Abbasiler Dönemi’nde, vezirlik kurumu tesis edildi. Vezir, halifeden sonra gelen en önemli icra makamı olması nedeniyle geniş yetkilere sahipti. Tefviz vezirliği denilen, mali ve idari hususlarda yetkisini kullanmasına izin verdiği bazı vezirler, halifenin mührünü taşırlardı. Aynı şekilde halifeler, hacip denilen korumalar tarafından korunurdu. Halifeler, görüşmelerde protokol kurallarını uygularlar ve bu görüşmeleri belli saatlerde özel salonlarda yaparlardı.
Abbasi Devleti’nin ordu teşkilatı beş ayrı koldan meydana geliyordu. Bu kollardan birine “hares el-halife” deniliyordu ve Bağdat’ta muhafız birliği olarak duruyordu.
Abbasi halifeleri, adli yetkilerini kadılar vasıtasıyla paylaşıyordu. Devletin ilk dönemlerinde eyaletlerdeki kadılar valiler tarafından atanırken daha sonra merkezden atanmaya başladılar. Ancak bu düzenleme Harun Reşid döneminde değiştirildi. Kadıların kadısı veya kadıların başı anlamına gelen ve hukuk işlerini yürüten kadıların başı olan kâdılkudâtlık müessesesi kadı tayinlerinin yetkisini üstlendi.
Süslü Giyinmeyi Severlerdi
Halifeler, giyim kuşamda İran tarzı giysileri tercih ederlerdi. Bellerine değerli taşlarla süslü kuşak, başlarına siyah bir külah üzerine sarık sararlardı. Valiler ve diğer ileri gelenler de halifelerin giyim tarzını benimserlerdi.
Tören kıyafetleri, günlük kıyafetlerinden farklı olurdu. Törenlerde siyah veya menekşe renginde uzun hırka giyerlerdi. Bayram namazlarını onlar kıldırırlardı.
Cuma ve bayram namazlarına, diğer törenlerde olduğu gibi bellerine siyah bir kuşak sarıp, üzerlerine siyah bir kürk giyip, ellerine Hz. Muhammed’in kılıcını alarak hilafet alayı ile giderlerdi.
Halifeler törenlerde Hz. Muhammed’in, Şair Kâ’b b. Züheyr’e hediye ettiği hırkayı giyerlerdi. Bürde denilen hırka, Emevi Devleti’nin ilk hükümdarı Muaviye tarafından Şair Kâ’b’ın vârislerinden satın alınmış ve veraset yoluyla Abbasiler’e kadar ulaşmış, en sonunda Yavuz Sultan Selim tarafından diğer mukaddes emanetlerle birlikte İstanbul’a getirilmiştir.
Hz. Peygamber’in, üzerinde “Muhammed Resulullah” yazılı mührü de Hz. Osman dönemine kadar kullanılmış, bu mührün kaybolmasından sonra her halife kendi adına mühür kullanmıştır.
Halifeler, yüklendikleri sorumluluğa ilişkin en önemli işaret olarak “aneze” veya “kadib” de denilen asa kullanırlardı. Tahta çıkan bir halifeye Hz. Muhammed’in hırkası ve mühürle birlikte asa sunulurdu. Hz. Peygamber’e mahsus minberin yanında asası da özel ilgi görmüş ve ikisine birden “ûdeyn” adı verilmiştir. Bu semboller, halifeliğin meşruiyet göstergesi idi. Aynı zamanda iktidar işareti kabul edilen asaya, Fâtımî halifeleri de önem verirler ve düzenlenen törenlerde ellerinde taşırlardı.
Halife, Meşruiyetin Kaynağıydı
Abbasiler’in egemenliği döneminde birçok devlet ortaya çıksa da bu devletler Abbasi halifesinin manevi otoritesini tanıyorlardı. Bu nedenle, kendilerini halifenin hizmetinde kabul eden Sünni bir devletin meşruiyet kazanabilmesi için halife tarafından resmen tanınması gerekiyordu.
Halife, meşruiyetini halkın biat etmesinden alırdı. Dört Halife ve Hz. Hasan Dönemi’nde biat etmek kişinin iradesine bağlıydı. Emeviler Dönemi’yle birlikte biat, bağlılığını sunmak anlamında zorunluluğa dönüştürüldü. Özellikle Endülüs Emevi Devleti’nde, biat törenleri günlerce sürmüştür.
