En son Mebusan Meclisi’nde ve beni ziyaret için geldiği Babıali’de gördüm. Rauf Bey’i Erenköy’e gidip gelirken trende, vapurda görürdüm, aşinalığım bu kadardır.5
Kara Vasıf Bey’i ilk defa Mebusan Meclisi’nde ve daha sonra bir kere de tesadüfen Sadrazam’ın nezdinde gördüm; diğerlerini ve özellikle Mustafa Kemal Paşa’yı ve ayrıca sorduğunuz asker kumandanı Ali Fuat Paşa’yı uzaktan, yakından hiç tanımam.”
Biga hadisesine dair olup evrakım arasından alınmış olan bir raporu göstererek:
Soru: “Bu rapor üzerine ne yaptınız?”
Cevap: “Raporun arkasında ‘Vükela Meclisi’nde okunmuş ve mahalline bir heyet gönderilmesi kararlaştırılmıştır.’ diye yazılmış olduğu veçhile ikinci defa mahalline gönderilmesi kararlaştırılan heyet için bazı kişiler seçilmişti.
Fakat İstanbul’un işgali sebebiyle ortaya çıkan engellerden dolayı gönderilemedi. İşgali takip eden günlerde heyet göndermeye değil vilayetlerle muhabereye bile imkân bulunamadığı malumdur.”
Soru: “Dramalı Rıza’yı tanır mısınız?”
Cevap: “Hiç tanımam. Fakat Biga hadisesine ilişkin şikâyetler arasında böyle bir isim mezkûr olduğunu ve Harbiye Nezaretince kolordudan sorularak alınan yazıda böyle bir şahsın orada bulunmadığı, yolunda bir cevap gördüğümü hatırlıyorum. Bu hatırlayışımın isabetinden emin değilim.”
Soru: “Dâhiliye Nezaretinde bulunduğunuz zaman Akşam gazetesine olan beyanatınızda, “Biga hadisesinden başka vilayetlerimizde belli başlı bir hadise ve durumlarda bir değişiklik yoktur.”6 demişsiniz. Hâlbuki taşrada Kuvayımilliye, yani Anadolu’daki bilinen şahıslar, her türlü asice harekette bulundukları hâlde onlardan hiç bahsetmiyorsunuz. Bunlar, gönderdiğiniz memurları kabul etmemek suretiyle de isyan belirtileri göstermekte iken ne için onlara asi demediniz?”
Cevap: “Gazeteye bu beyanatta bulunduğum esnada, Biga vakasından başka diğer bir mahalde o kabilden bir hadise daha olsa ondan da bahsederdim.
İki defa Dâhiliye Nezaretinde bulundum; yalnız Bursa vilayetine bir vali tayin ettim, ona da kimse bir şey demedi. Kabul edilmeyen memurlardan maksat Ankara ve Kastamonu valileri ise onlar benim nezaretimden hayli evvel tayin edilmiş ve gönderilmişlerdir. Bunların kabul edilmemelerinden dolayı, ‘O zamanki Dâhiliye Nazırı ne yapmış? Bunu ne için bir isyan eseri olarak telakki etmemiş?’ olduğunu o nazırdan sorunuz.”
“Zatıâliniz de beş on gün valiliğinde bulunduğunuz Bursa’dan İstanbul’a ne suretle iade edildiğiniz malumdur7
Bu muamele üzerine o zamanın Dâhiliye Nazırı Damat Şerif Paşa ne yaptı? Bu muameleyi niçin bir isyan eseri telakki ederek asilerin uzaklaştırılması için buradan asker şevkine lüzum göstermedi?”
Reis: “O Nazır da onlardan olduğu için bir şey yapmadı!” Ben: “Pekâlâ. O Nazır’ın onlardan olmayan üstleri ne yaptı?”
Reis: “…”
Ben: “Gelelim isyan meselesine? Hükûmetçe Kuvayımilliye’nin asi sayılıp sayılmaması devletçe ve memleketin menfaat ve selameti nokta-i nazarından, dâhil olduğum kabinenin dâhili, harici siyasetine ait bir meseledir. Böyle şeyler ancak Kanun-ı Esasi gereğince teşekkül edecek Divan-ı Âli’de sorulabilir.”
“Mademki sualde ısrar ediyorsunuz. Bu mesele o kabinenin istifanamesiyle bütün vekiller tarafından imza olunarak Babıali’de saklı zabıtnamede zikredilmiştir. Sadaret makamından isteyiniz.
Gönderirlerse mütalaa edersiniz. İstifa eden bir kabine azasından birine: ‘Niçin böyle yaptınız yahut yapmadınız da istifa ettiniz?’ diye divanıharp tarafından soru sormaya uygun bir Meşrutiyet usulü yoktur.”
