“Öyle mi?” diye sordu Fervil şüpheci bir şekilde.
Alec’i tepeden tırnağa sert bir şekilde süzdü, ona sanki işe yaramaz biriymiş gibi bakıyordu.
“Bundan şüpheliyim” diye ekledi “görünümüne bakarsak! Bana son derece genç göründü. Fakat onu metal artıklarını toplaması için kullanabiliriz. Tut şunu,” dedi uzanıp Alec’e içi parça metal dolu bir kovayı uzatırken. “Sana daha fazla ihtiyacım olursa haber veririm.”
Alec içerlemiş bir şekilde kızardı. Bu adamın neden kendisinde bu kadar hoşlanmamış olduğunu anlamıyordu; belki de onu tehdit olarak görmüştü. Ocağın sessizleştiğini, diğer oğlanların onları izlediğini hissedebiliyordu. Bu adam birçok açıdan ona babasını hatırlatmıştı ve bu da yalnızca Alec’in öfkesinin artmasına neden olmuştu.
Ailesinin ölümünden beri hala öfkeli olan Alec, daha önce tolere ettiği hiçbir davranışa artık tolerans göstermek istemiyordu.
Diğerleri arkalarını dönüp giderken Alec içi metal parçalarıyla dolu kovayı yere bıraktı ve metaller taş zeminde gürültü bir şekilde şangırdadı. Diğerleri donakalmış bir şekilde geri döndüler ve oğlanlar işlerini bırakıp yüzleşmeyi izlerken ocak tamamen sessizliğe gömüldü.
“Dükkânımdan defol git!” diye hırladı Fervil.
Alec onu umursamadı; aksine, onun yanından geçip en yakın tablaya gitti ve bir uzun kılıcı alıp, yere paralel tutarak inceledi.
“Bu senin el işçiliğin mi?” diye sordu Alec.
“Sen kim oluyorsun da beni sorgulayabiliyorsun?” diye çıkıştı Fervil.
“Öyle mi?” diye bastırdı Marco arkadaşına destek olarak.
“Evet, öyle” dedi Fervil kendini savunur şekilde.
Alec başını salladı.
“Bu berbat” dedi.
Dükkânın içinde bir şaşkınlık ifadesi duyuldu.
Fervil sırtını dikleştirip, öfkeli bir şekilde kaşlarını çattı.
“Çocuklar siz gidebilirsiniz” diye bağırdı. “Hepiniz. Burada yeteri kadar demircim var.”
Alec geri adım atmadı.
“Ama hiçbiri de bir işe yaramaz” diye karşılık verdi.
Fervil kıpkırmızı bir şekilde ona dönüp, tehditkâr bir adım attı. Marco aralarına elini koydu.
“Biz gidiyoruz” dedi Marco.
Alec aniden kılıcın kabzasını yere dayadı, bir ayağını kaldırdı ve tek bir tekmeyle kılıcı ikiye böldü.
Parçalar her yana saçılırken içerideki herkes donakalmıştı.
“İyi bir kılıç bu şekilde kırılır mıydı?” diye sordu Alec iğneleyici bir gülümsemeyle.
Fervil haykırdı ve Alec’e doğru saldırıya geçti. Yaklaştığı sırada Alec kırık kılıcın tırtıklı ucunu havaya kaldırdı ve Fervil’i durdurdu.
Bu kapışmayı gören diğer çocuklar kılıçlarını çekip Fervil’i savunmak için ileri atılırken Marco ve arkadaşları da Alec’in etrafında kılıçlarını çekti. Tüm oğlanlar, gergin bir açmaz içinde, birbirlerinin yüzüne bakıyordu.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Marco Alec’e. “Hepimiz aynı amacı paylaşıyoruz. Bu çılgınlık.”
“Tam da bu yüzden ellerinde çöple savaşmalarına izin veremem” diye yanıtladı Alec.
Alec kırık kılıcı yere attı ve beline uzanıp kendi uzun kılıcını çıkarttı.
“Bu da benim el işçiliğim” dedi yüksek sesle. “Bunu babamın demirci ocağında kendim dövdüm. Görebileceğiniz en iyi el işçiliği.”
