Augustus, geçidin kapağını kapatmadan önce, ilkin kısık bir sesle çağırmıştı beni. Fakat benden bir cevap gelmeyince kapağı kapatarak daha yüksek bir tonda, bu da yetmeyince çok daha yüksek bir sesle bağırmıştı. Yine de bütün bu gürültüye horlamadan başka bir cevap alamamıştı. Ne yapacağını bilememişti; sandığa benim yanıma gelmesi epey zaman alacak, bu sırada da yokluğu Kaptan Barnard tarafından anlaşılacaktı. Çünkü babasının yolculuk işiyle ilgili bütün kırtasiyeyi, kâğıtları kopyalama ve düzene koyma işini Augustus üstlenmişti. Bu yüzden bir süre düşündükten sonra şimdilik tekrar yukarı çıkmaya ve ziyaretime gelmek için başka bir fırsat beklemeye karar vermişti. Böyle rahat ve deliksiz bir uykuya daldığımı görünce hapis kalmanın beni pek rahatsız etmediğini düşünmüş, bu da kararını daha da pekiştirmişti. Kafasından tam bu düşünceleri geçirirken, o anda kamara tarafından gelen olağan dışı bir gürültü dikkatini çekmişti. Hemen delikten dışarı fırlayarak kapağı kapatmış ve özel odasının kapısını ardına kadar iterek içeri dalmıştı. Hatırlayabildiği son şey, eşikten içeri adımını atmasıyla suratına dayanan tabanca ve akabinde başına inen demir manivelayla yere yığılmasıydı.
Kendine geldiğinde kamarada yere yatırılmış ve kuvvetlice bir el sıkı sıkıya boğazını kavramış. Fakat yine de etrafında olup bitenleri görebiliyormuş. Babası, elleri ayakları bağlanmış, alnındaki derin bir yaradan kanlar boşanır bir şekilde kamara iskelesinin önünde yatıyormuş. Hiç konuşamıyormuş, belli ki ölmek üzereymiş. Başının dibinde, yüzünde iblisçe ve alaylı bir sırıtmayla dikilmiş olan ikinci kaptan, üzerini alenen arayarak ceplerinden büyükçe bir cüzdanla bir kronometre çekip çıkarmış. Mürettebattan içlerinde zenci aşçının da bulunduğu yedi kişi, iskele tarafındaki büyük odaları altüst ederek silah araştırmışlar ve sonunda saklı tüfekleri ve cephaneyi ele geçirmişler. Augustus ve Kaptan Barnard’ın yanı sıra kamarada, en belalı yelkenli tayfalarından toplam dokuz kişi daha bulunuyormuş. Haydutlar, arkadaşımın ellerini de arkadan bağladıktan sonra, yanlarına alarak güverteye çıkmış. Doğruca, ellerindeki baltalarla iki asinin başında nöbet beklediği tayfa kamarasına doğru yönelmiş. Bundan başka diğer iki asi de ana ambarın başında nöbetteymiş. İkinci kaptan yüksekçe bir sesle bağırmış: “Aşağıdakiler, beni duyuyor musunuz? Hepiniz yukarı, hem de hemen, sesini çıkaranı duyarsam karışmam, ona göre!” Birkaç dakika ortalıkta kimse gözükmemiş, ama sonra ilk defa sefere çıkan toy bir İngiliz ortaya çıkmış. Acıklı acıklı ağlıyor ve hayatını bağışlaması için ikinci kaptana yalvarıp yakarıyormuş. Gelen cevap ise, alnının ortasına inen bir balta darbesi olmuş. Zavallıcık inilti bile çıkaramadan güverteye yığılmış, zenci aşçı da bir çocuğu kaldırır gibi kollarında kaldırarak onu herkesin gözü önünde denize fırlatıp atmış. Balta darbesini ve suya düşüş sesini duyan aşağıdakileri artık ne tehditler, ne de vaatler dışarı çıkarabilirmiş. Ancak bir süre sonra yapılan bir uzlaşma önerisi sonucunda razı olmuşlar ve kalabalık grup dışarıya çıkmış. Bir anlık boş bulunma, dışarıya çıkanların gemiyi tekrar ele geçirebilir gibi gözükmelerine yol açmışsa da asiler kamaranın kapısını iyice kapayarak altıdan fazla adamın dışarı çıkmasına engel olmuş. Dışarı çıkan bu altı kişi, sayıca ve silahça çok üstün bir durumda olan asiler tarafından kısa bir mücadele sonucu etkisiz hâle getirilmişler. Asilerin elebaşını, aşağıdakilerin güvertede söylenen her sözü kolaylıkla duyabildiğini göz önünde tutarak onlara iyi davranılacağını söylemiş. Amaç kamarada saklananları kolayca yukarıya çıkarmakmış tabii. Sonuçta, ikinci kaptan kurnazlığını ve ondan aşağı kalmayan şeytani alçaklığını ispat etmiş. Kamaradakilerin hepsi teslim olmak istediklerini söyledikten sonra teker teker dışarı alınıp elleri bağlanarak arka üstü yere yatırılmış. Hepsi oradaymış şimdi, ilk çıkan altı kişi dâhil isyana katılmayan tam yirmi yedi kişi.
Sonrası korkunç bir vahşet sahnesiymiş. Bağlı denizciler koridora sürükleniyor ve burada elinde baltayla bekleyen aşçı, isyancılar tarafından geminin kenarına zorla yatırılan tayfaların kafalarına vurduktan sonra onları denize atıyormuş. Bu şekilde yirmi iki kişi katledilirken Augustus artık umudunu kesmiş, sıranın her an kendisine gelmesini bekliyormuş. Fakat haydutlar artık yorulmuş gibiymişler ya da belki bu kanlı vahşet sahnesi onları tiksindirmiş. Çünkü arkadaşım dâhil geride kalan güverteye yatırılmış esirlerin icabına bakılması işi bir süreliğine ertelenmiş. İkinci kaptan bu sırada aşağıya inerek rom getirmiş ve katiller çetesi güneş batana dek cümbüş yapıp eğlenmişler. Sonra sadece dört adım ötede duran ve tüm söylenenleri duyan esirlerin akıbeti konusunda anlaşmazlığa düşmüşler. İçki, bazı asiler üzerinde yumuşatıcı bir etki yapmış anlaşılan. Çünkü duyulan seslere göre bazıları, isyana katılmak şartıyla bütün esirlerin serbest bırakılmasını savunuyormuş. Ayrıca ele geçirilen ganimeti de paylaşacaklarmış. Fakat baştan aşağı bir canavar olan zenci aşçı ki adamlar üzerinde en az ikinci kaptan kadar, hatta ondan daha fazla etkili gibi görünüyormuş, hiçbir öneriye kulak asmayarak ve tekrar tekrar ayağa kalkarak koridordaki katletme işini sürdürmeyi savunmaktaymış. Neyse ki gözünü daha az kan bürümüş olan birkaç asi, aşırı alkolün etkisiyle kendini kaybetmiş olan aşçıyı bastırmışlar. Bunların arasında, ismi Dirk Peters olan, gemideki ikinci idari yönetici de varmış. Bu adam, Missouri Nehri’nin kaynağına yakın Black Hills adlı dağlık bölgede yaşayan Upsaroka kabilesinden Kızılderili bir kadının oğluydu. Babası, sanırım kürk tüccarıydı veya Lewis Nehri etrafındaki