Bunu kavrayan kişinin bin kollu, bin gözlü Kannon’dan hiçbir farkı olmaz.
Sıradan bir insan, bin kolu ve gözü olduğu için onun kutsandığına inanır. Henüz olgunlaşmamış bir bilgeliğe sahip insan, birinin nasıl bin tane göze sahip olabileceğine hayret ederek bunun bir yalan olduğunu söyler ve karalamaya başlar. Fakat eğer insan işin özünü daha iyi anlayabilirse, ilkelere bağlı ve saygılı bir inanca sahip olacak, sıradan birinin inancına ya da bir başkasının karalamalarına ihtiyaç duymayacaktır. Dahası, Budizmin bu tek örnekle, ilkesini başarılı bir şekilde ortaya koyduğunu anlayacaktır.
Bütün dinler böyledir. Özellikle Şinto dininin böyle olduğunu biliyorum.
Sıradan insan sadece yüzeysel düşünür. Budizme dil uzatan insanın ise durumu daha kötüdür.
Dünyada birçok din vardır fakat en derinlerinde hepsi aynı sonuç üzerine kurulmuştur.
Her halükârda, kişi disiplini uygulayıp acemilikten sarsılmaz bilgeliğe ulaştığında bir dönüş yapar ve ebedi yere, başlangıca geri döner.
Bunun bir sebebi vardır.
Bir kez daha kendi dövüş sanatınızla ilgili olarak konuşabiliriz. Acemi insan, vücudunun duruşu ve kılıcının konumu hakkında hiçbir şey bilmediğinden zihni de bedeninin hiçbir yerinde durmaz. Eğer bir adam ona kılıcıyla saldırırsa, saldırıyı aklında hiçbir şey olmadan karşılar.
Bu kişiye çeşitli konuları inceleyip nasıl bir tavır alacağı, nasıl kavrayacağı ve zihnini nereye koyacağıyla ilgili farklı yollar öğretildiğinde, zihni birçok yerde durabilir. O anda bir rakibe saldırmak isterse alışılmadık şekilde rahatsızlık duyar. Daha sonra günler geçip zaman ilerledikçe çalışmaları doğrultusunda artık ne vücudunun duruşunu ne de kılıcı nasıl tuttuğunu zihninde tartması gerekir.
Bu durumda, birden ona kadar sayıldığında ilk ve son rakamların yan yana olması gibi başlangıcın da sonla aynı anlamı taşıdığı görülür.
Diğer konularda, mesela müzikal perdede, başlangıçtaki en alçak perdeden sondaki en yüksek perdeye hareket edildiğinde en alçaktaki ve en yüksekteki bitişik hale gelir.5
En yüksek ve en alçak perdenin birbirine benzediğini söyleriz. Budizm, en derinlerine ulaştığınızda, Buda veya Budist Yasası hakkında hiçbir fikri olmayan bir insana benzer. Ne bir süsü ne de insanın dikkatini çekecek bir yanı vardır.
Başlangıcın cehaleti ve ıstırabı ile sonradan gelen sarsılmaz bilgelik bir olur. Akıl işlevini yitirir ve kişi, zihnin ve düşüncenin olmadığı bir hale gelir. En derin noktaya gelindiğinde, kollar, bacaklar ve beden ne yapması gerektiğini anımsar ve zihin bu işe karışmaz bile.
Budist rahip Bukkoku6 şöyle der:
“Her ne kadar düşünerek tutmasa da nöbeti, korkuluk boşuna durmaz küçük dağ tarlalarında.”
Her şey böyledir.
İnsanlar, dağdaki tarlalarına korkuluk yapmak için bir insan figürü oluşturup eline bir yay ve ok yerleştirir. Kuşlar ve hayvanlar da bunu görüp kaçarlar. Bir akla sahip olmamasına rağmen geyikler ondan kaçıyorsa, bu figür görevini yerine getiriyor demektir ve boş yere yapılmamıştır.
Bu, herhangi bir yolun derinliklerine ulaşmış insanların davranışlarına bir örnektir. Eller, ayaklar ve beden hareket edebilirken zihin hiçbir yerde durmaz ve nerede olduğu da bilinmez. Kişi, düşüncenin ve zihnin olmadığı ruh haline büründüğünde, tarladaki korkuluğun seviyesine ulaşmış demektir.
