Avonleali Anne. Люси Мод Монтгомери. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Люси Мод Монтгомери
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-891-5
Скачать книгу
Onu kazanmak istiyorum çünkü kendisi tatlı bir ufak delikanlı. Kendisi bir Pye ve eğer müsaade ederse ondan hoşlanabilirim.”

      “Muhtemelen evde duyduklarının etkisiyle böyle davranıyordur.”

      “Tamamen öyle değil. Anthony bağımsız bir ufaklık ve bir karara varırken kendi aklını kullanıyor. Neyse, sabrın ve nezaketin neler başarabileceğini göreceğiz. Ben zorlukların üstesinden gelmeyi seviyorum ve öğretmenlik oldukça ilginç bir iş. O çocuk çok sevimli Gilbert. Üstelik de dahi. Dünyanın bir gün onun adını öğreneceğine inanıyorum.” dedi Anne ikna olmuş bir ses tonuyla.

      “Ben de öğretmenliği seviyorum.” dedi Gilbert. “Her şeyden önce iyi bir öğrenim alanı. Çünkü White Sands’te öğretmenlik yaptığım birkaç haftalık sürede okula gittiğim senelerden çok daha fazla şey öğrendim. Hepimiz iyi gidiyoruz gibime geliyor. Newbridge ahalisi Jane’den hoşlanıyormuş duyduğum kadarıyla. White Sands de bendenizden oldukça memnun. Bay Andrew Spencer dışındaki hepsi tabi. Dün gece eve dönerken Bayan Peter Blewett ile karşılaştım ve Bay Spencer’ın yöntemlerini onaylamadığı hususunda beni bilgilendirmeyi görev saydığını söyledi.”

      “Şuna dikkat ettin mi?” dedi Anne düşünceli bir şekilde. “İnsanlar bir şey söylemeyi görev saydıklarında tatsız bir duruma hazırlıklı olmak gerekiyor. Neden duydukları güzel şeyleri söylemeyi bir görev saymıyorlar acaba? Bayan H. B. DonNELL dün yine okula uğradığında Bayan Harmon Andrews’un çocuklara peri masalları okumamı onaylamadığını söylemeyi bir görev saydığını ifade etti. Bay Rogerson ise Prillie’nin aritmetikte yeterince hızlı olmadığını düşünüyormuş. Eğer Prillie yazı tahtasının üzerinden oğlanlara bakış atmaya daha az zaman ayırırsa daha başarılı olabilir. Dersteki matematik hesaplamalarını Jack Gillis’in onun için yaptığına eminim. Tabii ki onu henüz suçüstü yakalamadım.”

      “Bayan DonNELL’ın ümitvar oğluyla sahip olduğu aziz ismi4 konusunda bir uzlaşmaya vardın mı?”

      “Evet.” diyerek kahkaha patlattı Anne. “Ama bu oldukça zorlu bir görev. İlk başlarda kendisine ‘St. Clair’ diye seslendiğimde en az üç kez adını çağırmadan karşılık vermezdi. Sonralarda diğer çocuklar dirsekleriyle dürtmeye başlayınca dertli bir havayla kafasını kaldırmaya başladı. John ya da Charlie diye seslenseydim de kendisini kastettiğimin farkında olmayacak sanki. Ben de bir akşam okuldan sonra onu alıkoydum ve kibarca konuştum. Annesinin kendisine St. Clair diye hitap etmemi istediğini ve ona karşı gelemeyeceğimi anlattım. Açıklayınca anladı. Oldukça mantıklı bir ufaklık. Kendisine ‘St. Clair’ diye seslenebileceğimi ama aynısını oğlanlar yaparsa onları eşek sudan gelinceye dek döveceğini söyledi. Tabii ki böyle bir ifade kullandığı için onu azarlamam gerekti. O zamandan beri ben ona St. Clair diyorum, oğlanlarsa Jack diye sesleniyor ve her şey yolunda. Bana marangoz olmak istediğini söyledi. Ama Bayan DonNELL’ın söylediğine göre onu kolej profesörü yapacakmışım.”

      Kolej bahsi Gilbert’ın düşüncelerinin farklı bir yöne kaymasına sebep oldu. Bir müddet planları ve beklentileri hakkında konuştular. Ciddi, samimi ve ümitliydiler. Gelecek muhteşem ihtimallerle dolu üzerine ayak basılmamış bir patikaydı gençler için.

      Gilbert nihayet doktor olmaya karar vermişti.

      “Müthiş bir meslek!” dedi hevesle. “İnsanın hayatı boyunca bir şeylerle savaşması gerekir. Bir keresinde insanın ‘savaşan hayvan’ olduğunu söylememiş miydi biri? Ben de hastalıklar, acılar ve cahillikle savaşmak istiyorum. Bunlardan hepsi bir diğerini besliyor zaten. Dürüst ve hakiki işlerden payımı almak istiyorum Anne. Bir de güzel adamların ta en başından beri biriktirdiği insanlığın bilgi birikimine ufak bir katkıda bulunmak istiyorum. Benden öncekiler o kadar güzel şeyler yaptılar ki benim için benden sonrakiler için bir şeyler yaparak onlara minnetimi göstermek istiyorum. Bence bir kişinin insanlığa olan borcunu ödemesi bu şekilde mümkün olur.”

