Dron gözlerini kaldırmadan “Duydum efendim…” dedi.
Bu cevap Alpatiç’e yetmemişti.
“Bana bak Dron, sonra çok fena olur!” diye üsteledi.
“Emir sizin!” dedi Dron üzüntüyle.
“Bana bak Dron, bırak bu işi…” dedi Alpatiç.
Elini göğsünün üzerinden çekip gösterişli bir hareketle Dron’un ayak ucunu göstererek “Senin yalnız içindekileri değil, üç kadem altındakileri de görürüm…” dedi Dron’un bastığı yere bakarak.
Dron şaşırarak Alpatiç’e göz ucuyla baktı ve başını yine önüne eğdi.
“Bu saçmalıkları bırakıp herkese Moskova’ya gitmek üzere hazırlanmalarını ve Prens’in eşyaları için arabaları yarın sabah getirmelerini söyle. Sen de toplantıya filan gitme. Anladın mı?”
Dron birden onun ayaklarına kapandı.
“Yakof Alpatiç, bu görevden affedin beni. Anahtarları alın, bana yol verin, n’olur, Tanrı aşkına!”
“Kes, kes!” dedi Alpatiç. “İçinin üç arşın derinliğini bile görüyorum.”
Arılara bakmaktaki ustalığının, yulaf tohumu serpme gününü çok iyi bilmesinin ve İhtiyar Prens’i yirmi yıl memnun etmesinin, büyücü olarak ün kazanmasına neden olduğunu ve büyücülerin de insan içinin üç arşın derinliğini görebildiklerine inanıldığını biliyordu.
Dron ayağa kalkıp bir şeyler söylemek istedi. Alpatiç bırakmadı.
“Ne var şu kafanızda, ha? Neler düşünüyorsunuz?..”
“Köylülerle ne yapacağım ben!” dedi Dron. “Hepsi aynı durumda. Ne söyleseniz para etmez.”
“Söylüyorum ya…” dedi Alpatiç. Sonra birden sordu: “İçiyorlar mı?”
“Hepsi çıldırdı. İkinci fıçıyı getirdiler.”
“Öyleyse dinle beni. Emniyet başkanına gideceğim. Sen de bu saçmalıkları bırakıp arabaları getirmelerini söyle onlara.”
“Başüstüne!” dedi Dron.
Yakof Alpatiç, fazla ısrar etmedi. İtaat ettirmenin en iyi çaresinin, itaat edeceklerinden şüphe edildiğini göstermemek olduğunu bilecek kadar uzun zaman yönetmişti insanları. Dron’dan itaatkârane bir “Başüstüne!” koparan Alpatiç bununla yetindi. Oysa askerî birliklerin yardımı olmadan tek bir araba bile bulamayacağını düşünüyor, hatta buna kesinlikle inanıyordu.
Nitekim akşamüstü arabalar toplanmadı. Meyhanenin önünde yeni bir köylü toplantısı yapıldı ve bu toplantıda, atları ormana sürüp araba vermemek kararı alındı. Alpatiç olup bitenlerden söz etmedi Prenses’e. Lisi Gori’den gelen kendi eşyalarının boşaltılmasını ve atlarının da Prenses’in kupa arabasına koşulmak üzere hazırlanmasını emretti. Ondan sonra, polis görevlilerini görmeye gitti.
X
Prenses Mariya, babasının cenazesinden sonra odasına kapandı ve kimsenin içeri girmesine izin vermedi. Bir hizmetçi, Alpatiç’in yolculuk konusunda talimat istediğini söylemek üzere geldiğinde (Alpatiç’in Dron’la konuşmasından önce oluyordu bu.) uzanmış olduğu divandan kalktı ve kapalı duran kapının ardından, hiçbir yere gitmeyeceğini ve kendisini rahat bırakmalarını söyledi.
Prenses Mariya’nın odasının pencereleri batıya bakıyordu. Divanın üzerinde, yüzü duvara dönük olarak yatıyordu; meşin yastığın düğmelerini parmaklarıyla yokluyor, bu yastıktan başka bir şey görmüyordu. Belli belirsiz düşünceleri tek bir konuya yönelmişti: Ölümün geri çevrilmezliği. Kendi manevi bayağılığı ile dua etmek istiyordu ama cesareti yoktu buna. Bulunduğu durumda Tanrı’ya dönemezdi. Uzun süre öylece yattı Prenses Mariya.
