Nefes almayı reddeden ciğerleriyle Ceres orada yatıyordu. Çaresizce hava almak istiyordu, başı dönüyordu, elleri ve dizleri üzerinde sürünerek kalkmaya çabaladı ancak çabucak yere düştü.
Yüzü, sert kuma yapışmış halde nefessiz yatarken aslanın Sartes'e doğru ilerlediğini gördü. Kardeşinin bu denli savunmasız bir durumda gördüğünde içi tutuştu. Nefes almaya zorladı kendini ve kardeşini kurtarmak için ne yapması gerektiğini net bir şekilde fark etti.
İçindeki enerji sel olurken bu an için ona güç verdi ve böylece Ceres ayağa kalktı, kılıcı aldı ve hayvana o kadar hızlı bir şekilde yetişti ki neredeyse uçtuğuna ikna olacaktı.
Hayvan ondan artık on adım uzaktaydı. Sekiz. Altı. Dört.
Ceres dişlerini sıkıp kendini hayvanın sırtına attı, parmaklarını ısrarlı bir şekilde sert kürküne geçirdi, odağını kardeşinden uzaklaştırmasına çaresizce ihtiyaç duyuyordu.
Aslan arka ayakları üzerinde durup gövdesini sallayarak Ceres'i öne arkaya itmeye başladı. Fakat demir gibi sağlam tutuşu ve kararlılığı hayvanın onu sırtından atma girişimlerinden daha güçlüydü.
Hayvn yeniden dört ayağının üstüne gelince Ceres aradığı fırsatı yakaladı. Kılıcını havaya kaldırıp hayvanın boynuna kılıcını sapladı.
Hayvan tiz bir çığlık atıp arka ayakları üzerinde dururken kalabalık tezahürat etti.
Pençesiyle Ceres'in arkasına uzanan hayvan tek bir hareketle Ceres'in sırtını yardı, acı içinde bağırdı Ceres. Pençeler derisine saplanmış hançerler gibiydi. Hayvan Ceres'i tuttu ve duvara fırlattı, Ceres Sartes'ten oldukça uzağa düştü.
"Ceres!" diye bağırdı Sartes.
Kulakları çınlayan Ceres oturmak için uğraş verirken sırtı zonkluyordu, ılık kan boynundan aşağı süzülüyordu. Yarasına bakmak için zamanı yoktu. Aslan yeniden ona doğru saldırıya geçmişti.
Yaratık üstüne atılırken Ceres'in başka seçeneği yoktu. Hiç düşünmedi, içgüdüsel olarak bir avucunu yukarı kaldırıp önünde tuttu. Bu, hiç görebileceğini düşünmediği bir şeydi.
Aslan tam zıpladığı sırada Ceres göğsünde sanki bir ateş topunun tutuştuğunu hissetti ve aniden elinden aslana doğru bir enerji topunun ateşlendiğini duyumsadı.
Aslan havada süzülürken yarı yolda aniden cansız kaldı.
Yere yapıştı, Ceres'in ayaklarının üstünde aniden durdu. Bir yanı hayvanın yeniden hayata dönüp Ceres'in işini bitireceğini bekliyordu, Ceres orada yatan hayvanı izlerken nefesini tutmuştu.
Fakat yaratık kıpırdamadı.
Şaşıran Ceres avucuna baktı. İçinden ne çıktığını göremeyen kalabalık, muhtemelen hayvanın daha önce bıçaklanmış olduğu için öldüğünü düşünüyordu. Fakat Ceres bundan fazlasını biliyordu. Bir takım gizemli güçler ellerinden çıkmış ve o anda yaratığı öldürmüşlerdi. Ne gücü vardı? Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı ve bunun ne anlama geldiğini anlayamıyordu.
O kimdi ki güçleri olsundu?
Korkmuş bir halde, elini yere koydu.
Tereddütlü gözlerini kaldırınca stadyumun susmuş olduğunu gördü.
O anda merak etmeden duramadı. Olanı onlar da görmüş müydü?
İKİNCİ BÖLÜM
Sonsuza uzayan bir his gibi süren bir saniye için, Ceres orada acıyla ve olanlara inanamayarak hissiz bir şekilde otururken tüm gözleri üstünde hissediyordu. Olayın yankılarından ziyade içinde pusuda bekleyen, o aslanı öldüren doğa üstü güçten korkuyordu. Etrafını çeviren onca insandan ziyade artık tanıyamadığı kendiyle yüzleşmekten çekiniyordu.
