Tarihin herkese lüzumu günümüzde açıkça kabul edilen bir gerçektir. Herkesi eğitim mecburiyeti ile bağlayan büyük uluslar, öğrencilerinin binde birinin bile devlet hizmetinde vazife almayacağı bilinen ilkokulda yazı gibi, matematik gibi tarih eğitimini de mecbur ediyor.
Gerçek: Herkes için daima söylediği kelimeyi yazamamak veya her gün aldığı şeylerin karşılığını hesap edememek ne kadar insanlığı küçültecek bir olay ise vatandaşı olduğu, yaşadığı toplumun ve belki insanlık dünyasının büyüklerinden, büyük olaylarından bütün bütün habersiz olmak da o kadar ayıp sayılacak bir cahilliktir. Tarihin uluslara hizmeti, yalnız bu küçüklükten kurtulmak değildir, zekânın olgunlaşmasında da pek büyük yardımları görülür.
Akıl öyle bir cevherdir ki, ne kadar çalıştırılırsa o kadar parlar. Bu hâlde, zaman ve mekân atlarcasına, bütün insanlığın birkaç bin senelik büyük olaylarını, her zaman göz önünde tutarak, bu kadar eseri ve ayrıntılarını birbirleriyle karşılaştırmaya, bunca gizli ve güç işleri sonuçlandırmaya hizmet eden, tarih gibi düşünceyi geliştirmeye uygun bir bilgi hazinesi mi bulunur?
Gerçekte bulunduğumuz ilerleme devrinde, ilk devirleri öğrenmek her insan için zorunlu olan birçok bilim dalı, eğer benzetme çirkin görülmezse, fikri yalan saldırısından korumak için yapılmış bir demir kaleye benzetilebilir ki, onun bir önemli burcu da tarihtir, bunların hangisi eksik olsa düşünce ve kuruntu o yöne kayar.
Kozmografyadan habersiz olanlar, bir kuyruklu yıldız görür, dünyanın bir felakete uğrayacağını sanır! Tarih bilmeyenler, Köroğlu’nun destanını işitir, ermişliğine, kerametine inanır.
Tarih, yalnız fikrî gelişmeye değil, vicdan temizliğine de en çok hizmet eden bir bilimdir. Bir bilim adamı, geçmişin ahlakça düşüklük ve yüceliğini inceler, dünyanın da ilerleme hedefinde olduğunu düşünürse, o noksanlığın bütününü zamanın tesirlerine yüklemekle beraber tamamını kendince sakınılmış saymak, o ululuğun bir takımını o zamanın niteliğinden üstün görmekle beraber, hiç olmazsa bazılarında olsun öncekileri geçmekle kendi zamanının gidişine uygulamaya çalışmak tabiidir.
Bu yüksek bilimin vicdanında yarattığı etkidendir ki, Aristo, tarihi ikinci bir şiir kabul eder.
Roma’nın en büyük devlet adamlarından biri olan ünlü Çiçero ise daha ileri giderek, tarih, insanlığın her hâlinden bahsettiğine göre öğrenilmesini terbiyenin en lüzumlu şartı sayar ve o görüşle tarihe ‘hayat öğretmeni’ adını verir.
Fransa edip ve devlet adamlarından Guizot insan için, ‘Ulusu hakkıyla sevmek bile tarihini bilmekle olur.’ der.
Gerçekte otuz seneden beri, hiç aralıksız olarak birçok düşmanlarla uğraştıkları hâlde, bir türlü fedakârlıktan vazgeçmeyen Türkler millet sevgisinde ne yüksek bir durumda bulunduklarını gösterdiler.
(…)
Bu gerçekleri bilmek insanda millet sevgisini bir kat daha arttırır. Bu faydaların hiçbiri olmasa, tarihin yine de bir faydası vardır ki, o da her faydanın üstündedir; o fayda da insanın bir şey bilmesine, öğrenmesine ettiği hizmettir.
Fransız yazarlarından, mizahta üstün başarıları olan Rabelais, ‘Bir yemek icat etmek bir yıldız keşfetmekten insanlık için daha faydalıdır.’ demiş! Gerçekte menfaat yalnız maddede aranılacak ise bu söz doğru olabilir; fakat insanın bir de ruh âlemi olduğu düşünülürse, yeni bir yıldız bulmaktan insanlığın duyduğu zevk, ilim çevrelerinde her türlü maddi zevklere üstün görüneceği de kabul edilmelidir.
Tarihin verdiği bilgi ne kadar geniş, ne kadar öğrenmeye değer şeylerdir.
İnsan kendi gücüyle büyücek bir taşı yerinden kaldıramaz. Manevi gücüyle ise yeryüzünü elinin altında bir oyuncak yapmıştır. İsterse denizini karaya, karasını denize, ovasını dağa, dağını ovaya çevirebiliyor. Toprak altında nehirler, gökyüzünde âlemler keşfediyor, denizde yüzüyor havada uçuyor, tabiatın her gücüne üstün geliyor, yıldırımına, güneşine kadar kendi hizmetinde kullanıyor!
