İhtiyarın bu yakışıksız kararından, isteğinden ne annem ne babam ne de ben ufak bir kuşkuya düşüyoruz. Bize mutfak harcamaları, cep harçlıkları yağıyor. Biraz nezle olsak hekimler gönderiliyor. Beni gezdirmek için haftada iki üç kere kapımıza özel otomobil yanaşıyor.
Her şeyden habersiz biz, bu adamın cömertliğine karşı hayretlere düşerek ellerimiz havada yana yakıla ömrünün uzunluğuna dua ediyoruz. Ben on altısına basıyorum. Piliç tavuklaşıyor.
Besbelli ki Rübaioğlu’nun geviş getirdiği bir çağa giriyorum. İhtiyar damat o çok gösterişli yemek salonunda genç kayınpederine birkaç tek içirdikten sonra bir sırasına getirip meseleyi açıyor. Babam öksürüyor, aksırıyor, yutkunuyor, ne olur ne olmaz, bir şey diyemiyor. Nihayet biraz aklını başına toplamaya çalışarak ‘Damatlığınız kulunuz için büyük bir şereftir. Fakat evlisiniz. Kanun ikincisini almaya müsait değil. Metres olarak kızımızı takdime biz razı olsak da vicdanınızın buna katlanamayacağına eminim.’ diyor.
Rübaioğlu: ‘Uzun zamandan beri zihnimde bu mesele ile uğraşa uğraşa bütün zorlukları çözümledim.’
‘Nasıl velinimet?’
‘İhtiyar karımı boşayıp genç kızınızla evleneceğim.’
‘Birlikte uzun bir ömür geçirmiş olduğunuz bir kadın bırakılır mı?’
‘Bırakmıyorum. Yine evimizde birlikte oturacağız. Çok yıllardan beri aramızdaki karılık kocalık yalnız lafta kalmıştır. Saide altmışına geldi. Onun hayat tarzında hiçbir değişiklik olmayacak ki…’
‘Ya oğullarınız? Kızlarınız? Torunlarınız?’
‘O bencilleri mi düşüneceğim? Onlar benim için kendi zevklerinden bir kıymık bile feda etmezler. Hep kendi aşırı isteklerinin ardından koşarlar. Benim bu son ömrümde paradan, varımdan, yoğumdan yararlanmak, ancak genç kızınızın kocası olmakla mümkün olacaktır. Kaç zamandır beynimi, kanımı ateşlendiren bu idealimin tadını tatmak için her engeli çiğneyeceğim. Son ve değişmez kararım budur. Siz de bu emelime karşı gelmek istemezseniz servetimin anahtarıyla her kilidi açacağımdan emin olunuz.’
O gün babam cebinde bir pırlanta pandantifin 4 kutusuyla eve döner. Kutu önümde açıldığı zaman benim de gözlerim sevinçten parlar. Yüreğim kaynar. Ne karşılığında olduğunu henüz bilmediğim bu hediyenin sahibine doğru ellerimle öpücükler gönderirim.
Arada çok büyük bir yaş uçurumu olan bu evlenme teklifine yavaş yavaş anamın babamın zihinleri alışır, yatışır. Bir gün tatlı okşamalar arasında çok yumuşak sözlerle iş bana açılıyor. Ben elmasların, ipeklerin, otomobillerin büyüsüyle zaten büyülenmiş gitmiştim. Baba nedir? Koca nedir? Hayatımın bunları ayıramayacak masum bir çağındayım. Ben de el çırparak bu teklife evet dedim.
Türk imparatorluğunun eski dönemlerinde yetmiş yaşında bir vezir, bir müşir on yedisindeki bakire bir esiri odalık olarak alabilirdi. Bugünkü hayatta da ihtiyar bencilin kasası eski esirliği yeni bir biçimde yaratabiliyor.
Beni, haremlik adı altında bir esir gibi ihtiyarın koynuna atıyorlar. Onun bayat ciğerlerinden istekle fışkıran kokmuş nefesiyle karşılaştığım gece kaçacak yer aradım. Onu tokatlamak, yumruklamak, tekmelemek istedim. Büyük bir tiksintiden gelen hırçınlıkla tepindim, ağladım…
Bir kocanın karısı üzerinde nikâhın verdiği hakları varmış, kadın itaate mecburmuş. Para gönülden başka her şeye hükmedebiliyor. Gönlün seçiminde rol oynayan da sevgidir. Bu şekilde evlenme ne iğrenç bir şey! Hem kendim için hem de evlenmelerde bana benzeyen mutsuz kadınlar için gizli gizli ağlıyorum.
