Sınır boylarının, özellikle Söğüt bölgesinin ehemmiyeti arttı. Gazi Osman Bey’in şöhretinin de etrafa yayılmasından ötürü Selçuklu sultanı tarafından Osman Gazi’ye Söğüt vilayetinin bütün nahiyeleri ve havalisinin yurtluk, ocaklık usulü üzere verildiğine dair altı yüz seksen üç yılı ramazan ayının başlarına tarihlenmiş bir kıta menşur gönderilmiştir.
O zaman resmî emirler Farsça yazıldığından, bu menşur da Farsça yazılmıştı. Hatta Söğüt yerine Biyd kelimesi kullanılmıştı. “hıtta-i Biyd” ve “vilayet-i Biyd” diye tabir olundu. Biyd vilayeti İslam’ın en sağlam ve muazzam sınır boyu olduğundan ve Osman Bey’in hükümdarlığa ilişkin kabiliyet ve yeteneğinden söz edilerek, Biyd vilayetinin bütün bölgeleri ile beraber ona verildiği uzun uzun anlatılmıştır. “Osman Gazi; saadetli, aziz, kerim, ulu kişi, din ve dünyanın yardımcısı, zafer babası Osman Şah… Yüce Allah onun ömrünün uzunluğu ve varlığının bereketiyle bizleri faydalandırsın…” gibi anlamlara gelen sözlerle lakaplandırılmış ve “Zamanımızın, gündüz ve gecemizin büyüğü.” anlamına gelebilen kelimelerle vasıflandırılmıştır.
Bu menşurda Gazi Osman Şah’a hitaben adalet, doğruluk, din hükümleri doğrultusunda hareket etmek, barışa taraftar olanlarla barış yapmak, sözünü yerine getirmemekten kaçınmak, divanı teşkil eden makamları ehline bırakmak gibi hükümdarlara en gerekli öğütler yazılmıştır. Komutanlar, ileri gelenler, kadılar ve diğer bütün halka hitaben de Osman Şah’a itaatin, Cenabıhakk’a ve sultana itaat olduğu; onun memurlarına hizmetin din ve dünya farzlarından sayıldığı ve altı yüz seksen üç yılından başlayarak mal ve işlerin onlara bırakılması gerekeceği bildirilmiştir. Ondan sonra Selçuklu sultanının Osman Şah ile haberleşmesi kesilmemiştir.
Yurtluk, ocaklık biçiminde verilen malikâne sahibinin tebaası, doğrudan doğruya kendisini tanıyordu. O da zamanın sultanına bağlı olarak iç işlerinde bağımsız oluyordu. Eski zamanlarda birçok eyalet ve liva bu şekilde verilirdi. Valilerine ve mutasarrıflarına “melik” denilirdi. Önce Hülagû tarafından Türkmen beylerinin hükûmetlerinin istiklalleri tanınmıştır. Ertuğrul Bey, o davalarda bulunmadığı için oğlu Osman Bey de öyle bir istekte bulunmadı. Fakat iş ve durum gereği olarak sultan tarafından o şekilde lütuflandırılmıştır.
Bu inceliklerden haberi olmayanlar, o asırların durumunu bu zamanın hâline kıyas ederek bu menşur ile Osman Bey, Söğüt bölgesinin müdürü oldu sanırlar. Şah deyimine ve diğer lakaplara mana veremezler. Oysa her asrın bir deyimi ve her yerin bir örf ve âdeti vardır. Önceleri Acem padişahlarına şah denilirdi. Sonra padişahların, hakanların hükmü altında bulunan hanlardan bağımsız bir beyliğe sahip olanlara da şah lakabı verilmiştir. İşte bu çeşitten olarak Ertuğrul Bey’in babasına Süleyman Şah denildiği gibi, bu sefer oğlu da Ebu’n-Nasır Osman Şah diye lakaplanmış ve bağımsız hükümdarlara mahsus olan vasıflarla vasıflanmıştır.
Gazi Osman Şah’ın Karacahisar’ı Fethetmesi
Gazi Osman Şah, daha evvel gönderilen sultan fermanını herkesin önünde okuttuğu sırada Anadolu, Tatarların zulüm ve baskısı nedeniyle ezilmekteydi. İlhanlı Devleti de karışıklık içindeydi. Mısır sultanı da haçlılarla meşguldü. Osman Şah ise zamanın müsaadesinden yararlanmak için bir süre beyliğinin işlerini düzeltti. Hükûmetini kurdu. Kuvvetini arttırmaya çalıştı.
Fakat önceki savaşlarda Osman Şah’ın görülen zaferlerine ve günden güne artan değer ve yükselişine bakarak tekfurlar durumun gidişinden ürktüler. Artık Türkmen obalarını Söğüt bölgesinden çıkarmak üzere birleştiler. Büyük hazırlıklara giriştiler. Gazi Osman Şah bunu öğrendi. Konya’ya adam gönderdi. Durumu bildirdi. Sultan tarafından kendisine epey mühimmat ve silah gönderildi. O bölgede bulunan Türkmen beylerinin Osman Şah’a yardım etmeleri için emirler verildi.
