“Onlar buradalar, tıpkı bir tohumun içinde gizlenen bir ağaç gibi, Hindistan’ın varlığının ve hedefinin içinde gizliler. Diğer ülkeler Wellington gibi generaller, Newton gibi bilim adamları ve Rothschild gibi milyonerler istiyor. Ama bizim ülkemizin, korkunun ne olduğunu bilmeyen, açgözlülükten nefret eden, bütün acıları dindirebilen, kaybetmekten korkmayan, Yüce Yaradan ile bir olan Brahman rahiplere gereksinimi var. Hindistan güçlü, soğukkanlı ve hoş görülü din adamları istiyor, ancak onlara sahip olduktan sonra bağımsızlığa kavuşabilir! Biz kralların önünde başımızı eğmeyiz, boynumuzu zorbaların boyunduruğuna koşmayız. Bizim başımızı eğen kendi korkumuzdur; biz kendi hırsımızın ağına takılmış ve kendi akılsızlığımızın kölesi olmuşuz. Onun için gerçek Brahman rahiplerinin katı disiplinleriyle bizi bu korkudan, hırstan ve akılsızlıktan kurtarmalarını bekliyoruz; onlardan bizim için savaşmalarını, ticaret yapmalarını ya da bize dünya nimetlerini getirmelerini istemiyoruz.”
O ana kadar bir dinleyici olarak orada bulunan Pareş Babu söze karıştı ve sakin bir sesle şöyle söyledi: “Ben Hindistan’ı tanıdığımı söyleyemem; doğal olarak Hindistan’ın kendisi için ne istediğini ve bunu elde edip edemediğini de bilmiyorum. Ama geçmişe dönmeyi hangimiz başarabiliriz? Şu anda yapabileceğimiz ne varsa onu yapmalıyız. Bir işe yaramayacağını bile bile geçmişe özlem duymanın kime ne yararı var?”
“Ben de sık sık sizin gibi düşünür ve konuşurum.” dedi Binoy. “Ama Gora’nın da söylediği gibi, geçmişin geride kaldığını söyleyerek onu yok edebilir miyiz? Geçmiş her zaman bizimledir, bir zamanlar gerçek olan bir şey asla yok olmaz.”
“Arkadaşınız sıradan insanlar gibi düşünmüyor.” diye karşı çıktı Suçarita. “Onun düşüncelerini aktararak bütün ülke adına konuşamazsınız.”
“Lütfen arkadaşım Gora’nın katı bir Hindu olmakla övünen sıradan insanlardan olduğunu düşünmeyin.” dedi Binoy. “O Hinduizm’in derinine iner, bunu o kadar ciddiye alır ki, gerçek bir Hindu’nun hafif bir dokunuşla solacağına ve acımasızlıkla öleceğine hiçbir zaman inanmaz.”
“Gördüğüm kadarıyla, o hafif dokunuşlardan da kaçıyor.” dedi Suçarita gülümseyerek.
“Bu onun doğasında var.” dedi Binoy. “Ona bunun nedenini sorarsanız, hiç düşünmeden şöyle söyler: ‘Ben kast sisteminin dış etkilerle yıkılacağına ve temizliğin dinin yasakladığı yiyeceklerle bozulacağına bütün kalbimle inanıyorum.’ Bu kesinlikle doğru. Onun dogmacı bir insan olduğunu biliyorum. Görüşleri ne kadar mantıksız olursa, onları dinleyicilerine aktarırken o kadar kesin bir dil kullanır. Ayrıntılara önem verdiği için akılsız insanların onu yaşamsal konuları gözden kaçırmakla suçlamasından ya da muhalif partinin zafer ilan etmesinden çekinir. Bu nedenle hiçbir ayrım yapmadan, her şeyi dikkatle inceler. Bu konuda bana bile hoşgörülü davranmaz.”
“Brahmoların arasında da böyle insanlar çok var.” dedi Pareş Babu. “Yabancıların Hinduizm’in kötü alışkanlıklarına göz yumduklarını düşünmelerinden korktukları için hiçbir ayrım yapmadan Hinduizm ile bütün bağlarını koparmak istiyorlar. Bu insanlar normal bir yaşam sürmekte zorlanıyorlar. Ya rol yaptıkları ya da olayları abarttıkları için, gerçeğin ancak kurnazlıkla veya kaba kuvvetle korunabilecek kadar zayıf olduğunu düşünüyor ve onu korumayı kendilerine görev ediniyorlar. ‘Gerçek bana bağlıdır. Ben gerçeğe bağlı değilim.’ diyen biri bağnaz bir insandır. Bana gelince, ben ister bir Brahmo tapınağında olayım, ister Hindu mabedinde, beni her zaman gerçeğe inanan basit ve alçak gönüllü bir kul yapması ve hiçbir dış gücün beni yolumdan çevirmesine izin vermemesi için Tanrı’ya dua ederim.”
