Çalan telefonla, Kapital ve Yılmaz arasındaki randevu kesinleştirildi. Yılmaz ve Ali oldukça heyecanlıydı. Ali durmadan Yılmaz’a direktifler veriyordu.
“Onları, ne kadar kararlı olduğuna ve kazanmak için her şeyi yapabileceğine inandırman gerekiyor.”
Yılmaz, haftalardır birlikte olmalarına rağmen laf çarpmaktan hiç vazgeçmemişti. Kolay değildi. Çöpe atılmış on yılı vardı. Acı çektiği, nefret ettiği hatta suçluluk hissettiği on yıl… Ali’nin yaptığı şeyi bir türlü kafasında oturtamıyor “Ben olsaydım ‘asla’ yapmazdım.” diyordu. Geçmişe dalıp gittiği anlarda sesi kalınlaşıyor, tavırları sertleşiyor adeta ateş püskürüyordu. İşte Ali’nin sözleri, artçı depremler gibi ona hemen geçmişi hatırlattı. “Biliyorum.” dedi. “Kazanmak için her yol mubahtır. Önümde senin gibi bir örnek varken hata yapmam, merak etme. Senin bana yaptıklarını, ben de onlara yapacağım. Bu kadar basit.” Ali başını eğdi ve sessizce Yılmaz’ın evden çıkışını bekledi. Bir anda bütün hevesi kaçmıştı. Geçmişi hatırlamak eskisinden daha fazla canını yakmaya başlamıştı. Şöminenin önündeki mindere oturdu. Alevin cılızlığından rahatsız oldu. Birkaç odun parçası attı. Biraz daha, biraz daha… Yükselen alev ve çıtırdayan odunlar Ali’nin hıçkırıklarını kendisinin bile duymasını engellemeliydi. “Keşke her şeyi geri sarmak mümkün olsaydı” dedi. Daha on yedi yaşında Anadolu’daki küçük bir kasabadan yola çıktıkları zamanı hatırladı. Ne kadar da heyecanlılardı. Aynı üniversiteyi kazanan iki arkadaş o küflü evi kiralamış, eskiciden aldıkları kırık dökük eşyalarla yeni bir hayat kurmuşlardı. Zaman zaman şikâyet etseler de hayallerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapacak, mezun olup İstanbul’un en prestijli şirketlerinden biri olan Kapital’de çalışacaklardı.
Hatta, son sene Kapital Holding’in danışmanlarından olan finans hocalarının, tüm sınıfa verdiği ödev, onları bu hayallerine bir adım daha yaklaştırmıştı. Hoca, ödev neticesinde başarılı olan öğrencinin tek ödülünün iyi bir ortalama değil aynı zamanda iş imkânı olduğunu söylemişti. Bir aylık süre içinde ne Ali ne de Yılmaz ödevi hazırlayamamıştı. Ali bu şansı kaçırmayı göze alamadı. Hocaya bir şantaj mektubu gönderip fakültede duyduğu şehir efsanelerini sıraladı. Buna karşılık istediği ise Kapital’deki işti. Bu çocukça planın başarılı olacağına kendi bile inanmamıştı ama hırsı, mantıklı düşünmesine engel olmuştu.
Hiçbir şey beklediği gibi gitmedi. Bu saçma teşebbüs hocanın, mektubu Ali’nin odaya bıraktığını anlamasıyla son buldu. Çaresizce yaptığını itiraf etmek üzereyken dört yıl boyunca fakültede ona öğretilenleri hatırladı. “Bir sorunu çözmede önemli olan çözümdür. Neyi feda ettiğin değil. Doğru yöntemi bulursan her şeyi pazarlayabilirsin. Kazanmak için her yol mubahtır.” Bunca şeyi boşu boşuna öğretmemişlerdi ya. Uygulamanın zamanı gelmişti. O da öyle yaptı. Masumiyetini pazarladı. Kapitaldeki iş fırsatını aldı ve en yakın arkadaşı Yılmaz’ı sattı. Hocaya, mektubun da içinde bulunduğu dosyayı odaya kendisinin bıraktığını ama bunu ondan yapmasını isteyenin Yılmaz olduğunu söyledi. Üstelik, içindekilerden haberi olmadığını eklemeyi de ihmal etmedi. Birden inandığı dinin “İftira büyük günahtır.” düsturu çınladı kulaklarında. Eli yüzü kızardı. Sonra derin bir nefes aldı ve başka bir çınlama duydu. “Din afyondur.” Zor da olsa hocayı ikna edip suçlunun Yılmaz olduğuna inandırdı. Hoca, belki olayı fazla dallandırıp budaklandırmak istemediğinden, belki de yıllardır savunduğu fikirlerin hayata geçirilişine şahitlik ediyor oluşundan fazla ses etmedi. Bütün zincirlerinden kurtulan Ali, mezun olup Kapital’deki iş imkânına kavuşurken Yılmaz disiplin cezasıyla okuldan atıldı.
