“MR. PICKWICK yaygarayla bastırılmaya gelemezdi. O saygıdeğer beyefendiye taş atmıştı. (Müthiş heyecan.)”
“MR. BLOTTON o hâlde, sayın bayın yanlış ve hakaret dolu suçlamalarını derin bir aşağılamayla geri püskürtecekti. (Müthiş tezahürat.) Sayın bay bir şarlatandı. (Derin şaşkınlık, ‘Başkan!’ ve ‘Sessizlik!’ bağırışları.)”
“Mr. A. SNODGRASS bir anda kalktı. Kendini Başkan’a doğru attı. (Bak sen!) Kulübün iki üyesi arasındaki bu utanç verici yarışın devam etmesine izin verilmeli mi onu bilmek istiyordu. (Bak, bak!)”
“BAŞKAN Sayın Pickwickçinin az önce kullandığı ifadeyi geri alacağından emindi.”
“MR. BLOTTON, Başkan’a mümkün olan en yüksek mertebede saygı duysa da lafını kesinlikle geri almayacaktı.
“BAŞKAN, saygıdeğer beyefendinin az önce ağzından kaçırdığı ifadeyi bilindik anlamıyla mı kullandığını öğrenmek mecburiyetinde olduğunu hissediyordu.
“MR. BLOTTON, hayır demekte hiç gecikmedi, kelimeyi Pickwick bağlamında kullanmıştı. (Bak, bak!) Şunu söylemesi gerekirdi ki saygıdeğer beyefendiye karşı olabilecek en yüksek derecede saygı ve hürmet besliyordu; yalnızca onu Pickwickçi bakış açısıyla bir şarlatan olarak görüyordu.” (Bak, bak!)
“MR. PICKWICK, arkadaşının adil, içten ve detaylı açıklamasından dolayı pek hoşnut hissetmişti. Kendi gözlemlerinin tek amacının bir Pickwick yorumu oluşturmak olduğunun bütünüyle anlaşılmasını rica ediyordu. (Tezahürat.)”
Kayıt burada, tıpkı tartışmanın da böylesine tatmin edici ve anlaşılır bir noktaya ulaştıktan sonra sona erdiğinden şüphemiz olmadığı gibi, sonra eriyor. Elimizde okurun bir sonraki bölümde bulacağı gerçeklere dair resmî bir tutanak yok. Ancak bilgiler, mektup ve anlatılarını bağlantılı bir biçimde doğrulamak konusunda su götürmez biçimde içten olan diğer el yazması sorumluları tarafından dikkatle incelenmiştir.
İkinci Bölüm
İlk Günün Yolculuğu ve İlk Gecenin Maceralarının Sonuçlarıyla Birlikte Açıklandığı Bölüm
Güneş, elinden her iş gelen o uşak, daha yeni doğmuştu ve bin sekiz yüz yirmi yedi Mayıs’ının on üçüne ışık saçmaya başlamıştı ki Mr. Samuel Pickwick âdeta başka bir güneş gibi uykusundan uyandı, odasının penceresini çabucak açtı ve aşağıdaki dünyaya gözlerini dikti. Goswell Caddesi ayaklarının altındaydı, Goswell Caddesi sağ elinin üstündeydi, Goswell Cadesi gözünün uzanabildiğine soldan upuzun gidiyordu; Goswell Caddesi’nin karşısında caddenin öte tarafı vardı. “Bunlar.” diye düşündü Mr. Pickwick. “Önlerinde uzanan şeyleri incelemekten memnun olan, ötede gizli gerçekleri aramayan filozofların dar görüşleridir. Ben de Gosswell Caddesi’ne, her bir taraftan onu sarıp sarmalayan ülkelere nüfuz etmek adına tek bir çaba sarf etmeden sonsuza kadar bakmaktan memnun olabilirdim.” Mr. Pickwick bu güzeller güzeli düşünceyi de dışa vurduğuna göre kendini kıyafetlerle bezeyip valizini de kıyafetlerle doldurmaya geçebilirdi. Yüce adamlar çoğu zaman kılıklarının tertibinde; tıraş olma, giyinme ve yakında gerçekleşecek olan kahve içme faaliyetinde nadiren özenli olurlardı ve bir saat içerisinde Mr. Pickwick elinde valizi, pardösüsünün cebinde teleskopu ve yeleğinin cebinde not defteriyle, yazılmaya değecek keşifleri karşılamaya hazır olarak St. Martin’s-le-Grand’deki araba durağına vardı. “Taksi!” dedi Mr. Pickwick.