Pareş Babu bunları söyledikten sonra kendini çevresinden soyutladı ve varlığının derinliklerine dalmış gibi bir süre suskun kaldı. Söylediği birkaç sözcük tartışmanın gerginliğini azaltmıştı, aslında bunun nedeni sözcükler değil, Pareş Babu’nun deneyimlerinin ona kazandırdığı dinginlikti. Lolita ile Suçarita’nın yüzü sevgiyle aydınlandı. Binoy da tartışmayı daha fazla uzatmak istemedi. Gora’nın aşırı buyurgan olduğunu düşünüyordu. Onda gerçeği bulan insanların düşüncelerini, sözlerini ve davranışlarını perdeleyen huzur ve güven yoktu. Pareş Babu’yu dinlerken bunu daha iyi anlamıştı.
O gece, ablası yattıktan sonra Lolita onun yanına geldi ve yatağın kenarına oturdu. Suçarita onun kafasını bir şeyin kurcaladığını ve bunun Binoy ile ilgili olduğunu anlamıştı. Onun için hemen konuyu açtı: “Biliyor musun, ben Binoy Babu’yu çok seviyorum.”
“Sen onu sürekli Gourmohan Babu’dan söz ettiği için seviyorsun.” dedi Lolita.
Suçarita onun sesindeki dokundurmayı sezdi ama buna aldırış etmedi. “Bu doğru.” dedi safça. “Gour Babu’nun görüşlerini onun ağzından dinlemek çok hoşuma gidiyor. Onu dinlerken, adamın kendisi gözümün önüne geliyor.”
“Ben bundan hiç hoşlanmıyorum.” diye parladı Lolita. “Bu beni kızdırıyor.”
“Neden?” diye sordu Suçarita şaşkınlıkla.
“Gece gündüz sürekli aynı şeyi yineliyor; Gora, Gora, Gora. Ağzından başka hiçbir söz çıkmıyor. Arkadaşı Gora büyük bir adam olabilir ama kim olursa olsun, o da bizim gibi bir insan.”
“Bu doğru ama onun arkadaşına duyduğu bağlılığın insanlığıyla ne ilgisi var?” diye sordu Suçarita gülerek.
“Arkadaşı onu öyle bir gölgede bırakmış ki Binoy Babu ne yapsa kendini gösteremiyor. Bir hamam böceğinin yuttuğu tatarcığa benziyor. Ben yakalandığı için tatarcığa kızarım ama hamam böceğine de saygım yoktur.”
Lolita’nın ateşli konuşması Suçarita’nın hoşuna gitmişti. Hiçbir şey söylemeden yalnızca gülmekle yetindi ve Lolita sözünü sürdürdü: “Sen istediğin gibi gülebilirsin Didi ama biri beni kendi gölgesinde yaşatmaya kalkışırsa, ben buna bir gün bile dayanamam. Kendini ele al, herkes ne düşünürse düşünsün, sen beni asla ikinci planda bırakmazsın; bu senin yapına aykırı bir şey, seni bu yüzden çok seviyorum. Sana bunu babamız öğretti, onun kalbinde herkese yer vardır.”
Bu iki genç kız, ailenin Pareş Babu’ya en düşkün üyeleriydi. Her “baba” deyişlerinde kalpleri heyecanla atardı.
“Babamızı hiç kimseyle kıyaslamamalısın.” diye çıkıştı Suçarita. “Sen ne dersen de, Binoy Babu çok güzel konuşuyor.”
“Sevgili ablacığım, bize kendi düşüncelerini söylemediği için onların kulağa böyle hoş geldiğinin farkında değil misin? Eğer kendi düşüncelerinden söz etseydi, basmakalıp laflar değil, basit ve mantıklı şeyler söylerdi ve ben onları duymayı yeğlerdim.”
“Bu seni neden kızdırıyor hayatım?” dedi Suçarita. “Böyle konuşması, onun Gourmohan Babu’nun görüşlerini benimsediğini gösterir.”
“Dediğin doğruysa, bu korkunç bir şey.” dedi Lolita. “Ne kadar güzel konuşursak konuşalım, Tanrı bize ağız ile beyni, başkalarının cümlelerini yineleyerek onların görüşlerini aktarmamız için vermedi. Ben böyle bir güzellik istemiyorum!”
“Binoy Babu’nun Gourmohan Babu’ya duyduğu sevginin onu arkadaşı gibi düşünmeye ittiğini görmüyor musun?”
“Hayır, hayır, hayır!” dedi Lolita öfkeyle. “Bu doğru değil. Binoy Babu onun söylediği her şeyi kabul etmeyi alışkanlık hâline getirmiş. Bu sevgi değil, köleliktir.