Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Лев Толстой
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6862-38-8
Скачать книгу
Polyana adlı konakta; Kont Tolstoy ve Prenses Mariya’nın dördüncü çocuğu olarak doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmesi üzerine eğitimi, yakınları tarafından üstlenildi.

      Fransızca öğrendi; Voltaire, Jean-Jacques Rousseau gibi yazarları okudu ve onlardan etkilendi. Sonrasında “ulaşılmaz ebedî kalem” olarak adlandırdığı Yasnaya Polyana’ya döndü ve ilk eseri olan Çocukluk’u kaleme aldı.

      Orduda görev alarak Kafkasya’ya gitti, ardından Kırım Savaşı’na katıldı. Askerlikten ayrıldıktan sonra Petersburg’da bulundu, birçok eserini burada kaleme aldı.

      Yasnaya Polyana’ya yerleşti ve 1862 yılında Sophie Behrs ile evlendi. Eşinin büyük desteği ve düzenlemeleri ile Savaş ve Barış, Anna Karenina gibi önemli eserlerini ortaya çıkardı.

      20 Kasım 1910 tarihinde, 82 yaşındayken, kış ortasında evini terk edip hasta düşmesi üzerine; bir tren istasyonunda zatürreden vefat etti. Cenazesi, binlerce köylünün sokakları doldurması ile Yasnaya Polyana’ya gömüldü.

      Başlıca eserleri: Çocukluğum (1852), İlk Gençlik (1854), Gençlik (1856), Savaş ve Barış (1869), İvan İlyiç’in Ölümü (1886), Anna Karenina (1877), Diriliş (1899), Hacı Murat (1912), Sergi Baba, Efendi ile Uşağı, Kadının Ruhu, Şeytan…

      DOKUZUNCU BÖLÜM

      I

      Batı Avrupa kuvvetlerinin tam anlamıyla silahlanması ve bir araya toplanması, 1811’in sonunda başladı ve 1812’de bu kuvvetler -orduyu nakledenler ve besleyenler de dâhil milyonlarca insan- Rus sınırlarına doğru batıdan doğuya yürümeye koyuldular. 1811’den başlayarak Rus kuvvetleri de aynı yönde sınırlara yığılmışlardı. 12 Haziran’da, Batı Avrupa kuvvetleri Rus sınırlarını aştı ve savaş başladı; yani akla ve insan doğasına aykırı bir olay gerçekleşti. Milyonlarca insan, birbirlerine, bütün dünya mahkemelerinin yüzyıllar boyunca benzerlerini bir araya getiremeyeceği sayısız alçaklık, hıyanet, hilekârlık, hırsızlık, sahtekârlık yaptı, kalp para çıkardı, yağmaladı, yakıp yıktı ve can aldı. Ama bu dönem boyunca suçları işleyenler, onları birer cürüm olarak görmüyorlardı.

      Bu olağanüstü olayı doğuran neydi? Olaya hangi nedenler yol açmıştı? Tarihçiler safdillikle şu nedenleri ileri sürerler: Oldenburg Dukası’na yapılan hakaret, kıta ablukasına uyulmaması, Napolyon’un egemenlik tutkusu, Aleksandr’ın sebatkârlığı, diplomatların yaptıkları yanlışlar vs.

      Onlara göre Metternich’in, Rumyantsef’in ya da Talleyrand’ın, bir kabul töreni ile bir ziyaret arasında daha ustaca bir nota kaleme almaları ya da Napolyon’un, Aleksandr’a “Monsieur mon Frère; je consens à rend re le duché au Duc d’Oldenbourg.”1 diye yazması, savaşın patlak vermemesine yetecekti.

      Çağdaşların, olayları böyle görmeleri anlaşılabilir bir şey. Napolyon’un, savaşın nedenini İngiltere’nin çevirdiği dolaplarda bulması (Saint-Helena’da söylemiştir bunu.); İngiliz Parlamentosu üyelerinin aynı nedeni Napolyon’un egemenlik tutkusuna, Oldenburg Prensi’nin kendisine karşı zor kullanılmasına, tüccarların Avrupa’yı yıkıma uğratan kıta ablukasına, eski askerlerin ve generallerin her şeyden önce kendilerine bir iş verilmesi zorunluluğuna, lejitimistlerin les bons principes2 uygulama gerekliliğine, diplomatların ise 1809’da Rusya ile Avusturya arasında gerçekleştirilen ittifakın Napolyon’dan yeterince ustalıkla gizlenmemesine ve 178 no.’lu memorandumun acemice yazılmasına bağlamaları da anlaşılabilir bir şeydir. Çağdaşların, görüş açılarının sonsuz çeşitliliğinden kaynaklanan bu nedenleri ve sayısız başka nedeni ileri sürmesinde şaşılacak bir yan yoktur. Ama bu büyük olayı bütün genişliği içinde gören, apaçık ve korkunç anlamını irdeleyen bizler; yani sonraki kuşaklar için bu nedenler yeterli değildir. Milyonlarca Hristiyan’ın Napolyon egemenlik hırsıyla yanıp tutuştuğu, Aleksandr sebatkârlık gösterdiği, İngiliz siyaseti kurnazlıkla dolu olduğu, Oldenburg Dukası hakarete uğradığı için birbirini boğazlaması ve acı çekmesi, bizce anlaşılabilir bir şey değil. Biz, bu olay ve şartlar ile cana kıymalar ve şiddet hareketleri arasında bir bağlantı olabileceğini anlayamıyoruz; bir düke hakaret edilmesinin, Avrupa’nın öteki ucundan gelen milyonlarca insanın, Smolensk ve Moskova eyaletlerini yakıp yıkmasına ve buralarda oturanları öldürmesine ve onlar tarafından öldürülmesine yol açabileceğini kavrayamıyoruz.

