Ben, bizi hiç unutmam ki… Ben, bizden hiç gitmem ki… Ama sen ne kadar da kolay git dedin be Poyraz.
– Balım bak her şey çok güzel olacak. Biz hep bunu hayal etmedik mi? Okumalısın. Nerede, kiminle olduğunun ne önemi var ki? Hem sandığın kadar kötü de değil. Yatay geçiş şansın da var. Olmadı onu denersin.
* Zaten vazgeçmeyi düşünmüyorum. Gördüğün gibi gidiyorum. Her zamanki gibi sözünü dinliyorum Poyraz.
Yüzüme baktı, belki de gözlerimde kendini gördü. Silkelendi ve elini uzattı. Sırtımdan dolanan bir kol, saçlarımı okşayan bir el, sağ kaşım üstüne konulan öpücük ve kaldırımda bir bütün olmuş biz. Uzun zamandır bu kadar sıcak sarılmamıştı bana. Konuşmak istedim ama yine ve yine dudaklarım titremeye başladı. Fırsattan istifade sıcak kucağına sindim kedi gibi. Farklı kokuyordu. Aldığım parfümden başka bir şey kullanmıştı belli ki. Tuhaf bir tepkiydi ama bir anda sordum bende.
* Farklı kokuyorsun Poyraz.
Sırtımı sıvazlarken mırıldandı. O da beni kokluyordu sanki.
– Sen hep aynı kokuyorsun Balım. Çiçek gibi, adın gibi Frezya.
Ben hep aynıydım Poyraz. Şimdi de aynı Çiçek’im. Senin arına bal olan Çiçek. Yanındayken kilometrelerce uzağında kalan Çiçek. Verdiğin sözü tutmanı bekleyen, yüzü gözü bal olmuş, aşk dilenen Çiçek.
* Bizim kapıda ballı ekmeklerimi bölüştüğümüz günü hatırlıyor musun?
– Hatırlıyorum. Çok küçüktük ve hayal dünyasında yaşıyorduk. Sana Balım demiştim. Nereden çıktı şimdi bu?
* Hiç, ben şey… Dediğin gibi küçüktük ve büyük hayaller kurduk muhakkak.
Geri çekildim ve yüzüne baktım. Deminkine nazaran pırıltısı azalmış bakıyordu şimdi. “Hatırlatma” der gibiydi. Ben yine onun sözünü dinledim. Sustum.
Geride kalan uzun senelerdir, yuva bellediğim anneannemin kendi gibi yorgun evine baktım. Camdan gözü yaşlı bizi seyrediyordu canım anneannem.
“Seni üzdüğüm için özür dilerim.”
İlkokul üçüncü sınıfı bitirmeme iki hafta kala annemin müzmin, düzelmeyen hastalığı ömrünü tükettiğinde hem annesiz hem babasız günlerim başlamış oldu. Babamın uzun zamandır ilgisiz olması, başka bir kadınla yeni bir hayata başlaması ve beni o hayata dahil etmemesi hiç şaşırtıcı olmamıştı. Çok değil, üç ay sonra yeni ikametgâhım anneannemin evi oldu. Babasızlığı yadırgamadım ama annesizlik dokundu çocuk yüreğime. İnsan babası ölünce değil annesi ölünce yetim olurmuş. Zira babam hâlâ yaşıyor. Sağlıklı bir karısı ve iki de oğlu var. Benim dahil olamadığım, anca misafir olduğum bir mutluluk var evlerinde. Gerçi pek görmeyiz birbirimizi, nadiren bayramlarda bir araya geliriz o da formaliteden. Ama yine de ufak bir kıskançlık hissederim beni sarmayan baba kolların oğullarını candan sarışına.
Anneannem canımdır, ciğerimdir. Hem anam hem babamdır. Sever nazlar beni ama şımartmaz. Kuzenlerim kızarlar, “senin en kıymetlin Çiçek” diye söylenirler bazen. Ama herkes evine gittiğinde biz kalırız birbirimize bilmezler. “Seni üzdüğüm için üzgünüm anneanne. Temelli değil ki bu gidiş. Okumaya gidiyorum ya ben. Döneceğim sonunda.”
