Bireysel psikolojiye göre hayatta mesleki, toplumsal ve aşkla ilgili üç temel sorun altında gruplandırılamayacak başka hiçbir sorun bulunmaz. Her bireyin bu sorunlara verdiği yanıt onun yaşamın anlamına yönelik gizli düşüncesini eksiksiz bir biçimde açığa çıkarır. Örneğin aşk yaşamı yetersiz olan, mesleğinde hiçbir çaba sarf etmeyen, çok az arkadaşı olan ve hemcinsleriyle ilişki kurmada zahmet çeken birisini ele alalım. Yaşamındaki sınırlamalar ve kısıtlamalardan yaşamda olmanın zor ve tehlikeli bir şey olduğunu hissettiğini ve bunun da pek çok bozgunun yanında sadece birkaç olanak sunduğunu düşündüğü sonucuna varabiliriz. Daracık eylem alanı “Yaşam, acıya karşı kendimi korumak, kendimi muhafaza etmek ve zarar görmeden kurtulmak demektir,” gibi bir yargı olarak yorumlanacaktır. Diğer yandan aşk yaşamı samimi ve çok yönlü işbirliğine dayanan, mesleki çabaları yararlı başarılarla sonuçlanan, çok sayıda arkadaşı olan ve hemcinsleriyle ilişkileri olabildiğince yakın ve verimli olan birini ele alalım. Böyle birisinin yaşamı yaratıcı bir görev olarak gördüğü, yaşamın kendisine pek çok olanak sunduğunu ve onarılamayacak hiçbir yenilgi vermediğini düşündüğü sonucuna varabiliriz. Yaşamın tüm sorunlarıyla yüzleşmedeki cesareti “Yaşam, hemcinslerimle ilgilenmek, bir bütünün parçası olmak, insanlığın refahı için kendi payıma düşeni yapmak anlamına gelir,” biçiminde bir yargı olarak yorumlanabilir.
İşte tam burada “yaşamın anlamı”na dair tüm yanlış anlamların yaygın ölçütüyle yine “yaşamın anlamı”na dair tüm doğru anlamların yaygın ölçütünü görürüz. Başarısızların hepsi (sinir hastaları, psikoz hastaları, suçlular, ayyaşlar, sorunlu çocuklar, intihara meyilliler, sapıklar ve fahişeler) başarısızdır çünkü ortak his ve sosyal çıkardan yoksundur. Meslek, arkadaşlık ve seks sorunlarına bu tür sorunların işbirliği sayesinde çözülebileceğine inanmadan yaklaşırlar. Yaşama yükledikleri anlam özel bir anlamdır: Onların hedeflerinin başarılması kimsenin işine yaramaz ve kendi kişiliklerine karşı ilgileri de birdenbire sona erer. Başarı hedefleri mutlak kurgusal bireysel üstünlük hedefidir ve zaferleri sadece kendileri için anlam ifade eder. Katiller ellerinde bir şişe zehir tuttuklarında belirli bir güç hissine sahip olduklarını itiraf ederler ancak sadece kendileri için ne denli önemli olduklarını onaylamış olurlar. Bizler içinse bir şişe zehir onlara üstün bir değer vermez. Özel bir anlam aslında hiçbir şey ifade etmemektedir. Anlam sadece iletişim sayesinde mümkündür: Tek bir kişi için anlam ifade eden bir sözcük esasında anlamsız olabilir. Amaçlarımız ve eylemlerimiz söz konusu olduğunda da aynı şey geçerlidir. Bunların hepsinin tek anlamı diğerleri için taşıdığı anlamdır. Her insan değerli olmak için çabalar ancak insanlar taşıdıkları bütün değerin diğer insanların yaşamlarına verdikleri katkıyı içermesi gerektiğini anlamazlarsa hep hataya düşerler.
Küçük bir dini tarikatın lideri hakkında bir hikâye anlatılır. Bir gün tarikat lideri takipçilerini çağırıp onlara bir sonraki çarşamba günü dünyanın sonunun geleceğini bildirir. Takipçileri çok etkilenir, tüm mallarını satarak dünyevi her şeyden vazgeçer ve vaat edilen faciayı galeyan içinde beklemeye başlar. Çarşamba günü sıradışı bir şey olmadan gelip geçer. Perşembe günü toplanıp bir açıklama isterler. “Bak ne zorluklar içindeyiz. Selametimizden vazgeçtik. Karşılaştığımız herkese çarşamba günü dünyanın sonunun geleceğini söyledik ve bize güldüklerinde yanılmaz bir iradeye güvenerek bundan emin olduğumuzu yineledik. Çarşamba geldi geçti, dünya hâlâ yerli yerinde.” “Lakin benim çarşambam,” demiş kadın peygamber, “Sizin çarşambanız değil.” Bu şekilde kendine has bir anlam yükleyerek bu zor durum karşısında kendisini korumuş. Kişiye has bir anlam asla sınanamaz.
