Ateş Ülkesi . Морган Райс. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Серия: Felsefe Yüzüğü
Жанр произведения: Героическая фантастика
Год издания: 0
isbn: 9781632915870
Скачать книгу
dayanamasa da yapılacak en doğru şeyin bu olduğunu biliyordu. Bir ateş dalgası ona doğru gelirken, kendini diğerleri tarafından yönlendirilerek kapılardan aşağıya sürüklenmeye, basamakları inerek karanlığa doğru ilerlemeye bıraktı. Çelik kapılar alevler ona ulaşmadan tam bir saniye önce kapandı ve arkasından gelen yankıları duydu sanki kalbinde çarparak kapanan kapılar gibi hissettirdi.

      İKİNCİ BÖLÜM

      Alistair, Erec'in bedeninin yanında çömelmiş, hıçkırıyor, onu sıkıca tutuyordu, gelinliği Erec'in kanıyla bulanmıştı. Onu sararken, tüm dünya etrafında dönüyordu, Erec'in canının yavaşça onu terk ettiğini hissediyordu. Bıçak yaralarıyla kalbura dönen Erec inlerken, Alistair nabız atışlarından hissettiği kadarıyla onun öldüğünü anlıyordu.

      "HAYIR!" diye haykırdı Alistair, onu kollarında sarıp sallanarak. Onu tutarken kalbinin ikiye bölündüğünü hissetti, sanki kendisi can veriyordu. Evlenmek üzere olduğu, bir an önce ona büyük bir aşkla bakan bu adam şimdi kollarında neredeyse cansız yatıyordu. Bunu anlamakta zorluk çekiyordu. Darbe hiç şüphelenmediği bir anda aşk ve neşe doluyken inmişti, Alistair yüzünden hazırlıksız yakalanmıştı. Ona gelinliğiyle yaklaşırken gözlerini kapamasını istediği o aptal oyun yüzünden olmuştu olanlar. Alistair suçluluk duygusu altında eziliyordu, tüm bunların kendi suçu olduğunu hissediyordu.

      "Alistair," diye inledi.

      Alistair ona bakıp yarı açık gözlerinin artık donuklaştığını, içlerinden hayatın çekilmeye başladığını gördü.

      "Bil ki bu senin hatan değil," diye fısıldadı. "Bil ki seni çok seviyorum."

      Alistair onu göğsünde tutarak, soğuğunu hissederek ağladı. Bununla beraber içinde bir şeyler atağa geçti, tüm bunların ne kadar adaletsiz olduğunu ve onu ölüme terk etmeyi kesinlikle reddeden eden bir şeylerin ortaya çıktığını hissetti.

      Alistair birden sanki parmak uçlarına batan binlerce iğne, onu titreten tanıdık bir his duydu ve tüm vücudu baştan aşağı ateş kesilmişti. Garip bir güç onu teslim aldı, güçlü ve ilkeldi, bunu anlayamıyordu. Hayatı boyunca duyumsadığı tüm güçlerden çok daha kuvvetli bir biçimde işliyordu, sanki yabancı bir ruh bedenini ele geçiriyordu. Elleri ve kollarının yandığını hissederken içgüdüsel olarak ellerini Erec'in göğsüne ve alnına götürdü.

      Orada tuttu, daha da ısınıyorlarken gözlerini kapattı. Zihninde belli başlı resimler çakıyordu. Erec'i gençlik haliyle, Güney Adalar'ı terk ederken gördü, gururlu ve asil  duruşuyla büyük bir gemide; Lejyon'a girerken;  Gümüş'e katılırken, mızrağıyla dövüşüp şampiyonluğunu ilan ederken; düşmanlarını yenerken ve Halka'yı savunurken gördü. Atında dimdik otururken aldığı silueti, parlayan gümüş zırhıyla asalet ve cesaretin vücuda gelmiş haliydi. Onun ölmesine izin veremeyeceğini biliyordu; dünya onun ölmesine müsaade etmeyecekti.

      Alistair'in elleri hala daha çok ısınıyordu ve gözlerini açtığında Erec'in gözlerinin kapandığını gördü. Avuçlarından çıkan beyaz bir ışığın Erec'i çevrelediğini de gördü, etrafını sarmış bir hare ile onu sarmalıyordu. Yaralarına, damlayan kana bakarken bunların yavaşça kapandığını gördü.

      Erec'in gözleri aniden açıldı, ışıkla dolmuştu ve onda bir şeylerin değiştiğini hissetti. Anlar önce öylesine soğuk olan vücudu ısınmaya başlamıştı. Hayat gücünün geri döndüğünü hissetti.

      Erec şaşkınlık ve hayretle ona baktı ve bunu yaparken Alistair gücünü ona aktarırken kendi enerjisinin tükendiğini, kendi yaşam gücünün azaldığını hissetti.

