Süleyman Şükrü, kendi topraklarındaki insanların gerçek manada dikkatine henüz mazhar olmamış olsa da onun bu toprakların yetiştirdiği nadide seyyahlardan biri olduğundan şüphe yok. Çok gezen mi çok okuyan mı bilir meselinin çok gezen tarafını tecessüm ettirmiş olsa da gittiği her yerin kütüphanelerini kendine mesken ederek seyyahlığını entelektüel merakıyla da taçlandırmış bir gezgindir. Kâh yürüyerek kâh eşek ve at sırtında, kâh trene binerek ve kâh nehirler, denizler ve okyanuslardaki vapurların yardımıyla şehirler, ülkeler ve kıtalar üzerinde altı yıl süren aralıksız bir yolculuğun doyumsuz bir meyvesi olan bu seyahatname, yazıldığı yirminci yüzyılın arifesindeki girdapların ve gelgitlerin arasında kalmaktan mütevellit hak ettiği yeri henüz elde edememiş çok değerli bir kitaptır. Bu meyanda saklı bir hazineden çıkarılmış paha biçilmez bir eser kıymetindedir. Seyyah Süleyman Şükrü, kendi şahsi hayatından kesitlerle başlayarak deneyimlerini ve olayları bir roman kıvamında anlattığı bu seyahatnamesinde, uğradığı her yerin sosyolojisi, siyaseti, iklimi ve doğasının resmini çizmekle kalmamış, okumalarından elde ettiği entelektüel birikimle de geçmişten geleceğe çok farklı konularda yorumlarını ekleyerek okuyucuya konuları daha anlaşılır kılabilmeyi amaçlamıştır.
Kitabı okurken sadece mekânlar ve olaylarla dolu bir serüven görmeyecek aynı zamanda portre analizleri, dönemin siyasetine dair bugün hâlen daha etkisi devam eden sosyo-politik müzakereler ile Aliya İzzetbegoviç’in tabiriyle “Doğu-Batı Arasında İslam” tartışmalarına tanık olacaksınız. Osmanlı’nın son dönemindeki iç ve dış politik kavgaların Avrupa’da, Afrika’da ve Asya’da görülen izlerini sürerken tarihte karanlık kalan bazı sorulara cevap bulacaksınız. Son dönemin politik ve bürokratik çalkantılarına getirdiği eleştirilerin bugüne ne çok ışık tuttuğuna şahit olacaksınız. Hilafet kavramının Müslüman coğrafyalardaki siyasal anlamını irdelerken bir yandan da Asya ve Afrika’daki İngiliz ağının nasıl örüldüğünü detayları ile okuyacaksınız. Yazar, kalemiyle sizi kitabının içine öyle çekecek ki farklı milletlere, inançlara, mezheplere ve kültürlere sanki bizzat kendiniz dokunmuşsunuz gibi hissedeceksiniz. Sizi götürdüğü şehirlerin mimarisini anlatırken kendinizi, elinizde fotoğraf makineniz Boğazı, Eyfel’i, Piramitleri, Lal Kıla’yı, Şah Cihan Cami’yi Çin Seddi’ni ve diğer sayısız tarihî mekânı ve tabiat güzelliklerini çekerken bulacaksınız. Diğer yandan ansiklopedileri karıştırıyormuşsunuz gibi seyyahın rotası üzerindeki ülkelerle alakalı olarak bugün birçok kaynakta elde edemeyeceğiniz demografik bilgiler, kentsel gelişmişlikler, ekonomik veriler, doğa ve iklim tanımlamaları, tarımsal ürünler ve gözlemler, sınırlar ve mesafeler, kütüphaneler, taşınır ve taşınmaz tarihî eserler, kitaplar ve kültürel ögeler ile yerel portrelere ulaşacaksınız. Kendisini insanlığa bir eser bırakma misyonuna adadığını söyleyen seyyahın bu kitabı, sanki kendi ifadesiyle mecburi bir seyahat nedeniyle değil de gittiği yerlerin her bir detayını raporlayarak çağdaşlarına ve geleceğe bir armağan sunmak amacıyla yazdığı aşikârdır.
Bu seyahatname ayrıca bir Osmanlı bürokratının otobiyografik bilgisini de ihtiva etmektedir. Burdur’daki çocukluk ve gençlik döneminden başlamak üzere hatıralarını ve babasından ve atalarından duyduklarını, memuriyete geçişini, sonraki süreçte yaşadığı deneyimlerini ve gözlemlerini teferruatlı bir şekilde kaleme almıştır. Diğer yandan fikrî hayatı ile ilgili çok sayıda yazıya eserde yer vermiştir. Bu bağlamda Meşrutiyet Dönemi düşünce dünyasının kendisine has bir portresini resmetmektedir.
