Konya ve dolaylarında İstanbul’dan idare olunan Teali-i İslam Cemiyeti (İslamı Yükseltme Cemiyeti) kurulmasına çalışılıyordu. Memleketin hemen her tarafında İtilaf ve Hürriyet (Uzlaşma ve Hürriyet), Sulh ve Selamet Cemiyetleri de vardı.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti
İstanbul’da çeşitli maksatlarla gizli ve açık olarak birtakım parti veya cemiyet adı altında teşekküller vardı.
İstanbul’da önemli sayılabilecek teşebbüslerden biri, İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz Dostları Cemiyeti) idi. Bu isimden, İngilizlere dostluk besleyenlerin kurduğu bir cemiyet anlaşılmasın. Bence; bu cemiyeti kuranlar, kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlerini gözetenler ile kendi varlıklarıyla menfaatlerinin korunması çaresini Lloyd George hükûmeti vasıtasıyla İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiltere Devleti’nin Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumak ve himaye etmek arzusunda olup olamayacağını bir defa olsun hatırlarına getirip getirmediklerini düşünmek lazımdır.
Bu cemiyete girenlerin başında, Osmanlı Padişahı ve Halife-i Rûy-i Zemin (Yeryüzünün Halifesi) unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu. Cemiyette, İngiliz milletine mensup bazı macera heveslileri de vardı. Mesela Rahip Frew gibi. Keza kayıtlardan ve faaliyetlerden anlaşıldığına göre, cemiyetin başkanı Rahip Frew idi.
Bu cemiyetin iki yönü ve mahiyeti vardı. Biri açık yönü ve medeni teşebbüslerle İngiliz himayesini isteme ve sağlama gayesini güden mahiyetiydi. Diğeri, gizli yönüydü: Asıl faaliyet bu yöndeydi. Memleket içinde teşkilat kurarak isyan ve ihtilal çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüsler cemiyetin bu gizli kolu tarafından idare edilmekteydi. Sait Molla’nın, cemiyetin açık teşebbüslerinde olduğu gibi gizli faaliyetlerinde de ondan daha ziyade rol sahibi olduğu görülmektedir. Bu cemiyet hakkında söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım izahlar ve icabında göstereceğim vesikalarla daha açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Amerikan Mandasını İsteyenler
İstanbul’da bir kısım erkek ve kadınlar da hakiki kurtuluşun Amerika mandasını istemek ve sağlamakta olduğu kanaatindelerdi. Bu kanaatte bulunanlar fikirlerinde çok ısrar ettiler, en doğru yolun kendi görüşlerinin benimsenmesinde olduğunu ispata çok çalıştılar. Bu hususta da sırası gelince bazı açıklamalar yapacağım.
Ordumuzun Durumu
Umumi durumu tespit için ordu birliklerinin nerelerde ve ne hâlde olduğunu belirtmek isterim. Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği (ordu komutanlığı) kurulmuştu. Ateşkes ilan edilir edilmez birliklerin savaşçı askerleri terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış, savaş gücünden mahrum birtakım kadrolar hâline getirilmişti.
Merkezi Konya’da bulunan İkinci Ordu Müfettişliğine bağlı birliklerin durumu şöyleydi:
Bir tümeni (41’inci Tümen) Konya’da ve bir tümeni (23’üncü Tümen) Afyonkarahisar’da bulunan 12’nci Kolordu, karargâhıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de esir olan 17’nci Kolordunun Denizli’de bulunan 57’nci Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı.
Bir tümeni (24’üncü Tümen) Ankara’da ve bir tümeni (11’inci Tümen) Niğde’de bulunan 20’nci Kolordu, karargâhıyla Ankara’daydı.
İzmit’te bulunan 1’inci Tümen, İstanbul’daki 25’inci Kolorduya bağlanmıştı. İstanbul’da da 10’uncu Kafkas Tümeni vardı.
Balıkesir ve Bursa bölgesinde bulunan 61’inci ve 56’ncı Tümenler, karargâhı Bandırma’da bulunan İstanbul’a bağlı 14’üncü Kolorduyu teşkil ediyordu. Bu kolordunun komutanı, Meclisin açılışına kadar Merhum Yusuf İzzet Paşa idi.
3’üncü Ordu Müfettişliği ki, müfettişi ben idim, karargâhımla Samsun’a çıkmış bulunuyorum. Doğrudan doğruya emrim altında iki kolordu bulunmaktaydı. Biri, merkezi Sivas’ta bulunan 3’üncü Kolordu (komutanı, beraberimde getirdiğim Albay Refet Bey). Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5’inci Kafkas Tümeni) merkezi Amasya’da, diğer tümeninin (15’inci Tümen) merkezi Samsun’daydı. Diğeri, merkezi Erzurum’da bulunan 15’inci Kolordu idi. Komutanı Kazım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9’uncu Tümen) merkezi Erzurum’da, komutanı Rüştü Bey, diğerinin (3’üncü Tümen) merkezi Trabzon’da, komutanı Yarbay Halit Bey idi. Halit Bey, İstanbul’a çağrılmış olduğundan komutadan çekilerek Bayburt’ta gizlenmiş; tümen, vekâletle idare olunuyor. Kolordunun diğer iki tümeninden 12’nci Tümen Hasankale doğusunda hudutta, 11’inci Tümen Beyazıt’ta bulunuyordu.
Diyarbakır bölgesinde bulunan iki tümenli 13’üncü Kolordu müstakildi. İstanbul’a tabi bulunuyordu. Bir tümeni (2’nci Tümen) Siirt’te, diğer tümeni (5’inci Tümen) Mardin’deydi.
Müfettişlik Vazifemin Geniş Yetkileri
Bu iki kolordunun doğrudan doğruya benim emir ve komutam altında olmasından fazla bir yetkim vardı ki müfettişlik bölgesi civarındaki askerî birliklere dahi tebligat yapabilecektim. Keza bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan vilayetlere de tebligatta bulunabilecektim.
Bu yetkiye göre, Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlikle ve Diyarbakır’daki kolorduyla ve hemen hemen bütün Anadolu sivil idare amirleriyle haberleşme ve temasta bulunabilecektim.
Bu geniş yetkinin, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından bana nasıl verildiği size garip görünebilir. Derhâl ifade etmeliyim ki bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun benim İstanbul’dan uzaklaşmamı arzu edenlerin buldukları sebep, “Samsun ve dolaylarındaki asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmek” idi. Ben bu vazifenin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda, hiçbir mahzur görmediler. O tarihte Genel Kurmayda bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezen kimselerle görüştüm. Müfettişlik vazifesini buldular ve yetki meselesiyle ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı (Millî Savunma Bakanı) olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzada tereddüt etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda mührünü basmıştır.
Umumi Manzarayı Dar Çerçeve İçinden Görüş
Bu izahlardan sonra umumi manzarayı daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca hep beraber gözden geçirelim.
Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine maddi ve manevi tecavüz hâlinde. Yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayatını ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı hâlde. Farkında olmadığı hâlde başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve meçhuller içinde olacakları beklemekte. Felaketin dehşet ve ağırlığını idrake başlayanlar, bulundukları çevre ve hissedebildikleri tesirlere göre kurtuluş çaresi sandıkları tedbirlere sarılmakta. Ordu, ismi var cismi yok bir hâlde. Komutanlar ve subaylar Dünya Savaşı’nın bunca çile ve sıkıntılarıyla yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle içleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında dimağları çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul…
Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve ordu Padişah’ın hıyanetinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dinden ve gelenekten