“Bugün dinin bütün gereklerini yerine getiriyor.” diye karşılık verdi Gora.
“Kendinden utanmıyor mu?” diye sordu Bayan Baroda öfkeyle.
“Utanç bir zayıflık belirtisidir.” diyerek güldü Gora. “Bazı insanlar, öz babalarından bile utanırlar.”
“O eskiden Brahmo değil miydi?” diye sorularını sürdürdü Baroda.
“Eskiden ben de Brahmo idim.” dedi Gora.
“Şimdi belli biçimi olan bir Tanrı’ya mı inanıyorsunuz?”
“Ben yanlışlığı kanıtlanmadan belli biçimlere sokulan şeylere karşı çıkacak kadar batıl inançlı değilim.” yanıtını verdi Gora. “Biçim lanetlenebilir ve kötülenebilir mi? Bugüne kadar onun gizemini çözmeyi başaran olmuş mu?”
“Ama biçim sınırlıdır.” dedi Pareş Babu kibar bir sesle.
“Sınırları olmayan bir şey açıkça görülemez.” diye diretti Gora. “Sonsuzluk, bize kendisini göstermek için biçimlenmek zorundaydı, yoksa onu nasıl görebilirdik? Biçimlenmeyen bir şey kusursuzluğa erişemez. Nasıl düşünce sözcüklerle kusursuzlaşırsa, sonsuzluk da biçimle öyle kusursuzlaşır.”
“Biçimin sonsuzluktan daha kusursuz olduğunu mu söylemeye çalışıyorsunuz?” diye sordu Baroda başını iki yana sallayarak.
“Benim ne söylemeye çalıştığım önemli değil.” dedi Gora. “Dünya benim sözlerimin üzerine dönmüyor. Ama sonsuzluk gerçek bir kusursuzluk örneği olsaydı, o zaman evrende hiçbir şey biçimlenmezdi.”
Birinin bu küstah gencin söylediklerini çürüterek ona haddini bildirmesini isteyen Suçarita, ağzını açmadan sessizce oturan Binoy’a kızmıştı. Gora’nın sesindeki şiddet, kıza ona karşı gelecek gücü veriyordu. O sırada hizmetçi çaydanlıkla sıcak su getirdi, Suçarita çayı demlerken,
Binoy arada bir meraklı bakışlarını o yöne doğrultuyordu.
Din konusunda Gora ile Binoy’un arasında büyük görüş ayrılıkları yoktu ama Gora’nın bir Brahmo’nun evine davetsiz konuk olarak gelmesi, sonra da ona ve ailesine böyle düşmanca davranması Binoy’u çok üzmüştü. Dinginliğini yitirmeden kendini kontrol altında tutabilen Pareş Babu’ya hayran kalmıştı. Sakin ve sevecen tavrı, Gora’nın saldırganlığının karşısında onu yüceltiyordu. Binoy, “Görüşlerin hiçbir önemi yok.” diye düşündü. “Önemli olan gerçek farkındalığın verdiği bilinçli dinginliktir. Bir düşüncenin doğru olup olmadığı, sonucu değiştirmez; bizim için o düşünceden edinilen bilgi önemlidir.”
Tartışma sürerken, Pareş Babu arada bir gözlerini yumup varlığının derinliklerine iniyordu, bunu alışkanlık edinmişti. Binoy, düşünceye daldığı zaman adamın yüzünde beliren huzurlu ifadeye hayranlıkla bakıyordu. Gora’nın bu yüce insana sivri dilini tutamayacak kadar saygısız davranması onu büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı.
Suçarita birkaç bardak çay koyduktan sonra soran gözlerle Pareş Babu’ya baktı. Önce hangi konuğa çay servisi yapacağına karar verememişti.
Gora’ya bakan Bayan Baroda kendini tutamayarak: “Anlaşılan bizim soframızdan bir şey almaya niyetiniz yok!” dedi.
“Evet.” dedi Gora kararlı bir sesle.
“Neden?” diye üsteledi Baroda.”Kastınızdan çıkarılmaktan mı korkuyorsunuz?”
“Evet.” yanıtını verdi Gora.
“Demek kast sistemine inanıyorsunuz?”
“Kast sistemini yaratan ben değilim, ona inanıp inanmamam bir şey değiştirmez. Ama topluma bağlılığımı göstermek için kasta saygı duymam gerekir.”
“Siz her konuda topluma boyun eğer misiniz?” diye sordu Baroda.