Gülümseyip el salladım nuruma. Gelme dedim ya kızgındım ya, o da dokunmadı yarama. Önce kapıdan, şimdi de camdan veda ediyor bana. Ya Poyraz, sessizlik var şimdi, ayrılık sessizliği var aramızda. Ne ara taksi çağırmışsa “hadi bin” dedi aniden. “Yok, ben kendim giderim” dedim, anlamadı ve bindik taksiye. Yan yana sessizlik ritüelimiz olmuş sanki. Elimi yanıma koydum belki tutar diye ama gözünü kırpmadan yola bakmaya devam etti. Otogara gelmek uzun mu kısa mı sürdü bilmiyorum ama taksicide en az bizim kadar sessizdi. Elime dokunan sıcak el neden son anı beklemişti bilmiyorum. Sardığı kadar sardım bende. Sadece eller birleşmiş, yürekler ayrılmış gibi hissettim. Farklı bir veda… Yine konuşulmayan, tamamlanmamış eksik bir şeyler hissettim aramızda. Gidecektim ya ben ondandı işte. Ellerimiz ayrıldı, indik taksiden.
Yirmi dakika kadar beklenilen gözlerin sessizliği, bilinmezliği konuştuğu değerli zaman dilimi. O üzgün mü tedirgin mi bilemiyorum. Konuşursam kırılacağım gibi hissediyorum. Elini cebine atıyor, çıkarıyor, ayağını yere vuruyor, bazen birkaç adım yürüyor. Tamam Poyraz gidiyorum işte rahat ol. Sormuyorum da artık, sadece seviyorum. Çok Seviyorum seni Poyraz, hep sevdiğim gibi. Valizim onun elinde kuş kadar hafif bagaja teslim olurken üşüyorum sanki. Ayağım otobüsün merdiveninde titriyorum. Yerime oturmadan ayakta karşılıklı bakışıyoruz.
– Varınca ara mutlaka, merak ederim.
* Mutlaka ararım, bilirsin.
– Bilirim…
Ve anons…
Kimine göre inme, kimine göre gitme vakti.
“Gidiyorum ben Poyraz.”
Sağ kaşımın üstüne hep orada kalmasını dilediğim bir öpücük, sıcacık bir kucaklaşma.
“Allaha emanet ol Balım, hayırlı yolculuklar.”
Bu kadar işte. Sesim kesilmiş bakakalmışım yine. Koltuğum batıyor sanki. Otobüs otogardan çıkmak için hareketlendi. Gözlerim dolu dolu Poyraz’ı arıyor. Beni gördü, el salladı, telefonu çaldı, kulağına götürdü, yana döndü.
Gülümsedi…
Hoşça kal Poyraz…
Hoşça kal.
Yeniden başlamak için bitmeliyiz sevgilim.
Ben seni hep sevdim
Yolculuklar hep böyle mi acaba? Ayrılığın hüznü, melankolikliğin kokusu sarmış otobüsü. Ara ara ağladığını duyduğum arka sıralardaki bebek hariç herkesin duygularıma eş duygular hissettiğini varsayıyorum geçilen her durakta. Otobüs ısrarla bitmeyen bir yolu gidiyor ve sanki varılacak durak inadına uzaklaşıyor gibi. Ben ise, beni ben yapan her şeye uzaklaştığımı hissediyorum.
Yanımda oturan teyze ile ara sıra göz göze geliyoruz. “Ah teyzem hiç sohbet havamda değilim ki. Bilsen aslında sohbetim çok hoştur.” Düşünmemeye çalıştıkça beynime üşüşen düşünceleri kovalama telaşındayım. Çokça bencilim iç dünyam konusunda. Söylenmemiş, itiraf edilmemişleri yüreğim benimle her yere götürürken rahatlarım belki. Ama işte bencilim ben.
Ne kadar kötü olabilir ki denizden, yeşilden uzak olmak? Kimseye söyleyemediklerini haykırdığın denizi bulamamak ne derece iyi hissettirir? Eğer yeterince şanslıysam Hasan Dağına anlatırım, yeni dert ortağım bellerim onu. Bu şehirde güzel günler geçirebileceğime