“Sıcağa dayanamadım.” dedi Baochai. “İki oyun seyrettim, o kadar sıcaktı ki daha fazla kalamadım. Ama misafirlerden hiçbiri gitmeye kalkışmadığı için, ben hasta numarası yapıp kaçtım.”
Baoyu bu sözlerden biraz rahatsızlık duydu, sanki kendisini kastediyor gibiydi. Utanarak aptal aptal güldü.
“Seni Yang Guifei’ye benzetmelerine şaşmamak lazım, kuzen. O da tombul ve sıcağa karşı çok duyarlı.”
Baochai’in yüzünün rengi değişti. Ters bir cevap dilinin ucuna kadar geldi ama herkesin içinde söyleyemedi, kendini tuttu. Bu şaka içine o kadar dert oldu ki burun kıvırıp gülerek; “Ben bazı açılardan Yang Guifei’ye benzeyebilirim ama siz genç beylerin arasında Yang Xuanzong’un rolünü üstlenmeye uygun kimse yok.” dedi.
Tam o anda, yelpazesini kaybeden Dianer adındaki hizmetçisi araya girdi.
“Siz sakladınız, değil mi küçük hanım?” dedi neşeyle. “Geri verin lütfen.”
“Kendine gel!” dedi Baochai alışılmadık bir ses tonuyla ve kıza parmağını sallayarak. “Sana hiç böyle oyunlar yaptım mı ki şimdi benden şüpheleniyorsun? Seninle şakalaşma alışkanlığı olan hanımlara sorsan daha iyi edersin.”
Bu paylama Dianer’ı korkutarak kaçırdı.
Baoyu yine düşüncesizce konuşarak gaf yaptığını anladı; hem de bu sefer bir sürü insanın önünde olduğu için utancı daha da büyük oldu. Başını çevirip başkalarıyla sohbete başladı.
Baoyu’nün Baochai’e karşı kabalığı Daiyu’yü içten içe memnun etti. Tam Dianer yelpazesini sormaya geldiğinde, kendisi de Baochai’e bir şaka yapmak üzereydi ama Baochai’in patlaması hazırladığı şakadan vazgeçmesine neden oldu, onun yerine hangi iki oyunu seyrettiğini sordu.
Baoyu’nün lafı üzerine bozuntuya uğramasına Daiyu’nün sevinmesi Baochai’in dikkatinden kaçmadı. Sorusuna gülerek verdiği cevap biraz iğneleyici oldu.
“ ‘Li Kui, Song Jiang’a Hakaret Eder, Sonra da Af Diler’ oyununu seyrettim.” dedi.
Baoyu kahkaha attı.
“Çok isabetli! Eski ve modern edebiyat konusundaki bilginle o oyunun asıl adının Korkunç Bir Özür olduğunu biliyorsundur.”
“Korkunç Bir Özür mü?” dedi Baochai. “Şüphesiz sizin gibi zeki insanlar korkunç bir özrün ne olduğunu bilirler. Ne yazık ki bu benim bilmediğim bir şey.”
Bu sözler Baoyu ile Daiyu’nün hassas noktasına dokundu; ikisi de utançtan kıpkırmızı oldular.
Xifeng bütün bunları anlayacak kadar eğitimli değildi ama konuşanların yüz ifadelerini görünce neden söz ettikleri konusunda bir fikir edindi.
“Çiğ zencefil yemek için oldukça sıcak bir hava, değil mi?” diye sordu.
Oradaki hiç kimse ne demek istediğini anlamadı.
“Çiğ zencefil yiyen yok ki!” dediler.
Xifeng çok şaşırarak iki elini yanaklarına koydu.
“Madem yemediniz, o zaman neden bu kadar kızardınız?”
Bu sözler Baoyu ile Daiyu’yü daha da rahatsız edip utandırdı. Baochai de bir şey ekleyecekti ama Baoyu’nün yüzündeki kötü ifadeyi görünce gülüp dilini tuttu. Odada bulunan diğer hiç kimse dördünün neden söz ettiğini anlamadı ve tüm bunlara şaka gözüyle baktı.
Kısa bir süre sonra Baochai ve Xifeng odadan çıktılar.
“Görüyor musun?” dedi Daiyu Baoyu’ye. “Benden daha sivri dilli birisine çattın. Eğer ben ağzı var dili yok ve basit biri olmasaydım, bu kadar sık benimle uğraşamazdın, dostum.”
