“Canlı varlıklar öyle bir mükemmel yaratılmışlar ki, onların hiçbir şeyinde ne eksikleri var, ne de fazlalıkları. Her uzvun kendi yeri var. Kuşun bir kanatı olmasa, uçamaz, kuyruğu olsmaz ise inemez. Dahası kuşların iki ayakları var. Eğer bir ayağından mahrum bırakılırsa, onların Allah yardımcısı olsun! Bizim ise dört ayağımız var. Birisi eksik olsa bile üç ayakta yürüyebiliyorus. Buna da şükür ediyorum!”
Akhal, yedinci geceyi de yolda geçirdikten sonra, bir sonraki günün sabahı, göge kadar yükselmekte olan dağların sıra sıra uzayıp gidişini, tepelerinin üzerlerinin beyaz karlar ile kaplanmış olduğunu gördü. Ona yaklaşmış olduğunu sandı. Ancak, yaklaştıkça dağ uzaklaşmakta ve daha da yükselmekteydi.
Nihayetinde, dağa kadar ulaştı. Araya araya Kartalın yuvasının yerleşmekte olduğu kayayı buldu. Aşağıda ise, önünde büyük taş olan eski magara gözükmekteydi.
Magaranın içi karanlıktı. Taze etin kokusu burnuna geldi. Ancak o zaman, günlerdir aç kalmış olduğunu anlayabildi. Epey gündür aç dolaşmakta olduğunu anladı. Yassı taşın üzerinde dağ koçunun bir budunu gürdükten sonra imreniverdi. Ne kadar yemek istese bile, Akhal ona dokunmamak için kendisini tuttu. O, hiçbir zaman, kendisinin avladığı avdan başka av yememişti.
– Yiyebilirsin, o senin için – diye ses duydu.
– Sen kimsin?
– Ben – Aybörü. Senin kısmetin. Bozkurt, seni, burada beklemem gerektiğini tembihleyip gitti.
Magaranın içi biraz olsun aydınlanmış gibi oldu. Ak-hal, magaranın derinliğine baktığında, güzel bir kurdun kendisine baktığını, ancak o zaman görebildi.
– Nesilbaşımız Bozkurda, Yüce Tanrının lütfu olsun!
– Evet, hepimize birlikte olsun! – diye, Aybörü magaranın derinliğindeki geçitten geçerek, ileriye doğru gitti.
Akhal, o magarada, Aybörü ile iki yıl beraber kaldı. Onların üç eniği dünyaya geldi. Birisi köpek, ikisi kancık. Erkek kurdun başının arka tarafında üç adet gümüş renkli tüyü vardı. Akhal, onların farkına bile varmamıştı. Aybörü ise, günlerin birinde, o tüyleri yalayarak:
– Görüyor musun? Sende bir tüy var ise, senin mirasçında üç tüy var – dedi.
– O, üç kıtanın kurtlarının önderi olur. Bunun ise, zamanı geldiğinde beş adet gümüş renkli tüyü olan mirasçısı dünyaya gelir.
– Ya, insan neslinin, bize karşı olan düşmanca tutumu, aynı şekilde devam ederse, o zamana kadar kurtları katledip, neslini tüketmezlermi?…
– İnsan nesli, kurda verilmiş emanet hayatı alıp, kendi eğemenliği altına soktuğunda, kendisine ait olan gelecekteki hayatının, dağ parçası gibi kısmını kaybedecektir. Onlar, er veya geç, bu gerçeği, idrak etseler gerek?!
Akhal, başını aşağıya doğru eğdi.
– Ey, Aybörü! Aybörü! Gerçeği idrak etmek isteyen insan, ilk olarak, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Onlar, yarı uyur yarı uyanık halde yaşamlarını sürdürmekteler.
Aklı başında, bilinç sahibi insanların burunlarının dibinden az ötedekiyi bile görmekte olduklarını sanmıyorum. Durum böyle iken, sen onlardan ne bekleyebilirsin ki?
– Biz, Bozkurtun aracılığıyla, İnsan nesli ile anlaşabiliriz. İşte o zaman, Gökbörünün, Göktürklere vermiş olduğu davarları da geri alırız. İnsanlar ile de, canlı varlıklar ile de, büyük bir aile misali, uzlaşma içinde birlikte yaşıyabiliriz.
