V
Efsanevi Kano Yapımı
Bazı Hawaii ağaçları kesildiğinde çok güzel ve damarlı odunlar elde edilir. Bunlar günümüzde mobilya yapımında ve iç dekorasyonda çok değerlidir. Koa ağacı, muhtemelen bu ağaçlar arasında en iyi olanıdır. Hawaii maunu olarak da bilinir. Bu ağacın damarları iyi, kıvrımlı ve dalgalıdır. Çokça cila yapılabilecek kalitededir. Koa ağaçları hâlâ uçurumlarda ve Hawaii’de bulunan tüm adaların yüksek dağlarında bol miktarda yetişir. Dayanma gücü çok yüksektir. Çakıl taşlarından ve kumlardan kolayca yıpranmaz, aynı zamanda okyanusun şiddetli dalgalarından kolaylıkla çatlamaz veya kırılmaz. Bu nedenle o zamanlardan bu yana koa ağacı, Hawaiililer tarafından kano ve sörf tahtası yapımında kullanılır. Devasa ağaç gövdeleri kohi-pohaku (kesme taşı veya marangoz keseri) yardımıyla yontularak uzun ve geniş kanolar yapılır. Bazen bu kanolara öyle olağanüstü hareket kabiliyetleri verilirdi ki denizlerde en hızlı köpekbalığından bile daha hızlı ilerleyebilirlerdi. Yüce şeflerden birine özel bir dikkat gösteren rüzgârların tanrısı genellikle onu bir adadan diğerine kanoyla götürürdü. Bu kano rüzgâr başladığında dinlenmez, şiddetli dalgalar geldiğinde bile durmazdı; bunun yerine şefi hızla, hata yapmadan istenen limana ulaştırırdı.
Hawaii’nin en kuzeyindeki ada olan Kauai’ye giden bir şef hakkında çok güzel bir hikâye anlatılır. Hikâyeye göre şef bir gün ada yerlilerinin bir ziyafet düzenlediğini ve vahşi yaşamı terk etmenin sevincini yaşadıklarını gördü. Birçok spor dalında etkinlikler düzenliyor ve oyunlar oynuyorlardı. Bütün günü böyle eğlenerek geçirdiler. Fakat sabah gün doğarken okyanus kıyısında baş gösteren olağandışı hareketlilik çok önemli bir etkinliğin gerçekleştiğine işaret ediyordu. Bu hareketlilik, yeni şefin ilgisini pek çekmemişti. Adanın kralı bundan birkaç zaman önce, kendisine ait kraliyet mücevherlerinden birini Kauai kıyılarından birkaç kilometre uzaklıktaki küçük bir adaya göndermişti. O kadar güzel bir kızı vardı ki bütün bekâr şefler onunla evlenmek istiyordu. Babası, kıskanç taliplerin hanesiyle kendi hanesini karıştıracak sorunlardan uzak durmayı umarak kızını, uzaktaki adada bulunan kraliyet mücevherini alıp getirecek kişiye vereceğini açıkladı. Böylelikle ödülü evlilik olan bir kano yarışı yapılması kararlaştırıldı.
Genç şefler, yarış saatinin gelmesini bekliyordu. Koa ağacından yapılma iyice cilalanmış kanoları, kumsalda sıra sıra dizilmişti. Yabancı şef, hiçbir hazırlık yapmamıştı. Şeflerin birbirleriyle dalga geçip sataşmalarını sessizce izleyerek keyfini çıkardı. Kendi kendine gülerek yarışmaya katılmak için izin istedi ve isteğine karşılık olarak şefin etkileyici kızından onay aldı.
Laf ağızdan çıkmıştı artık. İçinde birkaç kişi bulunan kanolar kıyıdan ayrılarak köpüklü dalgaların arasında ilerlemeye başladı. O telaşın içinde kanolardan bazıları birbirine çarptı; bazıları sular altında kaldı, bazıları ise diğerlerinden sağ salim uzaklaşarak diğer adaya doğru gözden kayboldu. Bu olanlara rağmen yabancı şef, ödülü kazanmak için hâlâ bir telaş içinde değildi. Şefin kızının yüzündeki hayal kırıklığı belli oluyordu.
Yabancı, en sonunda güzelce cilalanmış kanosunu suya indirip kendi halkından birisinin kanoya gelmesini istedi. Ödülü kazanmayı hayal etmek bile tamamen imkânsız görünüyordu. Fakat kano, sanki yanında hızlı bir kuşun kanatları veya dünyadaki en hızlı balığın yüzgeçleri varmış gibi ilerlemeye başladı. İşin aslı, yabancı kendisine eşlik etmesi için okyanus rüzgârlarını kontrol eden tanrılardan birini (put halini) sihirli kanosuyla birlikte yanında getirmişti. Adaya ilk ulaşan o oldu. Ardından hızla gelininin yanına döndü. Yeni arkadaşlarının arasında kendine yeni bir ev yaptı.