“Buyurun, efendim.” diye bağırdı, üzerinde çuval bezinden bir palto ve aynı kumaştan bir önlük olan, boynunda pirinçten bir levha üzerine basılı bir rakam taşıyan ve sanki bir tür tuhaflıklar kataloğundan çıkmış gibi görünen insan ırkının tuhaf örneği. Bu kayıkçıydı. “Buyurun, efendim. Peki o zaman, ilk fayton!” Sonra ilk faytoncu, ilk piposunu içmekte olduğu meyhaneden koparılıp alındı, Mr. Pickwick ve valizi araca fırlatıldı.
“Golden Cross.” dedi Mr. Pickwick.
“Üç kuruşluk iş bu, Tommy.” diye bağırdı faytoncu yola koyulurken, arkadaşı kayıkçıya hitaben.
“O at kaç yaşında, dostum?” diye sordu Mr. Pickwick, burnunu yolculuk için ayırdığı şilinle kaşıyarak.
“Kırk iki.” diye yanıtladı sürücü, yan gözle bakarak.
“Ne!” diye bağırıverdi Mr. Pickwick, elini defterinin üstüne koyarak. Faytoncu önceki ifadesini yineledi. Mr. Pickwick bütün ciddiyetiyle adamın suratına baktı ama adamın ifadesi değişecek gibi değildi. O yüzden bu gerçeği derhâl not aldı. “Peki onu her seferinde ne kadar çalıştırıyorsun?” diye sorguladı Mr. Pickwick daha fazla bilgi arayışıyla.
“İki ya da üç hafta.” diye yanıtladı adam.
“Hafta mı!” dedi Mr. Pickwick şaşkınlıkla ve not defteri yine ortaya çıktı.
“Evde olduğu zamanlar Pentonwil’de yaşıyor.” dedi faytoncu sakinlikle. “Ama onu nadiren eve götürürüz, yani bitkinlik sebebiyle.”
“Bitkinlik sebebiyle!” diye tekrarladı şaşkın Mr. Pickwick.
“Faytondan çıkarıldığında hep düşer.” diye devam etti faytoncu. “Ama faytona takılıyken onu sıkıca sarar, yularını sıkı tutarız ki düşüvermesin; bir çift de canımdan ileri tekerleğimiz var ki hayvan kıpraştığında tekerlekler de onun ardından koşuverir, o da ne yapıversin ki.”
Mr. Pickwick adamın her kelimesini not defterine, sanki bunları kulübe iletiyormuşcasına yorucu koşullar altındaki atların yaşamındaki eşsiz bir azim örneği olarak yazdı. Golden Cross’a ulaştıklarında kayıt henüz bitmek üzereydi. Faytoncu aşağı atladı ve Mr. Pickwick faytondan indi. Şerefli liderlerini heyecanla beklemekte olan Mr. Tupman, Mr. Snodgrass ve Mr. Winkle etrafında toplaşıp onu karşıladı.
“İşte ücretin.” dedi Mr. Pickwick, şilini faytoncuya uzatarak.
Bilge adamı şaşkınlığa uğratan olay, o garip şahsın parayı kaldırıma fırlatıp temsili biçimde bu ücret için onunla (Mr. Pickwick) kavgaya tutuşma keyfine erişme izni istemesiydi!
“Sen delisin.” dedi Mr. Snodgrass.
“Ya da sarhoş.” dedi Mr. Winkle.
“Ya da ikisi birden.” dedi Mr. Tupman.
“Hadisene!” dedi faytoncu, kurmalı saat gibi bir ileri bir geri atılarak. “Haydiyin, dördünüz de.”
“Boş atıyor.” diye bağırdı yarım düzine faytoncu. “Git işine, Sam!” ve müthiş bir neşeyle grubun etrafına toplaştılar.
“Olay