Yolunu bulamayan sıradan insanın en başından beri bilgeliğe sahip olmadığını ve ne olursa olsun asla sahip olamayacağını söyleyebiliriz. Her şeyden yüksekte, olabilecek en uzak noktada duran bilgelik, asla ortaya çıkmayacaktır. Son olarak, yeterince olgunlaşmamış kişi, bilgeliğini düşünmeden hemen açığa vuracaktır ve bu gülünç bir durumdur. Günümüz rahiplerinin sahip olduğu edep hiç kuşkusuz bu ışığın rehberliğinde değerlendirilebilir. Bu utanç vericidir.
Eğitim, prensip ve teknik olarak ikiye ayrılır.
Prensip, yukarıda açıkladığım gibidir; oraya vardığınızda hiçbir şey fark edilmez. Tüm konsantrasyonunuzu bir kenara atmaya benzer. Yukarıda bunları uzun uzun anlattım.
Eğer teknikle çalışmaz ve kafanızı sadece prensiplerle doldurursanız, bedeniniz ve elleriniz işlemeyecektir. Teknikle çalışmak, sizin savaş sanatınızla ifade etmek gerekirse, beş beden duruşunu bir bütün haline getiren çalışmadır.
Prensipleri bilseniz bile tekniklerin kullanımında kendinizi tamamen özgür kılmalısınız ve taşıdığınız kılıcı iyi kullansanız bile, eğer prensibin en derin yönleri hakkında aklınız bulanıksa, ustalık için yetersiz kalmanız muhtemeldir.
Teknik ve ilke, bir arabanın iki tekerleği gibidir.
Bir Saç Telinin Bile Giremeyeceği Aralık
Bir saç telinin bile giremeyeceği aralık dediğimiz bir şey vardır. Bu konuda sizin savaş sanatınız üzerinden konuşabiliriz.
Bu “aralık”, iki şeyin üst üste geldiği ve aralarında bir kıl payının bile söz konusu olmadığı durumdur.
Ellerinizi çırpıp tam o anda bir çığlık attığınızda, ellerinizi çırpma ve çığlık atmanız arasındaki aralığa bir saç teli bile giremeyecektir.
Bu, el çırpmak, bağırmayı düşünmek ve sonrasında bağırmakla – ki bu da aralarında boşluk kalmasına neden olacak bir şeydir – ilgili değildir. Ellerinizi çırpıp tam o anda bir ses çıkarıyorsunuzdur.
Aynı şekilde, eğer zihniniz bir adamın size saldıracağı kılıçla birlikte durursa bir aralık olacak ve hamleniz boşa gidecektir. Ancak rakibinizin kılıcıyla kendi eyleminiz arasında bir saç telinin girebileceği bir aralık yoksa, rakibinizin kılıcı size ait olacaktır.
Zen tartışmalarında da aynı şey vardır. Budizmde zihnin durmasından, o veya bu şekilde kalmasından nefret ederiz ve bu durumu ıstırap olarak adlandırırız.
Bu, hızlı bir akıntıda ilerleyen bir top gibidir; akıp giden ve bir an bile durmayan zihne saygı duyarız.
Kıvılcım ve Taşın Hareketi
Kıvılcım ve taşın hareketi dediğimiz bir şey vardır. Bu, az önce bahsettiklerimizle aynıdır. Taşı sürttüğünüzde ışık belirir. Işık, taşı tam sürttüğünüz anda belirdiğine göre ne bir aralık ne de bir boşluk söz konusudur. Bu aynı zamanda zihni durduracak bir aralığın olmaması demektir.
Bunu sadece hız olarak anlamak yanlış olur. Aksine bu, zihnin alıkonmaması gerektiğinin altını çizip hızlıyken durmaması gerektiğini ifade eder. Zihin durursa rakip tarafından ele geçirilir. Diğer yandan eğer zihin, hızlı olmayı düşünür ve hızlıca hareket ederse, kendi tefekkürüne kapılır.
Saigyo’nun bir şiiri vardır:
Bir tek seni bilir dünyadan nefret eden bir adam,
Umarım ki alıkonmasın zihnin bu fani mesken tarafından.
Saigyo bu şiiri Eguchi’nin7 cariyesine atfeder.
Eğer bu şiirin son dizesine bakarsanız, “Umarım ki alıkonmasın zihnin…” cümlesinin dövüş sanatlarının özünü ifade ettiği söylenebilir çünkü zihnin alıkonmaması esastır.
Zende “Buda nedir?” diye