Hawaiililerin, bir ağaç bulup o ağaçtan kano yapma süreçleriyle ilgili birçok enteresan töreni vardı.
1840’lı yılların yazarlarından Hawaiili David Malo, “Kano yapımı, dini bir meseleydi,” der. Bir adam, güzel bir koa ağacı bulduğunda uzmanlık alanı kano yapımı olan bir rahibe gidip “Güzel ve büyük bir koa ağacı buldum,” derdi. Bunu öğrenen rahip, uyumak için tapınağına giderdi. Eğer uykusunda, karşısında çıplak birini görürse koa ağacının çürük olduğunu anlar, o ağacı kesmek için ormana gitmezdi. Eğer başka bir ağaç bulunursa ve karşısında iyi giyimli bir adam veya kadının durduğunu görürse, uyandığında o ağaçtan iyi bir kano yapılabileceğini anlardı. Dağlara gitmek ve koa ağacından kano yapmak için bütün hazırlıklar yapılırdı. Adak olarak yanlarında bir domuz, birkaç hindistancevizi, balık ve biraz awa götürürlerdi. Ağacın olduğu yere gelince o gece dinlenip tanrılara adaklarını sunarlardı.
Kraliyet ailesi için bir kano yapılacağı zamanlarda bazen adak olarak insanların getirilip ağacın dibinde öldürüldüğü söylenir. Bu kurbanların yamyamlıkla bağlantılı olduğuna dair bir kanıt yoktur. Domuz ve balıklar ağacın dibinde kurban verildiğinde genellikle ağacın yakınlarında bir çukur kazılır ve orada kano üreticilerine sabah yiyecekleri et ile sebzelerin pişirildiği bir fırın hazırlanırdı. Ağaç, dikkatli bir şekilde incelenir, işaret ve alametlere bakılırdı. Küçük bir kuşun ötmesi yaptıkları işi tamamen değiştirmelerine sebep olurdu.
Ağacı kesme zamanı geldiğinde rahip, taş baltasını çıkarır, kano yapımından sorumlu erkek ve kadın tanrılara dua eder, baltasını gösterip, “Şimdi baltanın sesini dinleyin. Bu balta kano yapmak için bir ağacı kesecek,” derdi.
David Malo, “Ağaç çatırdayıp düşecek gibi olduğunda seslerini alçaltırlardı; kimsenin karışıklık çıkarmasına izin verilmezdi. Başrahip, ağaç düştüğünde, ağacın gövdesinin üzerine çıkıp, ‘Baltalarınızı vurun, kano için oyun,’ diye bağırırdı. Bu cümle, düşen ağacın yanında yürüyerek istedikleri kanonun uzunluğunu belirtene kadar birkaç kez tekrar edilirdi.”
Dr. Emerson, ağacın uzun gövdesinin yanında yürüyen bir rahibin ettiği dualardan birine örnek verir:
Balık kadar hızlı bir kano olsun ki,
Dalgalı denizlerde
Fırtına her yandan vururken yol alsın.
Kano, uçları sivri, tabanı yuvarlak hale getirildikten, kütüğün içinden bir kısım çıkartıldıktan sonra kabataslak şekillenirdi. Daha sonra insanlar kanoyu kumsala doğru aşağıya sürüklemek için sıraya girerdi. Hazır olduklarında rahip tekrardan, “Ey kano tanrıları! Bu kanoya göz kulak olun. Kano evine götürülene kadar ona baştan sona sahip çıkın,” diye dua ederdi.
Daha sonra kano, dağdaki bütün zorlu ve engebeli yerlerden geçip son rötuşlar için yere konulana dek önündeki insanlar tarafından aşağı çekilir veya arka taraftakiler tarafından tutulurdu. İş bittiğinde tanrılara yeniden domuz, balık ve meyve adanırdı. Bazen bu adakların arasında insanlar da olurdu.
Dua ve büyüler, bu törenin birer parçasıydı. Hiçbir karışıklık veya ses olmaması gerekirdi, yoksa kanoya sahip olacak kişinin, yeni kanosuyla okyanusa açılması tehlikeli olurdu. Rahip dışındakiler sessiz kalabildiyse kanonun güvenli olduğu salık verilirdi.
Kanoya uskundra11 yapılmasının çok büyük bir dini tören olduğu söylenir. Yüksek dalgaları aşma gücü, kanonun tersine dönmesini engelleyip dengeyi sağlayan