Öte yandan Hz. Ali’den sonra cuma namazında okunan hutbeye siyasi bir fonksiyon yüklenmiştir. İmamların okudukları hutbelerde, dönemin halifesinin adını anmak, o halifenin egemenliğini tanımak anlamına geliyordu. Yani devletin siyasi sınırları, okunan hutbelerle çiziliyordu. Siyasi bakımdan hutbenin bir önemi de halife ile sultan veya eyalet valileri ve mahallî hanedanlar arasındaki güç dengesinin bir işareti olmasıdır. Bir hükümdarın meşruiyet kazanması onun saltanatının halife tarafından tasdik edilmesine bağlı olduğundan hükümdarlar ülkelerinde halife adına hutbe okuturlardı. Abbasi halifelerinin güçlerini kaybettikleri günlerde, yeni ortaya çıkan devletlerin hükümdarları, kendi isimlerini de halifeninkiyle birlikte hutbelerde okuturlardı.
Dört Halife ve Hz. Hasan Dönemi’nden itibaren genellikle halifeler, namazlarda kendileri imamlık yapmışlar ve cuma günleri de hutbe okumuşlardır. Vilayetlerde ise bu iş valiler tarafından yürütülmüştür. Abbasi halifesi Razi Billah’tan sonra halifeler bu görevi nadiren yerine getirmişlerdir.
Bir devletin egemenlik işaretlerinden biri de para bastırmaktır. İslam devletinde ilk para Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan döneminde bastırılmıştır. Onun halifeliğine kadar İslam devletinde tedavüldeki para, Bizans ve Sasani devletlerinin paraları idi. Halife Mervan döneminde, üzerinde kendi adı bulunan yeni altın dinar ve gümüş dirhem bastırılmış ve bu uygulama daha sonraki dönemlerde devam etmiştir.
Endülüs’te kurulan Emevi devletinin hükümdarları, III. Abdurrahman ile birlikte halife unvanını kullanmaya başlamışlardır. III. Abdurrahman, yarım yüzyıl süren hükümdarlığı döneminde, Fâtımî Devleti ile giriştiği siyasi nüfuz mücadelesinde Nâsır-Lidinillah unvanıyla halife kavramını etkili bir şekilde kullanmayı başardı. III. Abdurrahman, böyle yaparak devletini emîrlikten halifelik düzeyine çıkararak, 10. yüzyılda İslam dünyasında Abbasiler ve Fâtımîler’den sonra üçüncü bir denge unsuruna dönüştü.
Endülüs Emevi Devleti hükümdarı III. Abdurrahman’dan sonra oğlu II. Hakem, Müstansır-Billah unvanıyla halifelik makamına oturdu. Endülüs Emevileri’nde halifelik unvanı, II. Hakem’le birlikte oturdu. Ondan sonraki dönemde halifeliğin otoritesinde ve etkinliğinde değişiklik meydana geldi. Bu durum İbn-i Ebû Âmir el-Mansûr’un öldürülmesine kadar devam etti. Hem siyasi iktidarı hem de orduyu kontrolü altında tutan Hâcib İbn-i Ebû Âmir, Mansûr unvanından sonra 996 yılında da Melik el-Kerim unvanını alarak, halifenin otoritesine ortak oldu ve hutbelerde onun adından sonra kendi adını okutmaya ve resmî yazıları kendi imzasıyla göndermeye başladı.
Endülüs Emevileri, İspanya’daki Son Müslümanlar Değildi
1031 yılı, bugünkü İspanya sınırlarında kurulmuş olan Endülüs Emevi Devleti’nin ortadan kalktığı yıl olmuştur. Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılışı, İspanya topraklarındaki İslam hâkimiyetinin sonu olmamıştır. Bundan sonra o coğrafyada yine Sünni devletler kurulmuştur. Merkezleri bugünkü Fas olan Murabıtlar Devleti bunlardan biridir. Hristiyanlara karşı kazandığı zaferlerle meşhur olan Yusuf b. Taşfin, bugünkü Fas ve İspanya’yı ele geçirerek Murabıtlar Devleti’ni kurmuştur.
Murabıtlar’ın Mağrib ve Endülüs’ü ele geçirmesi, özellikle IV. Alfonso’ya karşı Zellaka Savaşı’nı kazanması üzerine, Abbasi halifesi Muktedi-Biemrillah tarafından 1086 yılında Yusuf b. Taşfin’e bir menşur gönderilerek “emîr-ül müslimin” unvanı verildi.
Murabıtlar emîr-ül müslimin unvanını benimseyerek hükümdarlıklarının mahallî kimliğini kabul ettiler. Aynı şekilde Abbasiler’i met-bu sayarak halife altında bir unvana itiraz etmediler.
12. yüzyılın ilk yarısında yıkılan Murabıtlar Devleti’nin ardından İspanya’da hüküm süren bir başka İslam devleti Muvahhidler olmuştur. Muvahhidler, Abbasi Devleti’ne bağlılığı reddederek emîr-ül müminin unvanını kullanmışlardır.
Murabıtlar Devleti’ni