Seyyahımız muhatap olduğu ya da gördüğü farklı karakterler ve topluluklar üzerinde farklı fikirleri tartışmaktan ve irdelemekten çekinmemiştir. Mesela Bedri karakteri üzerinden Osmanlı devleti bürokrasisi içindeki çalkantılara yer vermekte ama devletin azametli yöneticilerinin bunları çözecek akıl ve yetenekte olduğunu da samimiyetle vurgulamaktadır. Kendisi her ne kadar Bedri karakteri üzerinden bu çalkantılarla gittiği her yerde mücadele etse de kendi ifadesiyle ne yazık ki her hainin bir gafil koruyucusu bulunmaktadır. Fikirlerini dile getirme özgürlüğünden hiç ödün vermeyen yazar kişi ve yerler hakkındaki yorumlarını hiç çekinmeden ve otosansürsüz dile getirmektedir. Bu konuda saltanat ve hilafete olan saygı ve hürmeti saklı kalmak kaydıyla Osmanlı yönetim eliti hakkındaki tüm gözlemlerini de çekinmeden dile getirmektedir. Bu anlamda Azeri iş adamıyla saltanat sistemi ve İran üzerine yaptıkları uzunca fikrî münazara bugün hâlen daha süregelen tartışmaların izlerini taşımaktadır. Yazar tutkulu bir Osmanlı hayranıdır. Bundan mütevellit, gittiği birçok yeri köhne olarak görürken Osmanlı’yı yüceltmekten kendini alamaz. Fakat bu bağlılık, sorgulamalarına engel teşkil etmez.
Seyyah, şehirlerin mimarisini ve coğrafyasını anlatırken insana dair sosyolojik ve kültürel değerlendirmeler yapmaktan da geri kalmaz. Bu bakımdan kitabın en güzel özelliklerinden biri, şehirleri anlatırken insan sosyolojisi ile yapıların tasvirlerini iç içe anlatmasıdır. Bunu sadece Tahran’da değil, Paris’te de görürsünüz, Kahire’de de Haydarabad’da da… Ama gittiği hiçbir yerde vatan sevgisi peşini bırakmaz. Bunu bazen vatan hasretliye bazen de gerçek bir inanmışlıkla dile getirir. Paris’in güzelliklerini anlatırken bir anda millî duygulara yenik düşüp tekrardan İstanbul ve saltanat övgülerine başvurur. Bunu sadece dönemin milliyetçi akımlarından esinlenmiş millî bir heyecan olarak görmemek gerekir. Bu aslında yazarın keyifle başvurduğu bir karşılaştırma metodudur. Hangi şehrin güzelliğini anlatsa tekrar İstanbul’a döner, onun kendisinde uyandırdığı yüce duygulardan bahsettikten sonra anlatmakta olduğu şehri onun karşısında mağlup ettirir.
Seyahatname her hâliyle doyurucu bir bilgi ve deneyim şöleni sunmakta mahir bir kalemdir. Ekseriyetle bir memlekete gitmeden önce ora hakkında sözlü ve yazılı bilgiler edinir. Gittikten sonra da oranın resmî kaynakları ve kütüphanelerine başvurarak kitabını zenginleştirir. Öyle ki verdiği bilgiler bugün o ülke üzerine çalışanlar için hâlen daha çok kıymetlidir. Bu anlamda ziyaretlerinin hiç de plansız ve tesadüfi olmadığı ve bir amaç taşıdığı izlenimi vermektedir. Diğer yandan seyyahın gittiği her yerde resmî makamlara kolayca ulaşabilmesi, elinde bir padişah fermanı varmış gibi her ortamda hürmet görmesi ve karşılanıp ağırlanması da dikkat çekicidir.
Böylesi bilgi ve tecrübe açısından her sayfası sürükleyici olan bu seyahatnameyi yayına hazırlayıp sadeleştirmek, benim için büyük bir onur vesilesidir. Orijinal nüsha üzerinden yapılan bu sadeleştirme çalışmasında sadece Arapça ve Farsça kelimeler günümüz Türkçesine uyarlanarak yapılmamıştır. Anlam ve muhtevaya zarar vermeden bazen uzun cümleler bölünmüş bazen de bir paragraf birkaç paragrafa ayrılmıştır. Nadiren bir paragraf içerisindeki bir bölüm anlam bütünlüğü çerçevesinde bir sonraki paragrafa dâhil edilmiştir. Ayrıca kitaba asıl nüshasında olmayan bazı başlıklar eklenmiştir. Bu başlıklar, özellikle kitabı bölümlere ayırmada ya da uzunca bahsedilen ama başlık konulmayan şehir ya da bölgeleri adlandırma amacıyla konulmuştur.
Diğer yandan, parantez içerisinde birtakım açıklamalar eklenmiştir. Seyyah, hem Hicri hem de Rumi takvim kullanmıştır. Tarafımca söz konusu tarihlerin Miladi takvim uyarlamaları parantez ile eklenmiştir. Ayrıca yine kitapta yazarın takip ettiği tüm rotalar, haritalar yardımıyla teyit edilmiştir. Gidilen yerler hakkında okumalar yapılmış ve buraların isimleri sonradan değişmiş ise bugünkü güncel adları ansiklopedik kaynaklardan da yararlanılarak parantez ile eklenmiştir. Son olarak kitapta geçen isimler ve bazı kavramların güncel hâlleri parantez içinde sunulmuştur. Tüm bunlara ilişkin bazı dipnotlar da eklenmiş ve yazarın dipnotları ile karıştırılmaması amacıyla bu açıklamaların sonuna çevirenin notu (ç.n.) ibaresi konulmuştur.
Bu sadeleştirme çalışmasında Seyahatü’l-Kübra’nın 1907 Petersburg nüshası dikkate alınmıştı. Eser üzerine daha önce yapılan iki kitap çalışması bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Salih Şapçı tarafından sadeleştirme yapılarak transkripsiyon şeklinde 2005 yılında hazırlanan ve Eğirdir Belediyesi Yayınlarından çıkan Seyahatü’l-Kübra/Büyük Seyahat