Bu konuların üzerinden bir yıl geçmemişti ki evdeki hanımların düşüncelerinde ve sohbetlerinde önemli yer edinen bir olay meydana geldi. Sör Thomas, işleri yoluna sokmak için Antigua’ya bizzat gitmesinin daha iyi olacağına karar vermiş ve kötü alışkanlıklarından uzak kalır umuduyla büyük oğlunu da yanında götüreceğini söylemişti. Böylece İngiltere’den yaklaşık bir yıllığına ayrıldılar.
Sör Thomas, ailesini bırakıp gitmeye, kızlarını hayatlarının bu en zor döneminde başkalarına emanet etmeye, ekonomik tedbirler alma mecburiyetiyle ve bu seyahatin oğluna yararı dokunabileceği umuduyla razı olmuştu. Leydi Bertram’ın onun boşluğunu doldurabileceğini, bırakın onu, kendi annelik görevlerini bir nebze olsun yerine getirebileceğini sanmıyordu. Yine de Mrs. Norris’in uyanıklılığına ve Edmund’ın mantığına güvendiğinden içi rahattı.
Leydi Bertram kocasından ayrı kalmaktan hiç memnun değildi. Ancak bunun nedeni, eşinin başına bir iş gelmesinden, oralarda rahat edemeyeceğinden çekinmesi değildi. Kocasının değil, kendisinin yaşayabileceği sıkıntı ve tehlikeleri düşünmekteydi.
Kızların hâli daha da beterdi. Babalarının gidişine değil, bu gidişe üzülememelerine üzülüyorlardı. Babalarına pek düşkün sayılmazlardı. Zaten pek bir şey paylaşmazlardı. Dolayısıyla babalarının yokluğu, maalesef onlar açısından sevindirici bir olaydı. Dizginlerinden kurtulmuşlardı. Babalarının muhtemelen yasaklayacağı her şeyi yapabileceklerdi. Fanny’nin rahatlamasının nedeni de kuzenlerininkine benziyordu. Ancak vicdanı nankörlük ettiğini söylüyor, bu nedenle de Sör Thomas’ın gidişine üzülemediği için üzülüyordu. Kendisi ve kardeşleri için birçok şey yapmış olan Sör Thomas gitmişti ve belki de hiç dönmeyecekti! Buna rağmen ardından bir damla dahi gözyaşı dökmemişti. Bu duygusuzluğu utanç vericiydi! Hem Sör Thomas yola çıkmadan önce, önümüzdeki kış mevsiminde kardeşi William’ı görebileceğini söylemiş, kardeşine bir mektup yazarak, görev yaptığı filo İngiltere’ye döner dönmez Mansfield’a davet etmesini tembihlemişti. Bu çok düşünceli ve nazik bir davranıştı. Bir de gülümsese, “Sevgili Fanny!” diye seslense, çatık kaşlı asık suratını, soğuk tavırlarını bir anda unutabilirdi. Ancak sonrasında söylediği sözlerle Fanny’yi yine yerin dibine geçirmişti: “William, Mansfield’a geldiğinde umarım ona, evden ayrıldığından beri geçen onca yılı boş boş geçirmediğini, kendini geliştirdiğini gösterebilirsin. Korkarım ki ağabeyin, on altı yaşına gelmiş olan kız kardeşinin birçok açıdan on yaşındaki hâlinden pek bir farkının olmadığını düşünecek.” Eniştesinin gitmesinin ardından bu sözleri hatırladıkça ağlamaya başlamıştı. Ağlamaktan gözlerinin kızardığını gören kuzenleri ise kendisini ikiyüzlülükle suçladı.
4
Tom Bertram zaten evde pek vakit geçirmezdi. Bu nedenle eksikliği pek hissedilmedi. Hatta Sör Thomas’ın yokluğu bile pek hissedilmiyordu. Evin reisi olmaksızın da işler Leydi Bertram’ı şaşırtacak derecede iyi gidiyordu. Edmund babasını aratmıyordu. Kâhyayla konuşuyor, avukatla yazışıyor, hizmetçilerle ilgileniyor, mektup yazmak dışında Leydi Bertram’a bir iş bırakmıyordu.
Yolcuların rahat bir seyahatin ardından Antigua’ya sağ salim vardıklarını haber aldılar. Bu haber, aslına bakarsanız tam zamanında yetişmişti. Zira Mrs. Norris kendisini korkunç kuruntulara kaptırmış durumdaydı. Edmund’ı gördüğü yerde bu korkularını anlatıyor, onu da kendi yanına çekmeye çalışıyordu. Kara haberi insanlara nasıl duyuracağını bile tasarlamıştı. Ne de olsa ailenin, bir yakınını kaybetmiş tek üyesi olarak bu görev kendisine kalacaktı. Sör Thomas’ın sapasağlam olduğu haberi üzerine, hazırladığı etkileyici, duygusal konuşmayı bir süreliğine erteledi.
