Osmanlı Devleti’nin şanı, şöhreti ve başka devletlerden üstünlüğü, bütün tarihçilerce bilinir. Osmanlı sultanları, bu devlet ve saltanatı, Cengiz ve benzeri cihangirler gibi talih eseri olarak bir defada kazanmayıp ancak gaza, cihat yoluyla ve ülkeyi bayındır duruma getirerek yavaş yavaş kazanmışlardır.
Kısacası bu yüce devletin fazilet ve üstünlükleri pek çoktur. Geçmiş devletler içinde benzeri yoktur. Kurucusu olan Osman Gazi’nin tarihteki yeri tarihî kaynaklarda yazılıdır. Babası Ertuğrul Gazi’nin ve bir dereceye kadar da onun babası Kaya Alp Han’ın oğlu Süleyman Şah’ın tarihteki yerleri de biliniyor.
Medeni milletlerin tarihî olayları yazılagelmişse de zaman uzadıkça ihtilaflar çoğalır. Eski tarihlere inildikçe masal şekline girer. Şüpheli karanlıklara düşer. Ama göçebe hayatı yaşayan milletlerin tarihleri yazılmadığından gereği gibi bilinemezse de onlar asalete çok değer verip, soy sop bilgisinin tutulmasını önemsemişlerdir.
Abbasi halifeleri zamanında Oğuzlar ile diğer bazı Türk kabileleri Büyük Türkistan’dan çıkıp Horasan ve Irak’a gelerek askerî hizmetlerde kullanıldılar. Onlardan bağımsız devletler çıkmıştır. Oğuzların en kalabalık şekilde gelişleri ise Selçuk ile birlikte Büyük Türkistan’dan çıkıp gelmeleridir ki Maveraünnehir’e gelip İslam’a girerek Semerkant ve Buhara çevresinde yerleşmiş, Hanlılar Devleti’nin askeri hizmetinde bulunmuşlardır. O zaman onlara Oğuz Türkleri denilirdi. Daha sonra Türkmen denilmiştir.
Üç yüz seksen üç yılı olayları sırasında geçtiği üzere Türk kabilelerinin en şereflisi Oğuz Kabilesi’dir. Oğuzların soy sopça en şöhretlisi de Kayı Hanlı Kabilesi’dir. Öteden beri Kayı Han neslinden olan bir han, bu kabileye başkanlık edegelmiştir. Selçuk ile gelen Oğuzlar içinde Kayı Hanlı da vardı.
Ertuğrul Bey’in babası olan Süleyman Şah’ın Kayı Han’ın torunlarından olduğu bilinir. Ama “Kayı Han kimdir?” diye araştırmaya girişilecek olursa önümüze çok çeşitli rivayetler çıkar. Doğrusunu yanlışından ayırmak zordur.
Tarihçilerden bazıları, “Süleyman Şah, kırkıncı kuşakta Hz. İshak’ın oğlu Ays’a ulaşır.” dediler. Bazıları da “Katı (Kavî) Han, Ays’ın kendisidir.” dediler. Bazıları ise “Hz. İsmail’in evlatlarından Katuraoğulları denilen bir topluluk, bir sene kıtlık ve pahalılık sebebiyle Hicaz’dan Horasan’a göçerek orada kalmış. Osmanoğulları, işte onların neslindendir.” dediler.
Bu rivayetlere göre Osmanoğulları’nın, Hz. Nuh’un oğlu Sam’ın oğullarından olmaları gerekir. Tarih araştırıcıları ise “Oğuzlar, Hz. Nuh’un oğlu Yasef’in oğullarındandır.” dediler. Bazıları, “Kayı Hanoğlu Kara Hanoğlu Oğuz Han.” diye yazdılar ve “Kayı Han, Yasef’in torunudur.” dediler. Fakat Türk soy sop bilginleri açısından Kayı Han, Oğuz Han’ın en büyük evladıdır. Hanlığı ona ve onun evladına vasiyet etmiş olduğu meşhurdur.
Hatta eski zamanlarda Türkmenler içinde Korkut Ata adında, hâl ehli bir aziz varmış. “Saltanat, sonunda Oğuz Han’ın vasiyeti gereğince Kayı Han’ın evladına geçerek ahir zamana kadar sürer.” demiş ve dediği gibi olmuştur ki İslam saltanatı, Kayı Han’ın evladından olan Osmanoğulları’na geçmiştir.
Türkmenler önce Maveraünnehir’e geldiler. Sonraları grup grup Horasan tarafına geçmişlerdir. Önceleri onların bir kısmını Gazneli Sultan Mahmud Horasan’a geçirdi. Ayrı ayrı yerlere yerleştirdi. Her il ve aşiret bir beye bağlanmıştı. Mal tahsil eden memurların zulümlerinden dolayı Türkmenler yerlerinden oynadılar. Yerleştikleri yerleri terk ettiler. Yağmacılığa başladılar. Gazneli Devleti’nin başına bela oldular.
Kayı Hanlı Kabilesi, Kayı Han neslinden olan bir hana bağlandılar. Mervşahcan’a bağlı olan Manen yöresinde yerleştiler. Çıkan karışıklıklara bulaşmadılar. Selçukoğulları’ndan Tuğrul Bey, Maveraünnehir’de kalan Türkmenlerin büyük bir bölümü ile Horasan tarafına geçti. Büyük bir devlet olarak ortaya çıkınca da Kayı Hanlılar, amcaoğulları olan Selçuklu sultanlarına boyun eğerek sefer oldukça hizmette bulunurlardı.
Hıtâ Türkleri, Maveraünnehir’i alınca oradaki Selçuklu kalıntısı olan Türkler de beri tarafa geçtiler. Bu tarafta Türkmenler daha kalabalık oldular. Selçuklu Devleti zayıflayınca, Türkmen beyleri ayrılarak kendi başına buyruk hükümdar gibi kaldılar.