Birden sersemlemiş kalabalık kükremeye başladı. Onun için tezahürat ettiklerini anlaması için biraz zaman geçmesi gerekti.
Kükremelerin arasından bir ses duyuldu.
"Ceres!" diye bağırdı yanındaki Sartes. "Yaralı mısın?"
Hala Stadyum zemininde yatmakta olan kardeşine doğru döndü ve ağzını açtı ancak ağzından tek bir kelime çıkmadı. Nefesini tüketmişti ve başı dönüyordu. Gerçekten olup biteni görmüş müydü? Diğerleri bilemezdi ama bu mesafeden kardeşinin olan biteni görmemiş olması mucize sayılırdı.
Ceres ayak seslerini duydu ve birden biri iki güçlü el onu ayağa dikti.
"Hemen çık!" diye kükredi Brennius, solundaki açık kapıya doğru onu sürükleyerek.
Sırtındaki yaraların delikleri ağrıyordu ancak kendini gerçeğe dönmeye zorladı; Sartes'i tutup ayaklarının üstüne getirdi. Birlikte çıkışa doğru yönelerek kalabalığın tezahüratlarından kurtulmaya çalıştılar.
Kısa süre sonra karanlık, havasız bir tünele vardıklarında Ceres içeride düzinelerce savaşçı gördü, arenadaki bir kaç zafer anı için sıralarını bekliyorlardı. Bazıları gözlerini kapatmış derin düşüncelerle banklarda otururken diğerleri kaslarını çalıştırıyor,bir ileri bir geri yürüyerek kollarını şişiriyorlardı. Diğerleri ise kısa süre içinde kendilerini içinde bulacakları kan gölü için silahlarını hazırlıyordu. Az önce olan biten dövüşe şahit olan bu adamlar ona gözlerinde hayretle baktılar.
Ceres meşalelerin gri tuğlalara yumuşak bir ışık bırakarak aydınlattığı yer altı koridorlarından aceleyle geçerken duvarlarda asılı olan çeşit çeşit silahı geride bırakıyordu. Sırtındaki ağrıyı görmezden gelmeye çalışıyordu ancak attığı her adımla sırtına yapışan sert kumaş sebebiyle bunu yapmak çok zordu. Aslanın pençeleri tenine mıhlanan hançerler gibiydi ancak şimdi derisi zonklarken çok daha kötü hissettiriyordu.
"Sırtın kanıyor," dedi Sartes, titrek sesiyle.
"İyileşeceğim. Nesos ve Rexus'u bulmamız gerekiyor. Kolun nasıl?"
"Ağrıyor."
Çıkışa ulaştıklarında ardına kadar açık olan kapının önünde iki İmparatorluk askeri bulunuyordu.
"Sartes!"
Ne olduğunu anlayamadan askerlerden biri kardeşini, diğeri de onu tuttu. Direnmenin anlamı yoktu. Diğer asker sanki bir pirinç çuvalıymış gibi onu omzuna atıp taşıdı. Tutuklanmaktan korkarak sırtına vurdu ancak nafileydi.
Stadyumdan çıkar çıkmaz asker onu yere attı, Sartes de yanına düştü. Olaya tanık olan bir kaç kişi sanki akacak kanına susamış gibi etrafında yarım daire oluşturup olan biteni izlemeye koyuldu.
"Tekrar Stadyuma girerseniz," diye homurdandı asker, "asılırsınız."
Askerler onu şaşırtarak tek kelime etmeden dönüp kalabalık arasında kayboldular.
Kalabalığın uğultusunda derin bir ses, "Ceres!" diye bağırıyordu.
Ceres kafasını kaldırınca rahatlayarak Nesos ve Rexus'un ona doğru geldiklerini gördü. Rexus kollarını ona dolarken nefesi kesildi Ceres'in. Kendini geri çekti, gözleri endişe doluydu.
"İyi olacağım," dedi.
Kalabalık gruplar Stadyum'dan çıkarken Ceres ve diğerleri onların aralarına karışıp sokaklara yöneldiler, daha fazla olay istemiyorlardı. Çeşmeli Meydan'a yürürken hala başı dönen Ceres olup biteni zihninde tekrar tekrar oynatıyordu. Yanındaki kardeşlerinin bakışlarını fark ediyor ve ne