşem bir sahil başlıyordu ve dalgalar gözün alabildiğine sahile çarpıp geri gidiyordu.
Caitlin birden heyecanlandı. Doğru yöne gidiyorlardı; eğer kıyı şeridini takip etmeye devam ederlerse, bu onları kesinlikle Capernaum’a götürecekti.
Caleb “Orada,” diye seslendi.
Caitlin, Caleb’in parmağının işaret ettiği yeri takip ederek gözlerini kısıp ufka baktı ve uzakta belli belirsiz küçük bir köyün bulunduğunu görebildi. Gördüğü şeye ne bir şehir, ne de bir kasaba denebilirdi. Aşağı yukarı iki düzine kadar ev vardı ve ayrıca kıyı şeridine yaslanmış büyük bir yapı yer alıyordu. Yaklaştıklarında, Caitlin güneşten dolayı gözlerini kısarak orayı inceledi, ama kimseyi göremedi: yalnızca sokaklarda yürüyen birkaç köylü vardı. Caitlin bunun öğlen sıcağından mı, yoksa buranın ıssız bir yer olmasından mı böyle olduğunu merak etti.
Caitlin, bizzat İsa’nın kendisinden herhangi bir işaret görmek için aşağıya baktı ama kimseyi görmedi. Bundan daha da önemlisi onu hissetmiyordu da. Eğer Caleb’in söylediği doğruysa, İsa’nın enerjisini çok daha uzaklardan hissedebilirdi. Fakat hiç olağandışı bir enerji sezmedi. Bir kez daha doğru zamanda ve yerde olup olmadıklarını merak etmeye başladı. Belki de o adam yanılıyordu: belki İsa yıllar önce ölmüştü. Ya da belki daha doğmamıştı bile.
Caleb birden, aşağıya köye doğru dalışa geçti ve Caitlin de onu takip etti. Köyün duvarlarının dışında, zeytin ağaçlarından oluşan bir korunun içinde inebilecekleri, fark edilmeyecek bir yer bulmuşlardı. İndiler ve ardından köyün girişine doğru yürümeye başladılar.
Küçük, tozlu köy yolundan içeriye doğru yürüdüler, hava sıcaktı ve her şey güneşin altında yanıyordu. Etrafta yavaş yavaş dolaşan birkaç köylü onları neredeyse fark etmemişti; yalnızca gölgelik bir yer arama ve kendilerini serinletme derdindelermiş gibi görünüyorlardı. Yaşlı bir kadın köyün kuyusuna doğru yürüdü, kuyudan su çekti ve suyu büyük bir kepçeyle ağzına götürüp içti. Ardından elini alnına götürerek terini sildi.
Caitlin ve Caleb küçücük sokakları geçerlerken, burası onlara tamamıyla terk edilmiş gibi geldi. Caitlin, bir ipucuna işaret edebilecek İsa’dan, babasından, kalkandan ya da Scarlet’ten herhangi bir iz aradı ama hiçbir şey bulamadı.
Caleb’e döndü.
“Şimdi ne yapacağız?”
Caleb boş gözlerle ona baktı. O da Caitlin gibi ne yapacağını bilemiyormuş gibi görünüyordu.
Caitlin döndü, köyün duvarlarını, o mütevazı mimariyi araştırdı ve köyün içine doğru bakınca doğruca okyanusa giden dar, eski bir yol fark etti. Köyün girişinden o yolun izini takip edince uzakta, okyanusun parladığını gördü.
Caleb’i hafifçe dürttü ve Caleb de gördü ve Caitlin köyden çıkarak kıyıya doğru yürüyünce onu takip etti.
Kıyı şeridine yaklaştıklarında, Caitlin küçük, açık renklere boyanmış üç tane balıkçı teknesi gördü, hava şartlarından ötürü yıkık dökük, yarı kuma gömülü bir haldelerdi ve dalgaların arasında inip kalkıyorlardı. Birisinde bir balıkçı oturuyordu ve diğer iki teknenin yanında da bileklerine kadar okyanusun içinde olan iki tane daha balıkçı duruyordu. Bunlar griye çalan saçları ve aynı renkte sakalları olan yaşlı insanlardı, yüzleri de tekneleri gibi yıpranmış, güneş yanıkları ve derin kırışıklıklarla doluydu. Güneşten korunmak için beyaz cübbeler giymişler ve beyaz başlıklar takıyorlardı.
Caitlin onları seyrederken, balıkçılardan ikisi bir balık ağını yukarı kaldırdılar ve yavaşça dalgaların içinden kendilerine doğru çektiler. Balıkçılar dalgalarla boğuşarak ağı çekerken teknelerin birinden küçük bir çocuk dışarı zıpladı ve onların ağı çekmesine yardım etmek için ağa doğru koştu. Ağ kıyıya yaklaşınca Caitlin düzinelerce balık yakalamış olduklarını gördü, hepsi kıpır kıpırdı ve çırpınıyorlardı. Yaşlı adamlar oldukça karamsar görünürlerken küçük oğlan mutlu bir şekilde tiz bir ses çıkardı.
Caitlin ve Caleb—özellikle de kıyıya çarpan dalgaların sesinden dolayı— onlara çok ses çıkartmadan yaklaşmışlardı ve bu nedenle adamlar hala yanlarına kadar geldiklerinin farkında değillerdi. Caitlin onları ürkütmemek için öksürdü.
Hepsi hemen arkalarını döndü ve onun olduğu tarafa baktı. Caitlin onların gözlerindeki şaşkınlığı görebiliyordu. Ama bunun için onları ayıplamadı: Caleb ve kendisinin görüntüleri şoke edici olmalıydı, ikisinin de üzerinde modern deri savaş giysileri vardı ve baştan ayağa siyahlar içindeydiler. Doğrudan gökyüzünden düşmüş gibi görünüyor olmalılardı.
Caitlin “Sizi rahatsız ettiğimiz için özür dileriz,”