      Gözleri kapandı ve Erec derin bir uykuya daldı. Alistair'in elleri soğudu, Erec'in nabzına bakınca normale döndüğünü gördü.

      Rahatlayarak içini çekti, onu geri getirdiğini biliyordu. Avuçları titredi, deneyim onu öylesine tüketmişti ki bitkin düşmüştü ancak sevinçliydi.

      Teşekkür ederim, Tanrım, diye düşündü öne doğru eğilirken, yüzünü göğsüne koyup sevinç göz yaşları dökerek ona sarıldı. Benden kocamı almadığın için teşekkür ederim.

      Alistair ağlamayı kesti ve kafasını kaldırıp bakınca Bowyer'ın kılıcının taş zeminin üstünde durduğunu, kabza ve kılıcının kanla kaplı olduğunu gördü. Bowyer'dan daha önce hiç deneyimlemediği bir tutkuyla nefret ediyordu ve Erec'in intikamını almaya kararlıydı.

      Alistair yere eğildi ve kanlı kılıcı aldı, tutarken avuçları kan içinde kalırken onu inceledi. Fırlatmaya ve odanın diğer ucuna doğru atmaya hazırlanırken bir anda kapı ardına kadar açıldı.

      Alistair döndü, kanlı kılıç elindeyken düzinelerce askerle birlikte Erec'in ailesinin odaya doluştuğunu gördü. Yaklaşırken, bakışlarını bir Erec’e bir ona çevirdiklerinde yüzlerindeki endişe yerini dehşete bıraktı.

      "Ne yaptın?" diye bağırdı Dauphine.

      Alistair hiç anlayamadan ona baktı.

      "Ben mi?" diye sordu. "Hiç bir şey yapmadım."

      Dauphine ona doğru fırtına gibi yaklaşırken dik dik suratına baktı.

      "Yapmadın mı?" diye sordu. "En iyi ve en büyük şövalyemizi öldürdün!"

      Alistair, hepsinin sanki katil oymuş gibi ona baktıklarını görünce korkuyla onları izledi.

      Aşağıya bakınca elindeki kanlı kılıcı, avucunda ve gelinliğindeki kan izlerini gördü ve hepsinin onun yaptığını düşündüklerini anladı.

      "Fakat onu ben bıçaklamadım!" diye çıkıştı Alistair.

      "Öyle mi?" diye suçladı onu Dauphine. "O zaman elindeki kılıç sihirli bir şekilde mi ortaya çıktı?"

      Etrafında toplanırken Alistair odaya baktı.

      "Bunu yapan bir adamdı. Savaş alanında ona meydan okuyan bir adam: Bowyer."

      Diğerleri şüpheyle birbirlerine baktı.

      "Bir adam demek?" diye karşılık verdi Dauphine. "Nerede bu adam o zaman?" diye sordu odaya bakarak.

      Alistair adamla ilgili hiç bir iz göremeyince, yalan söylediğini düşündüklerini anladı.

      "Kaçtı, "dedi. "Onu bıçakladıktan sonra."

      "Kanlı kılıcı nasıl oldu da elinde duruyor?" diye cevapladı Dauphine.

      Alistair elindeki kılıca dehşetle baktı,  elinden bıraktı, yere tıngırdayarak düşürdü.

      "Neden müstakbel kocamı öldüreyim?" diye sordu.

      "Sen bir büyücüsün," dedi Dauphine, başında durarak. "Senin türüne güven olmaz. Ah, kardeşim!" dedi Daupine, öne atılıp Erec'in yanında dizlerinin üstüne çöktü ve Alistair'le arasına girdi. Dauphine Erec'i sıkı sıkı tutarak sardı.

      "Ne yaptın? "diye inledi Dauphine gözyaşlarına boğulurken.

      "Fakat ben masumum!" diye haykırdı Alistair.

      Dauphine yüzünde bir nefret ifadesiyle önce Alistair'e sonra tüm askerlerine döndü.

      "Tutuklayın onu!" diye emretti.

      Alistair ellerini arkasından bağlayan elleri hissederken ayakları üstüne düşmesi için ittirildi. Enerjisi azalmıştı ve muhafızlar bileklerini sırtından bağlarken karşı koyamadı, onu sürüklemeye başladılar. Ona ne olduğuyla kesinlikle ilgilenmiyordu ancak onu sürüklerlerken Erec'ten ayrı olma fikrine katlanamıyordu. Şimdi, ona en çok ihtiyaç duyduğu anda bu olamazdı. Ona verdiği şifa geçiciydi ve biraz daha almaya ihtiyacı vardı, eğer bu şifayı ona veremezse ölebilirdi.

      "HAYIR!"