Alec aniden kılıcı döndürüp kesici tarafından tuttu ve kabzasını Fervil’e uzattı.
Gergin bir sessizlik içindeki Fervil’in böyle bir hareket beklemediği anlaşılıyordu. Aşağı baktı, kılıcın kabzasını kavradı. Alec tamamen savunmasız kalmıştı ve Fervil bir an kılıcı Alec’e saplamamak için kendini zor tutuyor gibi göründü.
Fakat yerinden kıpırdamadan, gururla ve korkusuzca durdu.
Yavaşça Fervil’in yüzü yumuşadı. Alec’in kendisini tamamen savunmasız bırakmış olduğunu fark etmişti ve artık ona daha bir saygılı bakıyordu. Kılıcı elinde tutup dikkatle inceledi. Eliyle şöyle bir tarttı ve havaya kaldırıp ışığa tuttu. Sonunda, uzun bir süreden sonra Alec’e baktı. Etkilenmişti.
“Senin el işçiliğin mi?” diye sordu inanmaz bir ses tonuyla.
Alec başıyla onayladı.
“Ve daha fazlasını da yapabilirim.”
Bir adım öne attı ve Fervil’e baktı. Gözlerinde büyük bir yoğunluk vardı.
“Pandesialıları öldürmek istiyorum” dedi Alec. “Ve bunu gerçek silahlarla yapmak istiyorum.”
Fervil başını sallayıp gülümseye başlayana kadar dükkânın içinde uzun ve ağır bir sessizlik oldu.
Fervil kılıcı indirdi ve bir elini Alec’e uzattı, Alec de ona uzatılan eli kavradı. Yavaşça diğer oğlanlar da kılıçlarını indirdiler.
“Sanırım” dedi Fervil, gülümsemesi genişlerken “senin için bir yer ayarlayabiliriz.”
BÖLÜM SEKİZ
Aidan boş orman yolunda yürüyordu, hala her yerden hiç olmadığı kadar uzaktı ve kendini dünyada yapayalnız hissediyordu. Eğer yanında Orman Köpeği olmasaydı perişan halde ve umutsuz olurdu; fakat elini onun kısa beyaz tüyleri üzerinde gezdirirken Beyaz, çok kötü şekilde yaralı olmasına rağmen Aidan’a güç veriyordu. İkisi de topallıyordu, ikisi de arabanın sürücüsüyle girdikleri şiddetli kapışmada yaralanmıştı ve hava kararırken, attıkları her adım onlara acı veriyordu. Topallayarak attığı her adımda Aidan, bir daha o adamı görecek olursa kendi elleriyle onu öldürmeye yemin ediyordu.
Yanından yürüyen Beyaz inledi ve Aidan uzanıp köpeğin başını okşadı. Bu, bir köpekten daha vahşi bir yaratıktı ve boyu neredeyse Aidan’la aynıydı. Aidan hayvanın yalnızca yol arkadaşlığı için değil aynı zamanda gerçekten hayatını kurtarmış olduğu için de ona minnettardı. İçinde bir şey onu öylece bırakmasına izin vermediği için Beyaz’ı kurtarmıştı ve hemen ardından ödülünü kendi canının kurtulması olarak almıştı. Aynı durum tekrar başına gelse yine aynı şeyi yapardı; bu, ıssızlığın ortasında, kimsenin bilmediği bir yere atılmak, açlık yüzünden ölmek anlamına gelse bile… Yine de buna değerdi.
Beyaz yeniden inledi. Aidan onun açlık nedeniyle yaşadığı sıkıntıyı paylaşıyordu.
“Biliyorum Beyaz” dedi Aidan. “Ben de açım.”
Aidan Beyaz’ın hala kanayan yaralarına baktı ve başını salladı. Kendini berbat ve çaresiz hissediyordu.
“Sana yardım edebilmek için her şeyi yaparım” dedi Aidan. “Keşke nasıl yapabileceğimi de bilseydim.”
Aidan uzanıp hayvanın başının üzerini öptü, kürkü yumuşaktı. Beyaz da başını Aidan’a yasladı. Bu ölüm yolunda iki kişinin son kucaklaşması gibiydi. Gittikçe karanlığa gömülen ormanın her yanından vahşi