      “Ben de hayata güzellik katmak isterdim.” dedi Anne hülyalı bir şekilde. “Her ne kadar bunun en asil hedef olduğunu düşünsem de insanların daha çok şey bilmelerini sağlamak istemiyorum tam olarak. Ama benim sayemde daha güzel vakit geçirmelerini istiyorum. Ben doğmasaydım mümkün olmayacak ufak bir neşe ya da mutlu bir düşünceye sahip olmalarını istiyorum.”

      “Bence bu hedefini her gün gerçekleştiriyorsun.” dedi Gilbert hayranlıkla.

      Ve haklıydı. Anne doğduğundan beri ışığın çocuğuydu. Bir canlıya güneş ışıltısı misali tebessüm ettiğinde ya da bir söz söylediğinde buna şahit olan o canlı en azından o an için ümitli ve iyimser olurdu.

      En sonunda Gilbert üzülerek ayağa kalktı.

      “Şimdi Mac Phersonlara gitmek zorundayım. Moody Spurgeon pazarı geçirmek için bugün Queens’ten döndü. Profesör Boyd’un bana ödünç vereceği bir kitabı getirecekti.”

      “Benim de Marilla’nın çayını hazırlamam lazım. Bu akşam Bayan Keith’i ziyaret etmeye gitmişti. Birazdan döner.”

      Marilla döndüğünde Anne çayı hazır etmişti. Ateş neşe ile çatırdıyordu. Ayazın beyazlığı ile kaplı eğrelti otlarıyla dolu bir vazo ve yakut kızılı akçaağaç yaprakları süslüyordu masayı. Jambon ve kızarmış ekmeğin leziz kokusu kaplamıştı havayı. Ne var ki Marilla derin bir iç çekerek çöktü sandalyeye.

      “Gözlerin seni rahatsız mı ediyor? Başın mı ağrıyor?” diye sordu Anne kaygılı bir şekilde.

      “Hayır, sadece yorgunum. Bir de endişeleniyorum. Mary ve çocuklarına üzülüyorum. Mary daha da kötüleşiyor. Daha uzun süre dayanamayacak. İkizlere ise ne olacağını bilemiyorum.”

      “Dayılarından haber yok mu?”

      “Evet var. Mary ondan bir mektup almış. Bir kereste fabrikasında çalışıyormuş ve orada burada sürünüyormuş. Her ne demekse? Neyse, çocukları bahara kadar alamazmış. O zamana kadar evlenecekmiş ve çocukları alabileceği bir evi olacakmış. Ama komşuların kış boyunca onlara bakmalarını sağlamalıymış Mary. Kimseye sormaya dayanamayacağını söyledi. Mary, East Grafton ahalisi ile pek iyi geçinemezdi, bu da bir gerçek. Yani uzun lafın kısası Mary çocukları benim almamı isteyecek Anne. Bunu söylemedi ama öyle gibi görünüyordu.”

      “Ay!” dedi heyecandan ürperen Anne ellerini kavuşturarak. “Sen de tabii ki alacaksın Marilla, öyle değil mi?”

      “Henüz kararımı vermedim.” dedi Marilla yüzünü ekşiterek. “Ben olaylara senin gibi öylece dalıvermiyorum Anne. Üçüncü dereceden kuzenlik pek de yakın sayılmaz. Altı yaşında iki çocuğa, ikize bakmak da korkunç bir sorumluluk.”

      Marilla’nın ikizlere bakmanın tek çocuklara bakmaktan iki kat daha kötü olacağına dair bir kanaati vardı.

      “İkizler çok ilginç olur. En azından bir çift ikiz.” dedi Anne. “İki ya da üç çift ikiz olduğunda yavanlaşır. Hem ben okuldayken seni eğlendirecek bir şey olması iyi olur.”

      “Ben bu işin içinde eğlenceli bir taraf göremiyorum. Her şeyden çok endişe ve dert olur diye düşünüyorum. Eğer seni aldığımızdaki yaşın kadar olsalardı o kadar çok riskli olmazdı. Dora çok sorun olmaz. Uslu ve sessiz gibi görünüyor. Ama o Davy tam bir haylaz.”

      Çocukları seven Anne’in kalbi Keith ikizlerini istiyordu. İhmal edilmiş kendi çocukluğunun hatırası hâlâ canlıydı. Marilla’nın en hassas noktasının vazifeye olan şiddetli bağlılığı olduğunu biliyordu. Anne, tezlerini işte bu noktada hünerli bir şekilde nakış gibi işledi.

      “Eğer Davy gerçekten yaramazsa tam da bu sebepten iyi bir terbiye almalı,


<p>4</p>

St. Clair, aziz anlamına gelen saint kelimesinin kısaltması “St”. (ç.n.)