Halasını düşünüyordu. Ufak bir şüphe fena bir netice verebilirdi. Sevilmek… Bu reddedilemezdi. Necla gibi bir kızın sevgisini reddetmek için kalbinin ölü olması lazımdı. Bunu çoktan anladığı halde bugünkü kadar alaka gösterdiğini hatırlamıyordu. Hayatını saran kadınlar arasında Necla’yı küçük ve manasız bir kız olarak görmüştü.
Fakat bugün onunla baş başa kalmak fırsatını kaçırdığına pek yanıyordu. İçinde sıkıntıyla karışık derin bir arzu vardı. Bu kızı dinlemek, onun ince ve hassas ruhuna nüfuz etmek istiyordu.
O, ilk defa bir genç kız tarafından sevilmişti. Gördüğü kadınlar hep birer kukla gibi süslü ve boyalıydı. Bu yeni tablo Kâmi’nin pek hoşuna gitmeye başlamıştı. Hayatında bir yenilik, hislerinde bir değişiklik vardı.
Sandalyesini masanın yanına çekti, defterini açtı; yarım kalmış bir eser…
Kendi kendine güldü “Tastamam altı ay olmuş ki elime almamışım,” diye söylendi.
Masanın başından kalktığı zaman gece olmuştu. Sofrada annesiyle biraz konuştu. Halası ile annesi senelerden beri dargın oldukları için birbirlerine gidip gelmezlerdi. Bunun için Kâmi halasına gittiğini annesine söylemezdi.
Bu gece Kâmi çok dalgındı. Ruhundaki sıkıntı, garip ve müphem29 bir arzu asabını germişti. Halasının eve gelmiş olması ihtimalini düşündü. Tekrar oraya gitmek için kendisini zorlayan bir kuvvetin tesiriyle kapıdan çıktı. Sevilmek zevkinin sarhoşluğu içinde genç bir mektepli gibi hızlı hızlı yürüdü.
Ona kapıyı açan Necla oldu. Genç kız şaşırmış gibi bir an onun yüzüne baktı. Kâmi heyecanlı bir sesle, “Halam geldi mi?” diye sordu.
“Hayır.”
“Sen neden ağladın bu kadar, gözlerin şişmiş,” dedi.
“Korktum, çok korktum!”
“Neden?”
“Dadı kalfa birdenbire hastalandı. Ne yapacağımı şaşırdım. Uykusunda öyle tuhaf seslerle bağırıyordu ki… Ölüyor zannettim. Hanımefendiye telefon etmeyi düşündüm. Fakat meraklandırmak istemedim.”
“Vah yavrum! İyi ki gelmişim. Korkma, ben buradayım. İcap ederse bir doktor getiririz.”
Kâmi aşağı salonlardan birine girdi. Necla elektriği yakmıştı. Kuvvetli bir ziya30 ile aydınlanan büyük salonun ortasında ikisi de ayakta durdu.
Kâmi titrek ve tatlı bir sesle “Bu gece buraya gelmek için içimde öyle bir istek vardı ki… İnsanların bazen çok kuvvetli hisleri oluyor. Geldiğim ne isabetli olmuş,” dedi.
Necla rüyalı bir âlem içinde olduğuna inandığı şu dakika uyanmaktan korkan bir hisle ne yapacağını şaşırmıştı. Şimdiye kadar Kâmi’den bu kadar samimi, bu kadar candan bir söz işitmemişti. Bu gece bakışlarında bir sıcaklık ve yakınlık vardı.
Kâmi konuşmaya devam ediyordu.
“Senden ayrıldıktan sonra eve gittim. Çoktan beri yazılarımdan uzaklaşmıştım. Yazmak için birdenbire öyle tatlı, öyle zevkli bir ihtiyaç duydum ki hemen kalemi elime aldım. Zannederim ki bu yazdığım satırlar, eserimin en canlı yerleri olmuştur.”
“Siz her zaman canlı ve ruhlusunuz!”
“Bu defakini sana borçluyum Necla.”
“Bana mı?”
“Evet!”
Genç kız titriyordu. “Nedenini sorabilir miyim?” dedi.
“Elbet.”
“O halde?”
“Bu akşamki ilhamı bana veren sensin de ondan.”
Necla gözlerini ona çevirdi. Rengi heyecandan solmuştu. Kalbi göğsünden fırlayacakmış gibi çarpıyordu.
