Yakın arkadaşı Adeline’in ailesinin, Nivernais’deki takdire şayan mülklerinde güzel bir tatil geçirmeyi dilediği manastırdan on dokuz yaşına dek ayrılmamıştı. Ekim ayı yeniden geldiğinde genç kızı derin bir keder içinde gören hala Élisabeth hayrete düştü. Bir akşam yeğenini, yatağında acı ile kıvranır hâlde yastığında hıçkırıklara boğulurken buldu. Çaresizliğinde kaybolmuş Renée, halasına; gittiği kasabada kırk yaşlarında, varlıklı ve karısı da orada bulunan bir adamın, gıkını çıkaramadan tecavüzüne uğradığı yürek burkan hikâyeyi anlattı. Bu itiraf karşısında Élisabeth hala; küçük kardeşine olduğu kadar genç kıza da ilgi göstermiş olsaydı bu korkunç hadisenin başına gelmeyeceğine inanarak kendisini, kırk yaşındaki adamın suç ortağıymışçasına suçladı. O andan itibaren, anne şefkati ile körüklenen pişmanlığını kovalamak için genç kızın her anında yanında oldu; aldıkları tüm tedbirlere rağmen korkunç gerçeği öğrenen babanın öfkesini dindirdi; doğabilecek utanç verici ya da feci sonuçlarını düşünmeksizin babayı yatıştırmak ve Renée’yi onurlu kadınların dünyasına yeniden kavuşturmak için korkunç bir kaygıyla bu evlilik projesini geliştirdi.
Madam Sidonie’nin bu projenin kokusunu nereden aldığı bir sır olarak kaldı. Béraudlar’ın onuru bu simsar kadının sepetinde, Paris’teki her fahişenin şikâyet dilekçeleri ile birlikte sürükleniyordu. Yürek burkan hikâyeyi duyduğunda karısı ölüm döşeğinde yatan kardeşini bu proje için neredeyse zorladı. Élisabeth hala; kendisini kadersiz Renée’ye ailesinden bir koca bulacak kadar kendisini adayan bu tatlı ve alçak gönüllü kadına karşı mahcup hissediyordu. Hala ile Saccard’ın ilk görüşmeleri Fauborg-Poissonière’deki asma katta gerçekleşti. Papillon Sokağı’na bakan arka kapıdan içeri giren Saccard, ön taraftaki dükkân kısmından küçük merdiveni kullanarak gelen Madam Aubertot’u görünce iki ayrı girişin zekice tasarlanmış düzeneğini sonunda anladı. Genç adam oldukça zarif ve nazikti. Bu evliliğe borcuna sadık bir adam gibi iş ilişkisi gözü ile bakıyordu. Élisabeth hala, genç adamın karşısında titriyor; konuşurken kekeliyor ve vadettiği yüz bin frangın bahsini açmaya cesaret edemiyordu. Bir müşterinin davasını tartışan avukat edasıyla para mevzusunu önce açan Saccard’dı. Ona göre, Matmazel Renée’nin kocası olmak söz konusu olduğunda yüz bin frank gülünç bir meblağ idi. Matmazel, kelimesini özenle vurgulamıştı. Neticede, Mösyö Béraud du Châtel gibi bir adamın; meteliksiz bir damadı hor göreceği, serveti için kızını baştan çıkarmak ile suçlayacağı, hatta gizlice kendisini araştırmak gibi bir fikre kapılabileceği gibi riskler vardı. Madam Aubertot, kesinlikle bir servet avcısı olduğu yanılgısına düşülmemesi gerektiğini; söz konusu bu riskler altında, iki yüz bin franktan daha azına Renée’nin elini dahi tutamayacağını müthiş sakin ve kibar bir üslup ile açıklayan genç adamın karşısında aklını yitirse de çaresizce fiyatı ikiye katlamayı kabul etti. İyi kalpli kadın, içinde beslediği bu denli bir öfke ile bu pazarlığa oturan bir adam hakkında ne düşüneceğini bilemeden asma kattan ayrıldı.
Bu ilk görüşmeyi, Élisabeth halanın genç adamın Payenne Sokağı’ndaki dairesine yaptığı resmî bir ziyaret izledi. Bu kez Mösyö Béraud du Châtel adına orada bulunuyordu. Eski yargıç, evlilik gerçekleşinceye ve hem kendinin hem de Renée’nin onuruna sahip çıkıncaya kadar kızını baştan çıkaran bu adamı görmeyi reddetmişti. Madam Aubertot, anlaşma için tüm yetkiye sahipti. Buruşuk etekli Madam Sidonie’nin kardeşinin, çapsız herifin teki olduğu korkusunun yerini; genç adamın sahip olduğu lüksten duyduğu memnuniyet almıştı. Élisabeth halayı çok şık bir sabahlık ile karşılamıştı. Aralık maceracılarının borçlarını ödemelerinin, eskimiş çizmelerini ve dikiş yerlerinden beyazlamış fraklarını kanalizasyona atmalarının, sekiz günlük sakalını tıraş etmelerinin ardından bugünün saygın adamıydı. Tırnak aralarını temizleyen, en pahalılarından pudra ve parfümler ile yıkanan Saccard; nihayet onlardan biri olmuştu. Kibar adam ayaklarını geride bırakarak fevkalade bir kayıtsızlığa bürünmüştü.
Yaşlı kadın kontrat konusunu açtığında genç adamın yüzünde umursamıyormuşçasına bir ifade vardı. Önceki haftayı, gelecekte özgürce yapacağı dalaverelerin bağlı olduğu saygınlığın ilmini öğrenmeye çalışarak geçirdi. Kontrat konusunda:
‘‘Lütfen, bu nahoş para konusuna artık bir son verelim. Benim görüşüm; Matmazel Renée’nin kendi servetinin, benim de kendiminkinin sahibi olmamız gerektiği yönünde. Bundan sonrası ile avukatım ilgilenecektir.’’
Yeğeninin mal varlığına burnunu sokmasından endişe ettiği bu adamdan duyduğu bu cümleler karşısında rahatlamış hâlde:
‘‘Ağabeyim servetinin çoğunu toprak ve mülklerden elde etti. Kızını cezalandırmak için mallarından esirgeyecek türde bir adam değildir. Renée’ye, Sologne bölgesinde ederi üç yüz bin frank değerinde olduğu tahmin edilen toprak; yaklaşık iki yüz bin frank