Girişe yaklaştıklarında, ansızın trampet sesleri ve bunu izleyen at toynaklarının gürültüsü duyuldu.
Caitlin dönüp baktı. Ufukta zırh kuşanmış düzinelerce insan savaşçı doğruca onlara doğru dörtnala geliyordu. Onlara liderlik eden kürkler içindeki etkileyici bir adamdı; uzun turuncu bir sakalı vardı, yanındakiler tarafından korunuyor ve bir kral havası taşıyordu. Yüz hatları yumuşaktı ve daima gülümseyen birine benziyordu. Büyük bir savaşçı kitlesine sahipti. Taylor ve Tyler o kadar rahat olmasalardı, Caitlin çoktan gergin bir hal almış olurdu. Gelenlerin dost oldukları açıktı.
Gelen askerler onların önünde durup ikiye ayrıldıklarında Caitlin olduğu yerde durup şok içinde kaldı.
Orada, grubun tam ortasında, dünyada en çok sevdiği iki insan atlarından inmiş duruyordu. Buna inanamadı. Birkaç kez gözlerini kırptı. Gerçekten onlardı.
Önünde duran, kendisine sırıtan Sam ve Polly’di.
Caitlin ve Sam iki büyük savaşçı grubunun önüne çıktılar ve sıkıca sarıldılar. Caitlin kardeşine dokunduğu için, ona sarıldığı, gerçekten hayatta olduğunu görüp hissettiği ve şimdi gerçekten burada olduğu için çok rahatlamıştı. Ardından diğer tarafa uzanıp Polly’e sarıldı ve Caleb de ileri çıkıp hem Sam’i hem de Polly’i kucakladı.
Scarlet koşarak gelirken “Polly!” diye bağırdı, Ruth da yanında havlıyordu. Polly dizlerinin üzerine çöktü ve ona sıkıca sarılıp onu havaya kaldırdı.
Scarlet “Seni tekrar görebileceğimi düşünmemiştim!” dedi.
Polly’nin yüzü sevinçle parlıyordu. “Benden o kadar çabuk kurtulamazsın!”
Ruth havladı ve Polly tekrar dizlerinin üzerine çökerek ona sarıldı, bu arada Sam de Scarlet’e sarılmıştı.
Caitlin ailesinin ve sevdiklerinin yeniden bir araya gelmesinin verdiği sıcaklıktan çok mutluydu. Aklına Londra geldi, herkes hasta ve ölüyordu; o zaman böyle mutlu bir anın tekrar mümkün olabileceğini asla düşünemezdi. Her şeyin normale dönmesine minnettardı ve daha şimdiden ne kadar çok sayıda hayat sürdüğüne hayret etmişti. Ölümsüzlük için de minnettardı. Sadece bir hayatı olsaydı ne yapardı hayal bile edemiyordu.
Caitlin Sam’e “Size neler oldu?” diye sordu. “Sizi en son gördüğümde, bana Caleb ve Scarlet’in yanından ayrılmayacağınıza dair söz vermiştiniz. Ama geri döndüğümde gitmiştiniz.”
Caitlin, ihanetleri karşısında hala kızgındı.
Sam ve Polly utanç içinde aşağıya baktı.
Sam “Çok üzgünüm,” dedi. “Benim hatamdı. Polly kaçırılmıştı ve ben de onu kurtarmak için orayı terk ettim.”
Polly “Hayır, benim hatamdı,” dedi. “Sergei bir çare olduğunu söyledi ve ben de onu almak için onunla gitmek zorunda kaldım. Çok aptaldım, ona inandım. Onları kurtarabileceğimi zannettim. Ama sana verdiğim sözü tutamadım. Beni affedebilecek misin?”
Sam “Ya beni?” diye sordu.
Caitlin ikisinin de yüzüne baktı. İkisinin de hiçbir şüpheye yer bırakmayan içtenliğini görebiliyordu. Sözlerini tutmadıkları ve Scarlet ve Caleb’i bir saldırıya karşı savunmasız bırakıp gittikleri için bir yanı onlara hala kırgındı. Fakat gitgide evrimleşmekte olan diğer yanı onları tamamen affetmesini ve her şeyi unutmasını söylüyordu.
Derin bir nefes aldı ve her şeyi unutmaya odaklandı. Nefesini bıraktı ve başını salladı.
“Tamam, ikinizi de affediyorum.”
Karşılık olarak Sam de Polly de gülümsedi.
