Elindeki şişi indiren Hancı karısına ve hizmetçilerine de ellerindekileri bırakmasını emretti. Kayıp mektubu arama çalışmalarına başlamak üzere ilk adımı kendisi attı.
Birkaç dakikalık beyhude bir araştırmanın ardından: “Bu mektup herhangi değerli bir şey içeriyor mu?” diye sordu Hancı.
“Aman Tanrı’m! Galiba içeriyor!” diye haykırdı Gasconlu. Bu mektubun saraya girmesini sağlayacak şey olduğunu düşününce. “İçinde benim geleceğim vardı!”
“İçinde İspanya devlet tahvili mi vardı?”
“Majestelerinin şahsi hazinesinin tahvilleri vardı.” diye cevap veren Dartanyan bu tavsiye mektubu sayesinde Kral’ın hizmetine gireceğini düşünerek bu tehlikeli ifadeyi kullanmada sakınca bulmadı.
“İblis!” diye bağırdı hayretler içindeki Hancı.
“Para olsa sıkıntı değil.” diye devam etti Dartanyan. “Para sıkıntı değil. Para hiçbir şey ama mektup her şey. Onu kaybedeceğime bin tane tabanca kaybetmeyi tercih ederim.”
O sırada lanet okumakta olan Hancı’nın beyninde bir şimşek çaktı.
“Mektup kaybolmadı.” diye bağırdı.
“Ne!” diye haykırdı Dartanyan.
“Hayır çalındı.”
“Çalındı mı? Kim tarafından?”
“Dün burada bulunan beyefendi tarafından. Kendisi ceketinizin (doublet) bulunduğu mutfağa indi ve bir süre tek başına durdu. Bahse girerim o çaldı.”
“Öyle mi dersiniz?” diye cevap veren Dartanyan çok da ikna olmamıştı. Mektubun değerinin şahsi olduğunun farkındaydı ve çalınmasını gerektiren bir sebep göremiyordu. Ne adamın hizmetçileri ne de diğer yolcular o mektuba sahip olarak bir şey elde edemezlerdi.
“Yani siz…” diye devam etti Dartanyan. “O münasebetsiz beyefendiden mi şüpheleniyorsunuz?”
“Size bundan emin olduğumu söylüyorum.” diye devam etti Hancı. “Zatıalinizin Mösyö de Treville’in öğrencisi olduğunu, bu şanlı adama verilmek üzere bir mektup taşıdığınızı söylediğimde çok rahatsız olmuş gibi göründü. Bana mektubun nerede olduğunu sordu ve derhâl mutfağa indi. Ceketinizin orada olduğunu biliyordu.”
“O zaman hırsız o.” diye cevap verdi Dartanyan. “Mösyö de Treville’e şikâyet edeceğim. Kendisi de Kral’a şikâyet edecek.” Daha sonra haşmetli bir tavırla cüzdanından iki ekü çıkardı ve Hancı’ya verdi. Hancı da bir elinde şapkası kapıya kadar delikanlıya eşlik etti. Dartanyan sarı atına atladı ve Paris, St. Antoine’a kadar olaysız seyahat etti. Delikanlı atı üç ekü karşılığında sattı. Dartanyan’ın atı son seferinde zorladığı hesaba katılacak olursa bunun iyi bir fiyat olduğuna şüphe yoktu. Alıcı ise atı satın almasının asıl sebebinin renginin sıra dışılığı olduğunu söyledi.
Böylece Dartanyan şehre yaya olarak giriş yaptı. Küçük çantasını koltuk altına sıkıştırmış vaziyette bütçesine uygun bir daire buluncaya kadar yürüdü. Bulduğu daire tavan arasındaydı ve Lüksemburg yakınlarında bir bölgedeydi.
Ödemeyi yapar yapmaz odasına çekilen delikanlı günün kalanını annesinin, babasına ait neredeyse yeni ceketten söküp kendisine gizlice verdiği süslemeleri ceketine dikmekle geçirdi. Daha sonra kılıcını yaptırıp Louvre’a doğru yol aldı. Karşısına çıkan ilk silahşore Mösyö de Treville’in nerede kaldığını sordu. Treville’in Vieux-Colombier Caddesi’nde bir yerde olduğunu öğrendi. Burası delikanlının kiraladığı odaya yakındı. Bu durum yolculuğunun başarıya ulaştığına dair olumlu bir işaret gibiydi.
Bunun üzerine Meung’da kendini ortaya koyma biçiminden memnun bir vaziyette, geçmişe dair pişmanlık duymadan, şimdiden emin ve geleceğe dair ümitkâr bir hâlde yatağına çekildi ve cesurların uykusunu uyudu.