“Yaşamın doğru anlamları”nın tümünün nişanesi müşterek anlamlar olmalarıdır. Diğerlerinin paylaşabileceği ve geçerli olarak kabul edebilecekleri anlamlardır bunlar. Yaşamın sorunlarına dair iyi bir çözüm her zaman diğer engellerin de önünü açacaktır. Çünkü böyle bir çözümün içinde genel sorunların da başarılı bir biçimde halledildiğini görürüz. Hatta dâhi olmak bile yüce bir yararlılıktan farklı bir şey olarak tanımlanamaz. Bir insanın yaşamı diğerleri tarafından önemli görüldüğünde o kişiye dâhi diyebiliriz. Böyle bir kişinin yaşamında açığa vurulan anlam her zaman “Yaşam, bir bütüne katkıda bulunmak anlamına gelir,” şeklinde yorumlanır. Burada mesleki sebeplerden bahsetmiyoruz. Mesleklere kulağımızı kapatıp sadece başarılara bakıyoruz. İnsan yaşamının sorunlarıyla başarılı bir şekilde mücadele eden kişi yaşamın anlamının diğerleriyle ilgilenmek ve işbirliği olduğunu tamamen ve kendiliğinden anlamış gibi davranır. Yaptığı her şey hemcinslerinin çıkarı doğrultusunda yönlendiriliyormuş gibi görünmektedir ve zorluklarla karşılaştığında bunların üstesinden sadece insanlığın refahıyla uyumlu bir şekilde gelmeye çalışır.
Belki böyle bir şey çoğu insan için yeni bir bakış açısı olabilir ve yaşama yüklediğimiz anlamın gerçekten diğerlerine katkı sağladığı, onların çıkarına olduğu ve işbirliği anlamına gelip gelmediği konusunda şüphelenebilirler. Belki de “Peki ya bireyin kendisine ne olacak? Sürekli diğer insanları düşünürse ve kendisini onların çıkarına adarsa kendi benliği zarar görmez mi? En azından bazı bireyler için şayet düzgün bir biçimde gelişmeleri gerekiyorsa kendilerini düşünmeleri gerekmez mi? Bazılarımızın ilk olarak kendi çıkarlarımızı koruyup kendi kişiliklerimizi güçlendirmeyi öğrenmemiz gerekmez mi?” diye sorabilirler. Bu görüş bana göre büyük bir hatadır ve ortaya attığı sorun yanlış bir sorundur. Şayet bir insan yaşama yüklediği anlamda diğerlerine katkıda bulunmak istiyorsa ve bütün coşkusunu bu hedefe yöneltmişse doğal olarak muhakkak kendisini bu katkı için en uygun hale getirecektir. Kendisini bu hedefe hazırlayacak, sosyal duygu konusunda eğitecek ve uygulamayla beceri kazanacaktır. Hedef elde edildikten sonra da eğitim devam eder. O zaman, ancak işte o zaman yaşamın üç önemli sorununu çözmek ve becerilerini geliştirmek için gerekli donanımı elde etmeye başlayacaktır. Aşk ve evlilik örneğini ele alalım. Şayet eşimizle ilgileniyor, onun yaşamını rahatlatmak ve zenginleştirmek için çaba sarf ediyorsak elbette elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerekecektir. Eğer kişiliğimizi izole bir biçimde, topluma katkıda bulunma hedefi olmaksızın geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorsak şüphesiz baskıcı ve sıkıcı birine dönüşürüz.
Böylesi bir katkının aslında yaşamın gerçek anlamı olduğuna kanaat getirebileceğimiz başka bir ipucu daha vardır. İçinde bulunduğumuz dönemde atalarımızdan edindiğimiz mirasa baktığımızda ne görürüz? Onlardan bize kalanların tümü insan yaşamına yaptıkları katkıdan ibarettir. Ektikleri toprakları, inşa ettikleri yollarını ve binaları görürüz; yaşam tecrübelerinin sonuçlarını bize gelenekleriyle, düşünceleriyle, bilim ve sanatlarıyla, insana dair koşullarla baş etme teknikleriyle aktardıklarını görürüz. Tüm bu sonuçlar insanlığın refahına katkıda bulunanlar tarafından bize bırakılmıştır. Peki diğerlerine ne oldu? Hiç işbirliği yapmayan, yaşama farklı bir anlam yükleyen, “Yaşamdan ne elde edebilirim?” diye soranlara ne oldu? Arkalarında hiç iz bırakmadılar. Ölüp gitmekle kalmadılar, bütün yaşamları boşa geçti. Sanki yeryüzü dile gelip onlara “Size ihtiyacımız yok. Yaşama uygun değilsiniz. Hedefleriniz ve çabalarınız, çok düşkün olduğunuz