“Kâmi!” diye söylendi.
Kâmi ona yaklaştı ve “Bu gece hep seni dinleyeceğim, bana her şeyi söyleyeceksin, değil mi?” dedi. “Kalbinin en derin köşelerini açacaksın, hislerinin en ince noktalarını anlatacaksın. Benden hiçbir şeyi gizlemeyeceksin artık.”
Necla derin bir göğüs geçirdi ve bir an Kâmi’ye baktı. Bu bakışlarda umulmayan bir saadetin perişanlığı vardı. Gözyaşlarıyla geçirdiği günün ona bir aşk ve cennet gecesi hazırlamış olduğunu zihninden geçirdi. Şu dakika hiçbir kayıt tanımadan bütün iradesini ezen bir on sekiz yaş aşkının kuvvetli hislerine kendini bıraktı.
O geceden sonra uzun müddet devam eden bu gizli ve tatlı sevda nihayetinde acı bir akıbet hazırladı. Korkunç ve siyah bir gecede Necla yavaşça kapıdan geçerek kendisini bahçede bekleyen Kâmi’ye koştu. Kendisine açılan kolların arasına atılarak başını onun göğsüne dayadı. Boğuk ve mustarip bir sesle “Kâmi,” dedi, “ben gebeyim!”
Genç adam dizlerinin üzerine çökecek gibi sallandı. Kendini güç toplayarak “Eyvah, Necla! Bu ikimiz için de bir felaket,” diye söylendi.
Necla, ümitlerinin aksi olan bu cevap karşısında harap olmuştu. O, Kâmi’den bunu değil, hemen evlenmelerini teklif etmesini ve bu haberden çok mesut görünmesini bekliyordu. Her aldanan zavallı gibi birdenbire başına inen bir yıldırım darbesiyle yandığını duydu. Acı bir şaşkınlık içinde etrafına bakındı. Her yer simsiyah ve korkunçtu. İmdat ve merhamet dileyen gözleri Kâmi’nin gözlerini aradı. O, başını önüne eğmiş, gözlerini gözlerinden saklamıştı.
Genç kız ümitsiz ve acı bir sesle “Ben şimdi ne yapayım Kâmi? Söyle! Konaktakilerin yüzüne nasıl bakayım? Bana bir çare bul!” diye yalvardı.
Kâmi yavaş yavaş başını kaldırdı. Sesi donuk ve ağırdı. “O kadar şaşkın bir haldeyim ki sana hiçbir şey söyleyemem. Hadi sen şimdi içeri gir. Ne yapacağımızı düşünmek için yalnız kalmaya muhtacım,” dedi.
Necla’nın ümit ve ufak bir teselli beklediği şu anda Kâmi’nin sözleri zehirli bir ok gibi kalbine saplanmıştı. Hayatını yakıp kavuran müthiş bir fırtına içindeydi. Hiçbir şey söylemeden döndü. Ağır ağır içeriye yürüdü.
Bir hafta sonra Necla konaktan kaçarak Kâmi’nin Bursa’daki sütninesi Sıdıka’nın evine gitti. Çocuk doğuncaya kadar kimseye görünmeden orada kalacak, ara sıra Kâmi de gelecek, ileride bir çare bulunup evlenmelerine karar verilecek, her şey unutulup gidecekti.
Kâmi, Necla’yı maneviyatına çok tesir eden bu sözlerle ikna etmiş ve onu sütninesinin evine hapsetmeye muvaffak olmuştu.
Sıdıka, Kâmi’yi çok severdi. Onu emzirmiş, büyütmüş ve nihayet biriktirdiği biraz parayla ufak bir ev alarak Bursa’nın bir köşesine çekilmişti. Senede bir defa İstanbul’a gider, beş on gün Kâmi’de kalır, yine Bursa’ya döner ve bu dönüş onun için çok faydalı olurdu.
İstanbul’dan ayrılarak Sıdıka’nın küçük ve izbe evinde yaşamak Necla’ya ilk günler pek ağır gelmişti. Ondan uzak, her şeyden uzak, etrafın sükûn ve melali31 içinde kalbinde derin bir öksüzlük ve gurbet acısı, ruhunda nihayetsiz bir hasret ateşi yanarken, büyük bir sabır ve tevekkülle günleri, saatleri saymakla vaktini geçirmeye çalışıyor, işlediği hatanın cezasının pek ağır