      Tarihçi olmayan, araştırma tutkusuna kapılmayan ve bundan ötürü olayı gölgelenmemiş bir sağduyuyla görebilen bizler, yani daha sonraki kuşaklar için bu nedenler, sayısız denecek kadar çoktur. Bu nedenleri irdelemeyi derinleştirdikçe sayılarının arttığını görüyoruz ve bunlar arasından tek başına ele aldığımız biri ya da bir dizisi, kendi başına doğru ama olayın büyüklüğüne oranla önemsiz ve bu olayı belirlemesi (öteki bağlantılı nedenlerin etkisi olmaksızın) bakımından yetersiz olması dolayısıyla yanlış görünüyor. Fransız onbaşılarından rastgele birinin yeniden hizmete girmeyi isteyip istememesi; Napolyon’un, ordusunu Vistül’ün gerisine çekmeyi ya da Oldenburg Dukalığı’nı geri vermeyi reddetmesi kadar geçerli bir neden olarak görünüyor bize. Çünkü şu ya da bu asker, ondan sonra bir ikincisi, bir üçüncüsü ve binlercesi orduya katılmayı reddetseydi, Napolyon’un ordusunda o miktarda asker eksik olacaktı ve savaş da yapılamayacaktı.

      Napolyon, Vistül gerisine çekilmeyi şüpheyle karşılamasaydı ve birliklerini ileri sürmeseydi, savaş olmazdı ama bütün çavuşlar hizmete girmeyi reddetselerdi yine savaş yapılamazdı. Aynı şekilde İngiltere’nin entrikaları, Oldenburg Prensi, Aleksandr’ın onuru, Rusya’daki mutlakiyetçi yönetim, Fransız Devrimi ve ardından gelen diktatörlük ve imparatorluk; devrime yol açmış olan bütün gerçekler ve benzerleri de olmasa savaş olmazdı. Bu nedenlerden herhangi biri olmadan hiçbir şey gerçekleşemezdi. Demek ki bütün bu nedenler -milyarlarca neden- olayın ortaya çıkması için bir araya gelmişti. Bundan ötürü de nedenlerin hiçbiri birinci neden değildi ve olay, gerçekleşmesi gerektiği için gerçekleşti. Birkaç yüzyıl önce yığınlarca insanın doğudan batıya yürüyerek benzerlerini öldürmelerinin gerektiği gibi milyonlarca insanın, aklı ve bütün insanca duyguları bir yana bırakarak batıdan doğuya yürümeleri ve benzerlerini öldürmeleri gerekiyordu; olayın ortaya çıkıp çıkmamasının, söyleyecekleri bir tek sözcüğe bağlı gibi göründüğü Napolyon’un ve Aleksandr’ın davranışları, kura ya da toplama erlerinin davranışları kadar az özgürdü. Başka türlü de olamazdı. Çünkü olayın dış görünüş bakımından bağlı olduğu bu kimselerin iradesinin gerçekleşebilmesi için sayısız durum ve şartın bir araya gelmesi gerekiyordu. Bunlardan biri olmasa olay gerçekleşmezdi. Gerçek güce sahip olan milyonlarca insanın; silah kullanan, erzak ve topları taşıyan askerlerin; yalnız ve güçsüz bireylerin iradesini kullanmayı kabul etmesi ve bunu, çeşitli ve karmaşık sayısız nedenin etkisinde yapması gerekiyordu.

      Akıl dışı (yani anlamını kavrayamadığımız) olayları açıklayabilmek için tarih alanında kaderciliği kabul etmek gereklidir. Bu olayları mantıklı bir şekilde açıklamaya ne kadar çabalarsak onlar, aynı ölçüde akıl dışı ve kavranamaz görünürler bize.

      Her insan kendisi için yaşar, özel amaçlarına ulaşmak için kullanır özgürlüğünü ve şu ya da bu hareketi gerçekleştirebileceğini ya da gerçekleştiremeyeceğini kesinlikle hisseder. Ama gerçekleştirir gerçekleştirmez bu hareket artık geri alınamaz ve tarihin malı olur, özgür olmaktan çıkar ve önceden belirlenmiş bir anlam kazanır.

      Her insanın hayatında iki yan vardır: Duyduğu ilgiler ne kadar soyutsa o kadar özgür olan bireysel hayat ve insanoğlunun kendine dikte edilmiş yasalara boyun eğdiği ve öncelik taşıyan topluluk hayatı.

      İnsan şuurlu olarak kendisi için yaşar fakat tarihî, sosyal gayelere ulaşmak için şuursuz bir alet olarak hizmet eder. Gerçekleştirilmiş hareket geri alınamaz ve öteki insanların gerçekleştirdiği milyonlarca hareketle aynı zamanda ortaya çıkarak tarihî bir önem kazanır. İnsan, toplumsal merdivende ne kadar yukarılardaysa ve ilişkisi olduğu kimselerin sayısı ne kadar fazlaysa öteki insanlar üzerindeki etkisi ve hareketlerinin önceden belirlenmişliği ve kaçınılmazlığı o ölçüde açık seçiktir.

      “Kralların yüreği, Tanrı’nın ellerindedir.”

      “Kral, tarihin


<p>1</p>

“Sayın Kardeşim; dukalığı, Oldenburg Dukası’na geri vermeyi kabul ediyorum.”

<p>2</p>

İyi ilkeler.