Çelebi hakkında buraya kadar verdiğimiz bilgiye dikkat etmiş ve zikredilen bilgi ile kendisini güzelce tanımış iseniz, anlamışsınızdır ki herhangi fevkalade bir şey, Çelebi cenaplarının nazarıdikkatlerini çeker ise onu uygulamak için, zihninden bir fıkra, bir hikâye bulmaya çalışır. Hem de mutlaka bulur. Bulduğu anda gördüğü şeyi zihnindeki hikâyeye uydurarak, kuruntusunu büyütmeye başladığı anda da meseleye maddeten vücut verir ve derhâl kendisini o hikâyenin içinde bulur.
İşte Çelebi bu hâli gereğince Tahtakale hamamından çıkan aşüfteyi de zihninde uyduracak bir hikâye aramaya başladı. Aradığını yine Muhayyelât-ı Aziz Efendi’de buldu. Kendi kendisine dedi ki:
“Bu kadın olsa olsa Şehzade Nesil’in gurbete çıkarak hiç bilmediği bir memlekette, hamamdan çıkar iken gördüğü, yine hiç bilmediği karı olacaktır. Hem de ta kendisi! Şimdi ben bu kadına ilgi duyacağım! İlgi alaka gösterdiğim anda kadın da bana meyil ve rağbet edecektir. Ben ona, beni hanesine kabul etmesini söyleyeceğim. O da bana, ‘Efendim, nerede âdet olmuş ki kadın âşığını kendi hanesine götürsün? Layık olan, sizin beni kendi hanenize götürmenizdir.’ diyecek. Fakat ben bu diyarın acemisi olduğumdan kadını götürecek yerim yoktur. Bunun için ne yapacağım? Artık ister istemez kadına uyarak önüne düşeceğim! Gideceğim, gideceğim! O da arkam sıra gelecek. Nihayet yolumuz bir çıkmaz sokağa uğrayacak. Ta dipteki kapıya gelince ister istemez kapının önünde duracağım! Burası benim hanem değildir ya! Fakat kadın bana sorunca, ‘Evet hanem burasıdır ama kölemi çarşıya göndermiştim, henüz gelmemiş.’ diyeceğim. Kadın, bunun üzerine kapıyı kurcalarken kapı açılacak. İçeriye gireceğiz ki bir boş hanedir. Biz, orada zevküsefaya başlayacağız. Bir de gece vakti hanenin sahibi gelecek. Meğer burası, bu memleket padişahının bir gizli sefahanesiymiş. Ben dışarıda ayak patırtısını duyunca, dışarıya çıkıp işi anladığım zaman özürler dileyerek hâlimi ve hayatımı hikâye edeceğim. Padişah bunu da kendisine bir eğlence edinmek üzere, güya benim çarşıya göndermiş olduğum kölem yerine geçerek, bize hizmet edecek. Hatta yanındaki kadın bizim uydurma köleye hiddetlenip aşağılamada bile bulunacak. Nihayet sabah olup da kadını def ettikten sonra padişahla dost olacağız.”
Malum ya! Bizim büyük mecnun, bir hikâyeyi böyle kendi nefsine isnat ederek söyledi mi mutlaka icabını yerine getirmeye de hemen başlar. Bu defa ise Daniş Çelebi şu hayali âdeta bir anda edip bitirerek son kararı olmak üzere, kendi kendisine dediği “Yaparım, yaparım!” sözü üzerine, aşüfteye bir iltifat ile ilgisini ilan etti. Aşüfte, Daniş Çelebi’yi kerli ferli bir çelebi görünce, müşterinin yağlısına çattığına memnun olarak derhâl rağbetine uygun cevap verdi. Kısacası Daniş Çelebi tarafından “Arkama düşün! Nereye gider isem beraber gel!” emri verilmesiyle Çelebi önde, kadın arkada Kantarcılar’a doğru yürüdüler.
Gide gide Süleymaniye tarafına yönelerek, birçok sokaklara girdikten sonra, nihayet önlerine bir çıkmaz sokak çıktı. Malum ya! İstanbul’da çıkmaz sokak nadir değildir. Hatta çıkar sokaklar bile çıkar, ama o kadar da kolaylıkla çıkar ki, çıkardıkları adamın canını da çıkarmak derecesine getirir.
Tahtakale’de hamamdan çıkarken kadına tesadüf ve rağbet edilir edilmez de uygun cevap alır. Nihayet çıkmaz sokağa girdiği gibi çıkar. Birbirini takip eden hâllerin başarısı, Daniş Çelebi’nin fikrine, vehmine o kadar kuvvet vermişti ki hikâyenin devamı da arzusuna uygun çıkacağından ve bu olayın Beykoz’un büyük köşküne asla benzemeyeceğinden Çelebi’nin hiç şüphesi yoktu. Dolayısıyla kadın: “Sizin eviniz burası mıdır efendim?” sorusunu yöneltince ve bu soru da önceki düşüncelerine uygun çıkınca, Daniş Çelebi, “Hay hay! Fakat kölemi çarşıya göndermiştim. Besbelli henüz gelmemiş ki kapısı kapalıdır!” cevabını göğsünü gere gere vermekten asla çekinmemiştir.