Kış ayları boyunca bu konuşmaya gerek olmadı. İşler yolunda gidiyordu. Mrs. Norris yine de gurbettekilerin akıbetini düşünmeden edemiyor, bu konuyu aklına getirmemek için kendisine sürekli yeni yeni işler icat ediyordu. Yeğenleri için eğlenceler düzenliyor, giyim kuşamlarına yardım ediyor, yeğenleriyle böbürleniyor, onlara müstakbel eş adayları buluyor, kendi eviyle yetinmeyerek, ablasının işlerine de burnunu sokuyor, Mrs. Grant’in müsrifliklerini denetliyordu.
Bertram kardeşlerin güzelliği kulaktan kulağa yayılıyordu. Bölgenin en güzel kızları olarak nam salmışlardı. Güzellik ve olağanüstü becerilerine, terbiyeleri ve nezaketleri de eklenince, insanların hayranlıklarını kazanmalarının yanında, gönüllerini de çalmışlardı. Kızlar gösteriş yapmayı severdi ancak bunu kararında bırakmayı da bilirlerdi. Burunları havada, kendini beğenmiş bir edayla gezmezlerdi. Teyzelerinin bolca reklamını yaptığı bu tavırları çevredekilerden övgü topladıkça, kızlar da kusursuz varlıklar olduklarını iyiden iyiye inanırlardı.
Leydi Bertram kızlarıyla birlikte dışarı çıkmazdı. Bir anne olarak kızlarının başarılarına şahit, mutluluklarına ortak olma zahmetine bile girmezdi. Bu şerefli temsilcilik görevini, beş kuruş harcamadan sosyeteye girmeye can atan kız kardeşi seve seve üstlenirdi.
Fanny bu eğlencelere çağrılmazdı. Herkesin dışarı çıktığı günlerde, evde teyzesiyle baş başa kalırdı. Miss Lee, Mansfield Park’tan ayrıldığı için, balo veya partilerin düzenlendiği gecelerde teyzesinin her işine Fanny yetişirdi. Onunla sohbet eder, ona kitap okurdu. Bu tür gecelerin sükûneti, acımasız sözlerden uzak kalmanın verdiği güvenlik hissi, Fanny gibi her an tetikte bekleyen, her an utanç içinde yaşamak zorunda bırakılan bir kız için tarif edilemez bir lütuftu. Kuzenlerinin katıldığı eğlenceleri, özellikle balolarda olup bitenleri, Edmund’ın kimlerle dans ettiğini dinlemekten büyük keyif alıyordu. Kendisinin bu ortamlara girebileceğini hayal dahi edemiyor, bu yüzden her şey ona masal gibi geliyordu. Genel anlamda oldukça huzurlu bir kış geçirdiği söylenebilirdi. Her ne kadar William henüz İngiltere’ye dönmemiş olsa da içindeki o her an gelebileceğine dair umut çok şeye bedeldi.
Ertesi bahar, çok sevdiği gri midilli hayatını kaybetti. Fanny’yi çok üzen bu ölüm, genç kızın sağlığını yitirmesi riskini de beraberinde getirdi. Fanny’nin sağlığını koruyabilmesi için düzenli ata binmesi gerektiğini herkes biliyordu. Buna rağmen kimse ona yeni bir at bulmak için parmağını kıpırdatmadı. Teyzesi, “Kuzenleri binmediği günlerde onların atlarına binebilir.” demişti. Ancak istisnasız her gün ata binen Bertram kardeşler, Fanny’ye yardımcı olmak adına bu zevklerinden mahrum kalmayı akıllarından bile geçirmeyince, teyzesinin sözünü ettiği o gün hiç gelmemişti. Kızların her sabah atlarına binerek gezintiye çıktığı nisan ve mayıs ayları boyunca Fanny, ya büyük teyzesiyle gün boyu evde oturuyor ya da küçük teyzesinin zoruyla bitkin düşene dek yürüyüş yapıyordu. Leydi Bertram egzersiz yapmaktan hiç hoşlanmaz, bunun gereksiz bir şey olduğunu söylerdi. Gün boyu sağa sola koşuşturan Mrs. Norris ise herkesin fırsat buldukça yürümesi gerektiği düşüncesindeydi. Edmund o sıralar pek ortalarda değildi. Olsaydı, muhtemelen Fanny’nin derdine çok daha erken çare bulabilirdi. Eve dönüp de Fanny’nin hâlini görünce tek bir çözüm olduğuna kanaat getirdi. Fanny’ye de bir at alınacaktı. Bu konuda çok kararlıydı. Üşengeç annesinin ve pinti teyzesinin itirazlarına kulak asmayacaktı. Mrs. Norris, ahırdaki ihtiyar atlardan birinin yeteceğini düşünmeden edemiyordu. Kâhyanın atlarından birini veya Dr. Grant’in posta göndermek için kullandığı midilliyi bir süreliğine ödünç alabilirlerdi. Fanny’nin de kuzenleri gibi kendine ait bir atının olmasının tamamen gereksiz hatta uygunsuz olacağı düşüncesindeydi. Sonuçta kuzenleri birer hanımefendiydi. Mrs. Norris, Sör Thomas’ın da böyle bir şeye asla izin vermeyeceğinden emindi. Sör Thomas’ın yokluğunda böyle bir masrafa girmenin, ekonomik durumlarının akıbetinin belirsiz olduğu böylesine bir dönemde ahırın giderlerini arttırmanın izah edilebilir bir