İşte insanlığın maddi gücünde bilinen aczi ile, kavrayış ve buluşu sayesinde kendini vahşetten yine kendi çalışma gücü ile kurtararak bu kadar yüksek ilim ve ilerlemeyi yaratıncaya kadar geçirdiği durum ve değişikliği en küçük parçasına kadar göz önüne koyan yine tarihtir. Dünyada bundan daha lezzetli, daha meraklı bir ilim mi olur?” (Namık Kemal, 1971: 12-20)
Namık Kemal’in hemen bütün şiir, makale ve mektuplarında tarihe dayanan deliller, fıkralar, imalar görülür. Bunlardan başka doğrudan doğruya tarihî eser olarak da külliyatında şunları görüyoruz:
1- Devr-i İstila: Tasvir-i Efkar’a tefrika olarak yazdığı Osmanlı hükumetinin zuhurundan Kanuni devrine kadar tarihimizi pek kısa ve şairane bir üslupla anlatıcı broşür, ki son kitap şeklinde olarak Evrak-ı Perişan serisinin başına konulmuştur.
2- Kanije: On altıncı asır sonlarında Macaristan’da başlayan büyük Türk-Avusturya muharebesinin bir kahramanlık safhasını anlatır. Vakanın kahramanı meşhur Tiryaki Hasan Paşa’dır. Eser, Faizi’nin Hasenat-ül-Hasan adlı kitabının yeni ve anlaşılır dile naklinden ibarettir.
3- Evrak-ı Perişan Serisi: Namık Kemal’in Türk, İslam, Osmanlı tarihinde en parlak örnekler diye gördüğü bazı mühim şahsiyetler üzerine yazılarını toplar. Devr-i İstila ile birlikte ciltlenen kısımda üç büyük adam vardır: Selahattin Eyyubi, Fatih, Yavuz. Sonradan ayrı bir risale ile bunlara Nevruz Bey’i de katmıştır.
Namık Kemal, Selahattin’i haçlı seferlerinde Avrupa’nın bütün toplu kuvvetlerine karşı tek başına dövüşmüş, muzaffer bir kahraman olarak ileri sürer. Fatih’i İstanbul’u fethederek Osmanlı Devleti’ni Avrupa’da kökleştirmiş bir büyük adam olarak tanıtır. Hele Yavuz’u eşsiz bir İslam birliği fedaisi olarak göklere çıkarır.
Nevruz Bey’i de İlhanlılar İmparatorluğu’nda Müslümanlığı yerleştirerek Cengiz istilasının İslam âlemine verdiği zararları sona erdirmiş olmakla yükseltir.
Namık Kemal’deki vatani ve edebî duygu merkezleri bütün bu yazılarda daha çok edebiyat kıymeti yaratmıştır. Ülküleştirdiği kahramanını bir romantik romanın baş şahsı gibi her türlü kusurdan azade göstermeye çalışır.
4- Barika-i Zafer: Açık yazı taraftarlarını eski yolla yazamadıkları için bu tarzı tutuyorlar diye itham edenlere karşı, Veysileri, Nergisileri kıskandıracak kadar eski yolda yazı da yazabileceğini göstermek için İstanbul fethini tasvir yolunda yazılmış bir yazıdır.
5- Osmanlı Tarihi: Daha önceki küçük yazıların hepsini örtmek ve ömrünün tarih bakımından en büyük verimi olmak üzere Namık Kemal bir büyük Osmanlı Tarihi yazmaya özenmiştir. Bu esere çok ehemmiyet vermiş olduğu, tuttuğu yoldan bellidir. İlk çıkan fasiküldeki mukaddemeden de anlaşılır ki Namık Kemal, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu ve tarihini tam gösterebilmek üzere söze Roma İmparatorluğu’ndan başlamaktadır. Roma’nın kuruluşu, krallık, cumhuriyet, imparatorluk devirleri, imparatorluğun ikiye ayrılışı, Garbi Roma’nın inkırazı, Şarki Roma’nın tarihi, Osmanlı tarihinin birinci mukaddemesi olacaktı. İkinci mukaddemede de Müslümanlığın zuhuru, Arap, İran, Turan ülkelerine yayılışı, Emeviye ve Abbasiye imparatorluğunun parçalanışı, Cengiz istilası, Abbasiye saltanatının inkırazı, Selçukiye Devleti’nin inhitatı hadiselerini toplayacaktır.
İşte bu iki geniş ve uzun mukaddemeden dolaşarak gelen tarih, bundan sonra Osmanlı Devleti’nin bütün hadiselerini, her devirde karşılaştığı dünya vakıalarıyla