Gazi Osman Şah, hazırlığını bitirdi. Sayısını arttırdı. Altı yüz seksen sekiz yılında birkaç bin süvari ve bir o kadar piyade ile bir gece ansızın Eskişehir civarındaki Karacahisar’a vardı. Şehri ablukaya aldı. Yer yer saldırarak şehre girdi. Önüne gelenleri öldürüp kaleyi ele geçirdi. Tekfuru tuttu, birçok esir ve kesik başla birlikte Konya’ya gönderdi. Şehir, ahaliden boş kaldı. Evlerini gazilere dağıttı. Kiliselerini camiye çevirdi. O zamana kadar gazilerin barınacak ve sığınacak yerleri yoktu. Bu sefer Karacahisar gibi sarp bir yerde yerleşip rahat yatacak birer küçük ev buldular. Kendilerince mutlu oldular. Arkasından Osman Şah Gazi Yarhisar’ı da vurup harap etmiştir.
Osman Şah’a Sancak, Büyük Davul ve Ferman Gönderilmesi
Obalarından başka barınacak ve kılıçlarının gölgelerinden başka sığınacak yerleri olmayan Türkmenlerin sarp bir yerde bulunan Karacahisar Kalesi’ni almaları ve cesaretle şöhret bulmuş olan tekfurunu tutmaları Konya’da pek garip göründü. Bununla Osman Şah’ın nasıl bir güç ve kuvvet sahibi olduğu anlaşıldı.
Bunun üzerine Sultan Alâaddin İbni Ferâmurz Selçukî, Osman Şah Gazi’ye altı yüz seksen sekiz yılı şevval ayının başlarının tarihini taşıyan bir ferman yazdırıp, Balaban Çavuş ile gönderdi. Bununla beraber tuğ, sancak, büyük davul, bohçalarla değerli elbiseler, altın kabzalı kılıç, en güzel atlar ile takımları, yüz bin dirhem para, bin zırh, ellişer okuyla iki bin yay, bin beş yüz siper, üç bin kılıç, hançer ve iki deve yükü kadar mızrak da gönderdi.
Osman Şah Gazi Hazretleri, sancağı bir alay ile karşıladı. Sultanın fermanını halkın önünde okuttu. Dualar edildi, şenlik yapıldı.
Selçuklular’ın aslı Türk’tür, fakat İran’da hükûmet kurdular. Oralarda resmî dil Farsça olduğundan, Anadolu’ya gelen Selçuklular da resmî yazışmalarında Farsçayı kullanırlardı. Cengizliler’in çıkışında Horasan’dan birçok şeyh ve âlim Anadolu’ya göçüp, Farsça manzum ve mensur kitaplar yazdıklarından, Anadolu’da Farsça bir derece daha değer kazandı. Böylece Türkmen beyleri de saltanat merkezi olan Konya ile haberleşmek için yanlarında Farsça yazabilen kâtipler bulundurmak zorunda idiler. Bu ise Türkmenlere güç geliyordu. Bundan dolayı Karamanoğlu Mehmed Bey, Konya’yı alınca Farsçayı yasaklamıştı. Fakat onun idamından sonra resmî evrak, eskiden olduğu gibi Farsça yazılmaya başlandı.
Durum böyle iken bu sefer Osman Şah Gazi’ye gelen ferman Türkçe idi. Bu da sanırım ki sırf onu memnun etmek için böyle yazılmıştı. Bununla beraber kâtipler Türkçe yazmaya alışmamış olduklarından bu ferman Türkçe olduğu hâlde Farsça tarzında yazılmıştı.
Alâaddin İbni Ferâmurz, Burhan-ı Emirü’l-Müminin lakabını almıştı. Bu menşuruna, “Bismillahirrahmanirrahim, Min Burhan-ı Emirü’l-Müminin Alâaddin bin Ferâmurz Selçukî Eyyedehullahu’l-Meliki’l-Âli.” diye başlayarak, Osman Gazi’yi, “Merzeban-ı Hıtta-i Biyd olan Saadetmend-i Alicâh, Osman Şah İbni Ertuğrul Bey hayırhah, Eyyedehullah” diye lakaplandırdı. Bütün varını Allah’ın adını yüceltmek için sarf etmesini, herkesin onun yaptıklarına karşılık tatlı dil kullanmasını, bütün halkın onun yükselmesine ve ilerlemesine bakmasını, güzel yaradılışının devletin tatlı suyu ile yoğrulmasını, latif fıtratının izzet kokularıyla tütsülenmesini, iç ve dış duygularının inceliği ile bilinen hayal gücü ve anlayışındaki çabukluğun hareketindeki çeviklikle nitelenmesini, önde gelen zafer kumandanı olmasını, nusret peykinin önünde gitmesini, fetih müjdeleri ulaştırmasını, Allah’ın lütfuna ermesini ve bu gibi yüce vasıflar almasını öğütleyip çeşitli tavsiyelere yer verdikten sonra, “Çok eski tarihlerden beri atalarımız, Turan’dan İran’a,