Ne tesadüf! Ne uygunluk! Bu söz üzerine kadın kapıyı kurcalamaya başlamasın mı? Kapıyı kurcalarken kapı da açılıvermesin mi? Aziz Efendi hikâyesinin ikincisi, bir anda vuku bulması vesselam!
Bunlar, selamsız sepetsiz içeriye girdiler. Daniş Çelebi önde, aşüfte arkada olarak merdivenden yukarıya çıkmaya başladılar. Fakat ne yazık ki hikâyenin uymayan kısmı burada baş göstermeye başladı. Zira hanenin bomboş olması lazım gelirken yukarıda birkaç kadın görüldü. Bunlar arasında: “A! Bir erkek geliyor! Aman ya Rab! Arkasında bir de orospu var. Kapıyı bilmeyerek açıvermiştik! Aman Mustafa Efendi gel, yetiş! Şunlara bir meram anlat!” Seslerinin varması çaresiz Daniş Çelebi’nin kulaklarına bir ferahlık vermemişti. Mustafa Efendi geldiği zaman, gerçi Daniş Çelebi, “Sen bu diyarın padişahısın. Öyle değil mi birader? Burası senin gizli olan sefahanendir. Fakat bizim gelişimiz fena vakte tesadüf etti. Zira siz bizden evvel kadınları buraya aşırıp zevkinize başlamışsınız. Eğer ben hanenin boş olduğu zaman gelmiş olsaydım da sen de beni burada bulsaydın hiç ses çıkarmayıp, hatta bana köle olurdun. Bizim bu kadın seni dövseydi bile ses çıkarmaz idin.” diye hayalindeki hikâyenin kalan kısmını anlatmıştı. Ancak anlatmasına rağmen Mustafa Efendi’den umduğu cevabı alamayıp: “Bu ne halt ediyor! Sen beni kerhaneci mi sandın be! Bir de tutmuş da bana bu memleketin padişahı diyor! Aklını mı kaçırdın yoksa!” cevabıyla beraber herifin süpürge sopasına da sarıldığını görünce ve meselenin sonlarının Beykoz Köşkü meselesine benzemeye başladığını da görünce bir anda önceki dayağın acısı, biçarenin aklını başına getirmiş ve dolayısıyla bu belalı ev içinde bir dakika daha durmayıp kararı derhâl kaçmaya dönüşmüştü.
Kendisi kaçtıktan sonra Tahtakale hamamından çıkan aşüftenin orada kalması ve kendi ismi bulunan “orospu” sözüyle kendisine hitap olunmasının güya namusuna dokunması üzerine, Sulukule kavgalarına dahi kıyas kabul edemeyecek şekilde baş gösteren kavganın mahalle içinde ne büyük bir rezalet çıkarmış olduğu başkaca düşünceye muhtaç bir keyfiyettir. Daniş Çelebi ise bu rezaleti seyretmek için bile başını çevirip arkasına bakmayarak ta kendi semtine kadar geldi.
Zannederiz ki bu vaka da Daniş Çelebi’nin aklını başına getirmediğine inanmazsınız. Hiç nasıl inanılabilir ki! Daniş Çelebi’nin bir kere inanmış olduğu şeyden vazgeçmesi mümkün olmadığını artık anlamamış kimse kalmamıştır. Koca mecnun! Bu olumsuz vakaları da zihninde hemen ve pek kolay hallediyordu. “Hikâye pek doğru ve bizim sergüzeşt de pek uygundu ama ne fayda ki bu diyarın padişahının gizli sefahanesine vakitsiz gittik. Eğer kendi aşıntıları orada olmadığı hâlde gitmiş olsaydık, hiç bu belaya uğramaksızın sabahlara kadar vur patlasın zevk ederdik.” şeklinde yorumlayarak işlerin yolunda gitmemesini sadece bu vakitsiz gitmeye bağlayıp üzülmüştü.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Daniş Çelebi hakkında buraya kadar verdiğimiz bilgi ve özellikle garip hayatına dair örnek olarak hikâye ettiğimiz şu iki vaka kendisini size layıkıyla tanıtmıştır düşüncesindeyiz. Eğer hakikaten kendisini güzelce tanımış iseniz itiraf edersiniz ki, bu gibi mecnunlar şehrimizde pek fazla hoş karşılanırlar. Zira şehrimizde pek çok adamlar vardır ki soytarı ve dalkavuk olan adamlar ile ettikleri sohbetlerden aldıkları lezzeti, akıllı ve diğer normal insanlarla ettikleri sohbetlerde bulamazlar. İşte bu gibi adamların Daniş Çelebi gibi mecnunlara da rağbet ve itibarları pek çok olur.
Daniş Çelebi’nin semtinde Engürusizade Nafiz Efendi denilir emeklilerinden bir zengin adam vardı ki böyle yüze gülen, dalkavuk, soytarı ve mecnun güruhunun sohbetlerinden pek lezzet alırdı. Nafiz Efendi, Daniş Çelebi’nin bu şöhreti etrafta yayılınca