Ne yaparsınız? Bir beladır geldi başa… Ne kadar gözyaşı döksem, dövünsem, ben artık Rübaioğlu’nun karısıydım. Eski karısı için pek sert olan kocam bana karşı bir kuzu, itaatli bir köle… Bir dediğim iki olmuyor.
Komiser beyefendi, hayat, her yanı uçurum dolu bir tehlike… Adımlarımızı denk atamadığımız dakikada yuvarlanmak korkusu var. Vay şaşıranların hâline!.. Size acıklı bir konfesyon 5 yapmak zorundayım. Günah çıkartmakla insan suçlarından hafiflermiş. Ben bu düşüncede değilim. Kabahatimizi bir kendimiz, bir de Tanrı bilirken bu sırra bir üçüncüyü karıştırmakta bir avuntu şekli göremiyorum. Fakat ben bugün ellerim yardımınıza uzatılmış, gözlerim göklerde, kapana tutulmuş bir durumdayım. Suçumun büyüklüğü sizi bana acındırmaktan alıkoysa da adalet bakımından göreviniz gereği kalbinizin düşmüş bir kadını büsbütün ezmemek yoluna gideceğinden eminim.
Evleneli sekiz yıla bastı. Oğlan, kız iki çocuğum oldu. İkisi de ihtiyardan değildir. Ne ağır bir açıklama bu… İkisi de başka babalardandır. İhtiyar nasıl tabiatın bir genç kadınla evlenmek zevkine direnemediyse genç kadın da kendi gibi kaynar kanlının kolları arasına atılmak ateşinden nefsini kurtaramadı. Bu madde dışı ölümümde kendim kadar ihtiyara da acıyorum.
Her çocuk doğuruşumda zavallı adam bunu kendi erkekliğinin bir şerefi sanarak öyle seviniyordu ki… Kızın adını Emel koydu. Oğlanınkini Fethi… Sanki bundan emelini fethetmiş anlamı çıkıyordu.
Komiser beyefendi, gerçek nerede var? Her şey bir sanıdan ibaret değil mi? Bu sanı kocamı mutlu yaşatmaya yetiyor. Hepimizin de aldanarak avunduğumuz hayatta buna benzer kim bilir daha neler vardır? Son, zamanlarda telkinle tedavi tıpça kabul edilip uygulanan bir usul olmadı mı? Bu sayede ne mucizelere tanık oluyoruz. Herhangi bir şeyi iyi zannederseniz iyi olur. Ben cinayetimin avuntusunu bu yargılamalarda arıyorum. Asıl büyük günahlı insan ben miyim? Kocam mı? Bunun değerlendirilmesini size bırakıyorum.
İmzasız mektuplarla çocukların kendisinden olmadığını da yazdılar. Kocam gülerek buna da şu karşılığı verdi:
‘Dünyaya çocuğu gelen hemen her ihtiyara karşı bu şüpheye düşülür. Emel’le Fethi benim öz yavrularım olmasalardı, onlara bu kadar şiddetle kanım kaynar mıydı?’
Kaçamaklarımı son derecede bir ustalıkla yaptığımdan ihtiyarın bana sarsılmaz bir güveni vardır. Bu imzasız mektuplarla onu inandıramadılar. Hepsini gülerek yırttı, attı. ‘Mutluluğumu çekemiyorlar, kıskanıyorlar.’ dedi. Hep bunları eski karısının düşmanlığından bildi. İnanmaz, inanamaz. Çünkü inansa yüreğine iner.
Bu çok dengesiz evlenme hatasının cezasını ikimiz de çekeceğiz. Aslında ben, masum bir kızken bugün en büyük ızdırabın yükünü, acılarını çekiyorum. Kocam itimadının narkotiki 6 (narcotique) içinde acı duymadan yaşıyor. Ondan çok ben kendimi acınacak durumda görüyorum. Geçen yıl bana Edip Münir adında bir genç musallat oldu. Sempatik bir yüzü var. Fakat bu derinin altında bir yılan ruhu gizleniyor. Kendini ciddiliğine güvendiğim bir aracı ile bana tanıttırdı. Nasıl bir tedbirsizlik ve zayıflık anımdan yararlandı bilemiyorum. Az zamanda hayatımın özelliklerine karışan biri oldu.
İnsanın bir kere yokuş aşağı ayağı kayınca tutunup kendini geri alması zor oluyor. Asıl heyecan da bu patinajda değil mi? Güvenilir bir eve gitmek, oradan örtülü,