Birden atından inmiş ve onlara doğru gelen Kral McCleod “Sen onları affedebilirsin, ama adamlarımı öyle utandırdıkları için ben onları affetmem!” diyerek içten bir kahkaha koyuverdi. “Özellikle de Polly. İkiniz en iyi savaşçılarımı utanç içinde bıraktınız. Açıkçası, sizden öğrenmemiz gereken çok şey var, aynı diğerlerinden öğrendiğimiz gibi. Vampirler insanlara karşı. Bu hiç adil değil,” dedi, içten başka bir kahkahayla daha başını salladı.
McCleod öne doğru geldi ve Caitlin ve Caleb’e yaklaştı. Caitlin ondan hemen hoşlandı. Güler yüzlü biriydi, derinden, rahatlatıcı bir kahkahası ve etrafındaki herkese huzur veren bir hali vardı.
“Adamıza hoş geldiniz,” dedi, uzanıp Caitlin’in elini aldı ve başıyla onu selamlayarak elini öptü. Ardından Caleb’e döndü ve onun elini iki elinin arasında samimi bir şekilde sıktı. “Skye Adası. Dünya üzerinde bir benzeri daha yoktur. En büyük savaşçıların gözü kara yuvası. Bu gördüğünüz kale yüzlerce yıldır benim ailemin elinde. Burada bizimle kalacaksınız. Aiden çok sevinecek. Tabii benim adamlarım da. Size resmen hoş geldiniz diyorum!” En son söylediğini bağırarak söyledi ve tüm adamları alkışladı.
Caitlin, onun bu misafirperverliğinin altında ezildiğini hissetti. Nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu.
“Bizim için büyük bir zevk,” dedi.
Caleb “Biz de gösterdiğiniz cana yakınlık karşısında teşekkür ederiz,” dedi.
Scarlet bir adım öne çıktı ve “Siz bir kral mısınız?” diye sordu. “Burada gerçek bir prenses var mı?”
Kral bakışlarını aşağıya çevirdi ve gürültülü bir kahkahaya boğuldu, bu seferki öncekilerden daha derin ve sesliydi. “Tabii, ben bir kralım, evet gerçekten öyleyim, ama korkarım burada bir prenses yok. Sadece biz erkekler varız. Ama belki sen bunu düzeltebilirsin güzellik!” dedi gülerek ve öne doğru iki adım attı, Scarlet’i kaldırdı ve etrafında döndürdü. “Peki senin adın ne acaba?”
Scarlet kızardı ve birden utandı.
Aşağıya bakarak “Scarlet,” dedi. Ardından köpeğini işaret ederek “Ve bu da Ruth.”
Ruth sanki cevap verirmiş gibi havladı. McCleod kahkaha atarak Scarlet’i aşağıya indirdi ve Ruth’un tüylerini okşadı.
“Eminim hepiniz kurt gibi açsınızdır,” dedi. “Kaleye!” diye bağırdı. “Kutlama zamanı!”
Bütün adamlar bir grup halini alarak bağırdılar ve kalenin girişine doğru yürümeye başladılar. Onlar yürürken sıra sıra nöbetçiler hazırola geçtiler.
Sam bir kolunu Caitlin’in omzuna attı ve Caleb de Polly’i yanına çekti. Böylece hep beraber kalenin girişine doğru yürüdüler. Caitlin bunu yapmaması gerektiğini biliyordu ama yine de kendine rağmen bir kez daha, bu defa kalıcı bir yuva, sonunda dünyada sonsuza dek huzur içinde olabilecekleri bir yer bulmuş olduklarını ummadan edemedi.
ALTINCI BÖLÜM
Bu Caitlin’in hayal edebileceği en sıcak ve her şeyin inanılmaz bir bollukta sunulduğu en savurgan karşılamaydı. Gelişleri uzun bir kutlama gibi olmuştu. Birbiri ardına yeni vampir gruplarına rastlamış ve Caitlin, Barbara ve Cain gibi uzun yıllardır görmediği daha pek çok başka yüzü görmüştü. Hepsi birlikte, o sıcak, taştan kalede öğle yemeği için devasa bir ziyafet masasına oturmuşlardı. Ayaklarının altında kürkler ve duvarlarda meşaleler vardı. Şömine gür bir şekilde yanıyor ve köpekler etrafta koşturuyordu. İçinde bulundukları salon harika bir sıcaklık ve rahatlık hissi veriyordu. Caitlin dışarısının soğuk olduğunu biliyordu, Ekim ayının sonuydu. Caitlin’e 1350 yılında oldukları söylenmişti.