Akhal, böylesi bir hayatı göz önüne getirmeye çalıştı. Başaramadı. Onun yerine, Kulanlı vadisine, demir kuşa binmiş insanlar geldiklerinde, grup halinde kaçmakta olan kurtları acımasızca katledişleri, sonra ise Çıpar’ın padalyasını eşekli insandan geri alışı, onu kuma gömerek defnedişi göz önünden birer film şeridi gibi geçti. Kalbinin kan aglayarak, erimiş olduğunu hissetti. Lime lime erimiş kalbinin bir köşesinde, belirsiz bir korku belirdi. Diğer bir köşesinde ise, onun peşinden gelen kurtları katleden insanlara karşı nefret duygusu uyandı.
Aybörü onun içinde bulunduğu durumu anlamış gibi ona şöyle dedi:
– Nasıl da kurtlar birbirinden farklıysa, insanlar da o kadar bir birinden fasrklıdırlar. Birisi merhametliyse, diğeri – vurdumduymazdır. Birisi akıllıysa, diğeri – ahmaktır. Birisi cesurdur, birisi – korkak. Kimisi güyçlüdür, kimisi – cansız. Bazısı tokgözdür, bazısı açgöz. Ama, gelecekte herşey çok güzel olacak.
– Nasıl?
– Ne zaman ki, insanlar merhametsizlik neşterinden kurtulup, ahmaklığın çamurundan, korkaklığın pisliğinden, cansızlığın dışkısından, açgözlük belasından arınmayı başardıkları zaman, herşey kendi rayına oturacaktır.
– Böyle olacağını nereden biliyorsun?!
– Bu kadarını da bilemeyeceksem, bana Aybörü mü diyecekler?
– Bana bir şeyi söylesene! Sen, gerçekten de Aydan mı geldin?
– Ben, nereden, nasıl geldiğimi bilmiyorum. Ancak, bildiğim bir şey var, o da, henüz enikken, anne aslanın sütünü emerek büyüdüğümü biliyorum.
– O aslan şu anda nerede?
– O, ebediyet mekanına gitti.
– Onun nesli yok muydu?
– Var idi. Onlar batıya doğru gittiler.
– Sen neden onlardan ayrılarak buralarda kaldın?
– Seni bekledim…
– Evet, benim geleceğimden, senin önceden haberin olmalıydı. Yoksa bu civarlarda başka kurt varmı ki?
– Biliyor musun? Bu magara, kadim dönemlerde, Bozkut ile Gökbörünün yaşamış olduğu magaraydı. Bu magaraının bittiği yerde, Bozkurtun patikası başlar. O patika ise, Yedikayaya kadar götürür. Yedi yılda bir kere, Bozkurt, kendi patikasıyla yürüyerek buraya gelir ve gece yarısından sonra, Yedikayaya çıkarak geri döner.
– Sen bunları bana neden anlatıyorsun?
– Senın, bu magaranın basit bir magara olmayıp da, kutsal bir magara olduğunu bilmen, dahası senin seçkin bir kurt olduğun için…
– Acaba, üç ayaklı kurt seçkin kurt olabilir mi? Evet, daha önceleri dört ayağımın herbirisi yere basarken, gerçekten de, ben seçkin bir kurt idim.
– Ensendeki gümüşsü tüy nedir?
– Sakat bacağı eski haline getirmedikten sonra, onun gibi kırk adet gümüşsü tüyün olsa bile, onların ne faydası olabilir ki?
– Böyle deme! Gümüşsü tüyler, senin, Bozkurdun mirasçısı olduğun kanıtı anlamına gelmektedir. Ensende, böyle bir tüyün var olduğundan dolayı, sen, bu magara-da kalmaya hak kazanmış oluyorsun. O tüyün var olması, Bozkurdun ruhunun, ikimizi kavuşturmasına vesile olmuştur. O gümüşsü tüylerin kereminden dolayı, ensesinde böyle tüylerin üçüsü olan eniğimiz dünyaya geldi. Sende on kurdun gücü var ise, onun otuz kurdunku kadar gücü olacaktır.
Akhal, öylesine bir güyce sahip olacak eniği ile gurur duydu. Onu kokladı. Sonra ise yalamak istedi. Tüyler oldukça sert idi. Üstelik de sivriydiler. Az kalsın, onun dili dilimdilkiç olacaktı. Iyi ki, zamanında dilini geri