“Topluma boyun eğmeyen onu mahveder.”
“Toplum mahvolursa ne olur?”
“Bir insan bindiği dalı keserse ne olur?”
“Anne!” diye söze karıştı Suçarita bezginlikle. “Bu anlamsız tartışmanın kime ne yararı var? Bizimle yemek istemiyor, bu konuyu kapatın artık!”
Gora gözlerini Binoy’a bakan Suçarita’nın üzerine dikti, kız çekingence: “Alır mısınız?” diye sordu.
Binoy ömründe hiç çay içmemişti. Müslümanlar tarafından yapılan ekmek ve bisküvileri yemeyi de uzun zaman önce bırakmıştı ama o gün ona sunulan her şeyi yiyip içmek istiyordu. Kendini zorlayarak Suçarita’ya baktı: “Evet.” dedi. “Tabii ki alırım!” Sonra bakışlarını yüzünde alaycı bir gülümsemeyle oturan Gora’ya kaydırdı.
Çay Binoy’un damak tadına uygun değildi, onu acı bulmuştu ama hiçbir şey söylemeden fincanı bitirdi.
Baroda, Binoy ne kadar tatlı bir genç, dercesine Gora’ya arkasını döndü ve bütün dikkatini ona verdi. Bunu gören Pareş Babu, sessizce sandalyesini Gora’nın yanına çekti ve alçak sesle konuşmaya başladılar.
Hizmetçi bir konuklarının daha olduğunu bildirdi. Konuğun asıl adı Haran Çandra Nag idi ama herkes onu Panu Babu diye karşıladı. Olağanüstü zekâsı ve bilgisiyle çevresinde ün kazanmıştı. Hiç kimse bu konuda bir şey söylememişti ama onun Suçarita ile evlenmek istediği belli oluyordu. Ona duyduğu ilgi açıkça görülüyordu. Suçarita’nın kız arkadaşları da bunu bilir ve bu konuda ona takılırlardı.
Haran bir okulda öğretmenlik yapıyordu ama Bayan Baroda’nın öz kızlarından birini sıradan bir öğretmenle evlendirmesi söz konusu olamazdı. Onlardan uzak durmasını istediğini Haran’a açıkça belirtmişti. Onun düşlerindeki damat adayları, gözlerini bölge yargıçlığı gibi yüksek devlet memuriyetlerine dikmiş, girişken ve cesur gençlerdi.
Suçarita, Haran’a çayını verirken, onlardan uzakta oturan Labonya, ablasına anlamlı bir bakış attı ve gülümsedi.
Bu Binoy’un gözünden kaçmadı, hiçbir zaman iyi bir gözlemci olamamıştı ama o evde geçirdiği kısa süre içinde gözü açılmış ve eskisinden daha dikkatli davranmaya başlamıştı. Haran ile Sudhir’in evin kızları arasında şaka konusu olacak kadar aileye yakın olmasının Tanrı’nın adaletsizliği olduğunu düşündü.
Oysa Suçarita, Haran’ın gelişiyle birlikte bir rahatlama hissetmişti. Eğer kahramanı, kendini beğenmiş savaşçının sırtını yere getirmeyi başarırsa, öcü alınmış olacaktı. Aslında Haran’ın tartışmacı yönünü sevmezdi ama o gün silah olarak sözcükleri kullanan şövalyesini coşkuyla karşıladı ve zırhını güçlendirmek için ona bol bol çay ve kek verdi.
“Panu Babu, bu bizim dostumuz…” diye söze başladı Pareş Babu.
Haran onun sözünü kesti: “Ah, ben onu çok iyi tanıyorum! Bir zamanlar bizim Brahmo Samaj’ımızın etkin üyesiydi.” Bunu söyledikten sonra Gora’nın yanından uzaklaştı ve çayını yudumlamaya başladı. O günlerde memuriyet sınavında başarılı olan çok az Bengalli vardı ve Sudhir bunlardan birkaçının İngiltere’den dönüşünü kutlamak için yapılan karşılama törenini anlatıyordu.
“Bunun ne önemi var?” diye parladı Haran, “Bir Bengalli sınavlarda ne kadar başarılı olursa olsun, hiçbir zaman iyi bir yönetici olamaz.” Sonra Bengallilerin bir bölgenin sorumluluğunu üstlenemeyeceğini göstermek için onların yetersiz ve zayıf yönlerini sayıp döktü.
Konuşma uzadıkça Gora’nın kanı başına