Baoyu hâlâ Baochai’in kırgınlığının etkisindeydi. Şimdi de Daiyu’nün üstüne gelmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ama cevap vermek istemesine rağmen Daiyu’nün ne kadar kolay alındığını bildiğinden, kendine hâkim olmak için çaba gösterdi. Çok keyifsiz bir şekilde oradan çıkıp kendi odasına gitti. Günün en sıcak saatiydi. Öğle yemeği çoktan bitmişti ve her dairede hanımlar ve hizmetçileri bitkinliklerine yenik düşmüşlerdi. Ellerini arkasında kenetleyip, aylak aylak dolaşırken gittiği her yerde öğlenin soluksuz sessizliği hâkimdi. Büyük Hanımefendi Jia’nın dairesinin arkasında Xifeng’ın avlusundaki duvara kadar uzanan geçitten geçti. Kapı kapalıydı. Xifeng’ın hava sıcak olduğu zamanlar, gün ortasında iki saat kestirme âdeti olduğunu hatırlayarak içeri girmemenin daha iyi olacağını düşündü. Bunun üzerine kendi ailesinin avlusuna açılan köşe kapısından geçti.
Annesinin dairesine girince, birkaç hizmetçinin ellerinde nakışlarıyla uyuyakaldıklarını gördü. Wang Hanım da iç odadaki yazlık yatağında uzanmış uyuyordu. Yanında oturup bacaklarına masaj yapan hizmetçisi Jinchuan’ın da gözleri kapanmış, başı önüne düşmüştü. Baoyu parmak uçlarına basarak yanına gitti ve hafifçe küpesini çekti. Kız gözlerini açıp Baoyu olduğunu gördü.
“Seni uykucu!” diye fısıldadı Baoyu gülerek.
Jinchuan dudaklarını büzüp gülümsedi, eliyle gitmesini işaret etti, sonra tekrar gözlerini kapattı. Ama Baoyu oyalanmaya devam etti. Sessizce uzanıp annesinin gözleri kapalı mı diye kontrol ettikten sonra, belindeki işlemeli keseden naneli pastil çıkarıp Jinchuan’ın ağzına tıkıverdi. Kız gözlerini açmadan pastili alıp çiğnemeye başladı. Bunun üzerine Baoyu yanına sokulup elini tuttu.
“Hanımından senin için izin alacağım, böylece beraber olabiliriz.” diye fısıldadı, şakayla karışık.
Jinchuan cevap vermedi.
“Uyandığında onunla bu konuyu konuşacağım.” dedi Baoyu.
Jinchuan gözlerini açıp Baoyu’yü hafifçe itti.
“Acelen ne? ‘Altın tokan kuyuya düşse bile, senin olan şey senindir.’ demişler. Bu sözü bilmiyor musun? Canın eğlenmek istiyorsa, ben sana yapacağın şeyi söyleyeyim. Doğu avlusuna git de kardeşin Huan ile Caiyun ne yapıyorlar gör.”
“Onlardan bana ne?” dedi Baoyu. “Biz kendimizden söz edelim!”
O anda Wang Hanım doğrulup oturdu ve Jinchuan’ın suratına bir tokat attı.
“Utanmaz kaltak!” diye payladı öfkeyle. “Senin gibi alçak yaratıklar genç efendileri baştan çıkarıyorlar.”
Annesi kalkar kalkmaz Baoyu duman gibi sessizce ortadan kayboldu. Jinchuan’ın yanağı ateş gibi yanıyordu ama sesini çıkaramadı. Hanımlarının sesini duyan diğer hizmetçiler hızla içeri girdiler.
“Yuchuan!” dedi Wang Hanım. “Gidip anneni çağır hemen. Gelsin kardeşini alsın!”
Jinchuan ağlayarak kendisini yere attı.
“Hayır, hanımefendi, lütfen! İstediğiniz kadar dövün, sövün ama lütfen göndermeyin beni. Neredeyse on yıldır yanınızdayım. Beni kovarsanız, insanların yüzüne nasıl bakarım?”
Wang Hanım genel olarak hizmetçileri dövmeyecek kadar iyi kalpli ve uysal biriydi; her zaman yumuşak bir hanım olmuştu. Aslında hayatında ilk kez bir hizmetçiye vuruyordu. Ama kendi fikrince Jinchuan’ın yaptığı bu utanmazlık her zaman en nefret ettiği şeydi. Bu nedenle bu kadar öfkelenip tokat atmış ve hakaret etmişti. Şimdi Jinchuan ne kadar yalvarıp yakarsa da vazgeçmedi. Annesi yaşlı Bayan Bai geldiğinde, zavallı kızcağız utançtan yerin dibine girerek gitmek zorunda kaldı. Bu konuyu burada bırakalım.
Annesi