Güneş, evin öte yanına geçmişti. Akşamın eğri ışıkları, açık pencereden, odayı ve Prenses Mariya’nın gözlerini diktiği meşin yastığı aydınlatıyordu. Düşüncelerinin akışı ansızın kesildi; kendisi de farkında olmadan doğruldu, saçlarını düzeltti, farkında olmadan ayağa kalktı, pencerenin yanına geldi, rüzgârlı ve berrak akşamın serinliğini içine çekti.
Evet, şimdi güneşin batışını keyfince seyredebilirsin. Artık o yok ve kimse seni engelleyemez… diye geçirdi içinden ve bir sandalyeye yığılıp başını pencere kenarına dayadı.
Birisi, yumuşak ve tatlı bir sesle bahçe tarafından onun adını söylüyordu. Başının öpüldüğünü hissetti Prenses Mariya, dönüp bakınca karalar giymiş olan Matmazel Bourienne’i gördü. Yavaşça Prenses’e yaklaşıp içini çekerek öptü onu ve ağlamaya başladı. Prenses Mariya ona bakıyordu. Onunla küskünlükleri, ona karşı duyduğu kıskançlıklar aklına geldi. Babası da son zamanlarda Matzamel Bourienne’e karşı değişmiş, onu görmek istememişti. Demek ki bu kadıncağızı çok sert yargılamıştı Prenses. Babamın ölümünü isteyen ben, kalkmış başkasını kınıyorum ha! diye düşündü.
Son zamanlarda ondan uzak duran, ona bağlı olmakla beraber yabancı bir evde oturan Matmazel Bourienne’in durumu, açıkça Prenses Mariya’nın gözünün önüne geldi. Ona acıdı; sorgulayıcı, tatlı bakışlarını yüzüne dikti ve elini uzattı. Matmazel Bourienne yeniden ağlamaya, Prenses’in ellerini öpmeye, kendisinin de paylaştığı acısından söz etmeye başladı. Acısının ancak bu acıyı Prenses’le paylaşmasına izin verilirse azalabileceğini söyledi. Bu büyük acı karşısında daha önceki bütün anlaşmazlıklarının ortadan kalkması gerektiğini, kendisini kimseye karşı suçlu hissetmediğini ve onun öte dünyadan, duyduğu sevgiyi ve minnettarlığı gördüğünü de sözlerine ekledi.
Sözlerini anlamadan ama kimi zaman ona bakarak ve sadece sesinin yankılarını işiterek dinliyordu Prenses.
“Sizin durumunuz iki kat korkunç, Sevgili Prensesim…” dedi Matmazel Bourienne. “İçinde bulunduğunuz durumda, kendinizi düşünmediğinizi ve düşünmeyeceğinizi biliyorum. Ama size duyduğum sevgi, benim sizi düşünmemi gerektiriyor. Alpatiç’i gördünüz mü? Gidiş için sizinle konuştu mu?”
Prenses Mariya cevap vermedi. Kimin, nereye gitmesi gerektiğini anlayamıyordu. Şimdi bir şey yapmak mümkün mü? Bir şey düşünülebilir mi ki? Bir şeyin ötekinden daha fazla önemi var mı ki? diye geçiriyordu içinden.
“Chère Marié85 tehlike içinde bulunduğumuzu, Fransızlar tarafından sarıldığımızı bilmiyor musunuz? Şu anda yola çıkmak çok tehlikeli. Yola çıkarsak onların eline geçeriz ve belki de…” Prenses Mariya söylediklerinden hiçbir şey anlamadan bakıyordu ona. “Ah! Benim için hiçbir şeyin önemi yok artık. Asla onun yanından ayrılmayacağım… Alpatiç gidiş konusunda bir şeyler söyledi bana. Kendisiyle görüşün; ben bir şey yapamam, yapmak da istemiyorum, istemiyorum…”
“Konuştum onunla…” diye devam etti. “Yarın yola çıkabileceğimizi umuyor. Ama artık burada kalmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Yolda, askerlerin ya da başkaldırmış köylülerin eline düşmenin çok korkunç bir şey olduğunu kabul ederseniz, chère Marié.”
Matmazel Bourienne, Fransız Generali Rameau’nun evlerini