“Bahsettiğiniz bilmem hangi kanun veya nizama istinaden ‘Kanun-ı Esasi’nin divanıharp kararnamesine yani geçici kanuna aykırı hükümleri kaldırılmıştır.’ demeniz şaşılacak şeydir.”
Reis: “İstanbul’un işgali günü herkesin önünde Kuvayımutelife’yi (İtilaf Devletleri’nin kuvvetlerini) küçümsemişsiniz.8
Ben: “Nasıl ve nerede?”
Reis: “Akşam saat altıda Köprü’den Haydarpaşa’ya giden vapurun yan kamarasında, Evkaf ve Adliye nazırları da hazırmış. Sarayburnu önünden geçerken pencereden bir İngiliz zırhlısının toplarını göstererek:
‘Bu toplar İstanbul’a ne yapabilirler?’ demişsiniz. Bunu İstanbul vilayeti yaveri mülazım İsmail Efendi işitmiş.”
Ben: “Kapısında süngüsü takılmış tüfeği ile bir İngiliz askeri nöbet beklemekte bulunmasına rağmen, ben bir Osmanlı Divanıharbi’nde muhakeme edilmekte olduğumu sanıyordum. Bu sualden pek ziyade hayrete düştüm. Evvela her nerede olursa olsun, bir düşmanın kuvveti küçümsenmiş olsa bile Osmanlı Divanıharbi bunu nasıl cürüm sayabilir? Saniyen siz ‘Alâmeleinnas’ (herkesin önünde) tabirinin manasını bilmiyor musunuz?
Vapurun ancak üç dört kişi alabilen küçük yan kamarasında geçmiş bir söz ‘Alâmeleinnas’ söylenmiş olur mu? ‘Alâmeleinnas’ bir mitingde yahut köprübaşı gibi kalabalık bir yerde, bağıra bağıra söylenen sözlere denebilir. Mamafih ben gerek vapurda ve gerek başka bir yerde böyle bir söz söylemedim.”
“O günlerdeki fevkalade meselelerden dolayı çok defa geceleri de Babıali’de geçirerek Erenköy’deki evime gitmediğim gibi işgal-gününü takip eden gece de gitmemiştim. Hatta Adliye Nazırı Celal Bey de İstanbul’da kalmıştı. Tahkik edebilirsiniz. Vapurun o kamarası saltanat hanedanına mensup olanlara mahsus olduğu hâlde bazen vekillerden de oturanlar bulunurdu. Orada vekillerden üç zat oturmakta iken vilayet yaverliğinde bulunan bir mülazımın bunların yanlarına girip oturamayacağı da malumdur.
Bu mülazım, gerekli vasıfları haiz olmamasından dolayı Dâhiliye Nezaretinde bulunduğum esnada vilayet yaverliğinden çıkarılmış olduğundan, bundan hasıl olan kin ve garez ile böyle bir vaka tahayyül ve isnat etmiştir.
Bu sözün cezayı gerektiren bir suç olabilmesi ihtimali varsa, o cezanın bu iftira eden mülazıma çektirilmesi lazım gelir.”
Reis: “İstanbul işgalinden sonra Anadolu’ya sabık mebuslardan dört kişi gönderilmiş. Ne için gönderdiniz? Bu adamları evvelce tanıyor musunuz?”
Ben: “Bunları ben göndermedim. Vükela Meclisi kararıyla gönderildiler. İşgali müteakip demir yolu ulaşımının kesilmesi, İstanbul’ca iaşe meselesini güç duruma getirmiş olduğundan zahire nakliyatına engel olunmaması için Anadolu’ca icap edenlere siparişlerde bulunmak üzere Ankara’ya, mebuslardan seçilmiş bir heyet gönderilmesi Vükela Meclisi’nce tensip olundu, fakat hükûmetin emri altında nakil vasıtaları bulunmadığından, işgal kuvvetleri kumandanından müsaade alınmadıkça denizden veya karadan bu heyetin gönderilmesi mümkün değildi.
Hariciye Nazırı vasıtasıyla alınan müsaade ve nakil vasıtaları ile bu dört mebus gidebildiler. Keyfiyet sadaret makamından padişaha da arz edilmişti. Bu mebuslardan yalnız Abdullah Azmi Efendi’yi, Manastır Vilayeti valiliğinde bulunduğum zamandan beri tanırım. Yusuf Kemal Bey’le yalnız göz aşinalığım vardır. Diğer ikisini (Hoca Vehbi ile Rıza Nur Bey) evvelce hiç görmedim.”
Reis İkdam gazetesinin