Sabah dokuzda uyandı ve babasının iddiasına göre ülkedeki en önemli üçüncü adam olan Mösyö de Treville’i görmek üzere yola koyuldu.
2
Mösyö de Treville’in Bekleme Salonu
Gascony’de hâlâ Mösyö de Troisville olarak bilinen ve Paris’te adını Mösyö de Treville olarak değiştiren beyefendi Dartanyan’ınkine benzer bir başlangıç yapmıştı: Beş kuruş parası olmadan. Ne var ki cesaret, açık gözlülük ve zekâ fakir bir Gaskonyalıya en zengin adamların sahip olduğundan daha fazla ümit sunabilirdi. Cesareti ve cesaretinden daha fazla olan başarısı ona son basamağı “Saray İnayeti” diye bilinen zorlu merdiveni dörder dörder tırmanmayı getirmişti.
Herkesin bildiği üzere babası IV. Henry’nin hatırasını onurlandıran Kral’ın arkadaşıydı. Mösyö de Treville’in babası Kral’a sadakatle hizmet etmişti. Öyle ki parasız kaldığında, Paris’in düşmesini takiben Kral, üzerinde Latince FIDELIS ET FORTIS (Sadık ve Güçlü) yazılı altın bir armayı taşımasına müsaade etmişti. Bu fazlasıyla şerefli bir durum olsa da zengin bir yaşam sunma konusunda yetersizdi. Bu sebepten Henry’nin şanlı dostu vefat ettiğinde oğluna bıraktığı yegane miras kılıcı ve armaya işlenmiş ‘Sadık ve Güçlü’ sözleriydi. Bu iki hediyeye eşlik eden temiz soyadından dolayı Mösyö de Treville genç Prens’in hayatına dâhil olabilmişti. Kılıcından en iyi şekilde istifade etmiş, babasından miras kalan sloganın hakkını vermişti. Bu sebepten kendisi de krallığın en iyi kılıç savaşçılarından biri olan XIII. Louis dövüşecek arkadaşlarına önce kendisini sonra Treville’i seçmelerini hatta Treville’i kendisinden de önce seçmelerini tavsiye ederdi.
Bu sebepten XIII. Louis, Treville’i gerçekten severdi. Bu çıkarlarına yönelik bir kraliyet usulü sevgiydi. Yine de bir sevgiydi. Talihsiz zamanlarda Treville gibi adamları etrafında bulundurmak akıllıca bir seçimdi. Birçok insan Treville’in sloganlarından GÜÇLÜ sıfatına haiz olabilirdi. Ne var ki ancak çok az beyefendi SADIK sıfatını üzerinde taşıyabilirdi. Treville bu sıfatlardan ikincisine sahipti. Ender rastlanan özellikleri vardı. Köpek misali itaatkârdı. Kör cesareti, çevik gözleri, tez elleri vardı. Öyle ki Kral’ın hoşnutsuz olduğu kişileri kolayca görüp onları yok etmek konusunda iyiydi. Kısacası o zamana kadar Treville’in fırsat dışında her şey geçmişti eline. Öyle ki fırsat ulaşabileceği bir noktaya geldiğinde onu saçlarından yakalayacağına dair kendine söz vermişti. XIII. Louis nihayet Treville’i krallarına sadık silahşorlerinin lideri yapmıştı.
Bu konuda Kardinal de Kral’dan geri kalmamıştı. O da kendisine ait savaşçıları olması gerektiğini düşünüyordu. Bu sebepten tıpkı Kral gibi o da kendi silahşor ekibini kurdu. Böylece bu iki güçlü rakip silahşorler sadece Fransa’da değil yabancı ülkelerde de aralarına alacakları iyi savaşçıları bulmak üzere mücadele etmeye başladılar. Richelieu ve XIII. Louis’in akşamları satranç oynadıkları sırada kendi savaşçılarının meziyetleri üzerine anlaşmazlığa düşmeleri nadiren gerçekleşen bir şey değildi. Her biri kendi adamlarının cesareti ve gücüyle övünüyordu. Her ne kadar düelloya ve kavgaya karşı olduklarını yüksek sesle ilan ediyor olsalar da onları gizliden kavgaya teşvik ediyorlardı. Kendi savaşçılarının galibiyetinden haz alıp yenilgilerine üzülüyorlardı.
Treville, efendisinin zayıf yönünü biliyordu. Bu sebepten sadakat konusunda iyi bir itibarı olmayan Kral’ın sürekli inayetine sahip olmayı başarmıştı. Silahşorlerini, Kardinal Armand Duplessis’in önünde küstah bir tavırla yürüttüğünde din adamının