Belh valisi ise kendi eyaleti içindeki Türkmenleri çıkarmak için üzerlerine vardı. Bozguna uğradılar. Sultan Sencer onların üzerine bir büyük ordu gönderdi. Fakat ordusu bozuldu. Kendisi tutsak oldu. Kayı Hanlılar, o zaman bile Mâhan’da rahat idiler. Sonradan Selçuklu Devleti çöktü. Yerine Harzemşah Devleti kuruldu. Fakat Konya’da hüküm süren Selçukoğulları şubesi kaldı.
Sonra Cengiz Han çıkarak Maveraünnehir şehirlerini aldı. Altı yüz on altı yılında Buhara’yı, altı yüz on yedi yılında Semerkant’ı vurup harap ettikten sonra Tatarlar, Ceyhun Nehri’ni geçerek sel gibi Horasan tarafını bastılar. Her tarafı karıştırdılar. Diğer halk onların önlerinden savuşup bölük bölük etrafa kaçarak darmadağın oldu. O sırada Mâhan’da hüküm süren Kayı Hanlı Kabilesi’nin hanı Süleyman Şah da kendisine uyan elli bin kadar Oğuz obasıyla Mâhan’dan hareket ederek Bitlis civarındaki Ahlat’a göç etti. Bir süre orada kaldı. Fakat oraların kışı sert geçtiğinden, kış mevsiminde civarda bulunan ve havası daha yumuşak olan yerlere inerdi.
Altı yüz yirmi iki yılında Harzemşah’ın oğlu Celâleddin çıkarak Acem Irak’ını ve Azerbaycan’ı aldı. Ahlat ile komşu oldu. Şam, Erbil, Âmid ve Mardin hükümdarları ile Rakka, Harran ve Ahlat’ın sahibi olan, Beni Eyyûb’dan Melik Eşref’in aleyhine birleştiler. Melik Eşref de onlara karşı Anadolu sultanı olan Selçuklulu Alâaddin Keykubad ile birleşti.
Bunun üzerine altı yüz yirmi üç yılında Celâleddin, Ahlat’ı ablukaya aldığı gibi Alâaddin de Âmid melikinin üzerine asker sevk ederek Âmid’e bağlı yerlerden Hısn-ı Mansur’u ve Kâhta Kalesi’ni aldı. Bu kargaşalık arasında Süleyman Şah da obaları Azerbaycan bölgesine geçirdi.
Altı yüz yirmi beş yılında Celâleddin, Rey civarında Tatarlar ile şiddetli bir şekilde savaşarak bazen yendi bazen de yenildi. Tatar savuşup gittikten sonra Celâleddin, Ahlat ve Muş bölgelerini vurup yağmaladı.
Erzincan otlakları ise Kayı Hanlı Kabilesi’nin hayvanlarını idareye yeterli değildi. Süleyman Şah altı yüz yirmi altı yılında kabilesiyle birlikte oradan hareket ederek Elbistan yoluyla Halep’e indi. Rakka’ya bağlı Caber Kalesi yakınında Fırat Nehri’ni geçmeye çalışırlarken geçit yerini bilmediklerinden, Süleyman Şah’ın atı bir uçuruma düştü ve kendisi boğuldu. Cesedi çıkarılıp Caber Kalesi civarında gömüldü. Orası hâlâ Türk mezarı diye bilinir. Aşiretler arasında bir at sancılanırsa o mezarın etrafında döndürüldüğü takdirde atın sancısının durduğu çok meşhurdur.
Süleyman Şah’ın vefatından sonra kabilesi dağıldı. Her oymak ve aşiret birer tarafa çekildi. Süleyman Şah’ın; Sungur Tekin, Gündoğdu, Ertuğrul ve Dündar adında dört oğlu kaldı. Kabilenin bir kısmı gurbet diyarında dolaşmaktan usandığından Mâhan’ı arzu ederek Sungur Tekin ve Gündoğdu ile birlikte Horasan’a gitti. Ondan sonra adları ve nişanları işitilmedi. Nereye gittikleri bilinmedi. Diğer bir kısmı ise Tatarların boyunduruğu altına girmeme fikrinden caymayarak, Ertuğrul ve Dündar ile birlikte, öteden beri alıştıkları Selçukoğulları’nın kanadı altına sığınmak üzere Erzurum’un sahibi olan Selçuklu Kılıç Aslan’ın oğlu Turan Şah’ın memleketine giderek, Erzurum civarındaki Pasin Ovası’nda, Sürmeli Çukur denen yerde durdular.
Celâleddin, bazı meseleler için Turan Şah’ı çağırttı. Onunla birlikte altı yüz yirmi yedi yılında Ahlat’ı vurup zorla şehre girerek Tatarların yaptıklarından daha iğrenç işler yaptı. Melik Eşref de Alâaddin Keykubad ile anlaştı. Sivas’ta birleştiler. Ahlat tarafına yürüdüler. Karşılaşmada Celâleddin’in ordusunu darmadağın ettiler. Eşref, Ahlat yurdunu kurtardı. Alâaddin de amcasının oğlu Turan Şah’ı tutup hapsetti ve gidip Erzurum’u ele geçirdi.
Sonra Alâaddin ve Melik Eşref ile Celâleddin yazışarak birbirlerinin memleketlerine saldırmamak üzere barış yaptılar. Fakat o sırada Tatarlar çok kalabalık bir şekilde gelip, altı yüz yirmi sekiz yılı içinde Celâleddin’e üstün geldiler. Onu öldürdüler. Azerbaycan’ı alarak, Alâaddin’in memleketlerine komşu oldular, Van