Ali, geçmişi hatırlarken kalbinin sızladığını hissetti. Yılmaz’ın yaşadıklarını ve hâlâ o küflü evde oturuyor oluşunu sindiremedi. Yılmaz’ı beklerken her şeyi tekrar tekrar düşündü. Hatta bu kirli işten vazgeçmeyi bile… İsterlerse sadece alın teriyle her şeyi yeniden yoluna koyabilirlerdi. İki eski arkadaş geçmişi geride bırakıp tertemiz bir sayfa açabilirdi. Heyecanlandı. Gözü saatte, Yılmaz’ı bekledi. Geldiğinde onunla konuşup bu saçma oyundan vazgeçmeyi teklif edecekti. O anda kapı açıldı ve Yılmaz içeri girdi. Yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. Elindeki çantayı koltuğa fırlattı. Kollarını açıp Ali’ye baktı.
“Beni tebrik et. Karşında Kapital’le harika bir anlaşma imzalayan genç bir iş adamı var. Adamlar sözleşmeyi imzaladıkları gibi kendilerine danışmanlık yapmamı da istedi. Düşünebiliyor musun?”
Yılmaz’ın sevincine ortak olmaktan başka şansı olmadığını anladı Ali. Kalktı. Tebrik etmek istedi. Kollarını açarak kucaklamak için yaklaştığında Yılmaz eliyle durmasını işaret etti. Onun delici bakışlarından kurtulma imkânı olmadığını bir kez daha anladı. Yavaşça kalktığı yere yeniden oturup bekledi. Yılmaz ile on yıl önce yaptıkları son konuşmayı hatırladı. Yılmaz’ın gözleri kıpkırmızı ve şişti. Tüm umudunu yitirmiş bir zavallı gibi bakmıştı Ali’nin yüzüne. “Sen bu olmazsın. Neden?” demişti sadece. “Neden?” Bu soruya “Ben buyum artık. Hatırlasana bize ne öğretildi yıllarca. İnsanı şartlar şekillendirir ve şartlar beni buna mecbur bıraktı” diye cevaplamıştı Ali. Yıllarca hatırlamadığı bunca şeyi şimdi kare kare hatırlıyor oluşu tesadüf müydü? Belki de hayat onunla pazarlık yapıyor, sahip olduklarına karşılık sahip olmadığı bir şeyi, vicdanını geri veriyordu. Yılmaz’a hissettiklerini anlatsa inanır mıydı? Her şeye rağmen konuşmaya karar verdi.
“İstersen vazgeçebiliriz.” dedi. “Benim şimdiye kadar biriktirdiklerim yeni bir hayat kurmamıza yeter de artar bile.” Gözlerini Yılmaz’a dikti ve heyecanla cevabını bekledi. Yılmaz alaycı bir ifadeyle Ali’ye yaklaştı.
“Ne oldu. Şimdi de başarımı mı kıskandın? Seni atan Kapital bana iş teklif etti diye mi bu hırsın? Yoksa seni aldatıp her şeyin üzerine yatacağımdan mı korkuyorsun? Olmayacak şey değil doğrusu.”
Ali, zamanın sadece kendini değiştirdiğini düşünmekle hata etmişti. “Sen bilirsin.” dedi. Yapabileceği tek şeyi yaptı. Kapıyı çarptı ve çıktı. Günlerce, sadece izledi arkadaşını. Yılmaz artık her şeyi tek başına planlıyordu. Gündüzleri anlaşmalar için koşturup duruyor, Kapital’e güya danışmanlık yapıyor, gece ise kuyusunu kazıyordu.
O sabah Ali, pencere kenarındaki koltukta oturuyordu. Koyu renk eşofmanı nerdeyse üç gündür üzerindeydi. Sakindi. Yılmaz ise elindeki kumandayla kavga edercesine haber kanallarını tarayıp durdu. Alışkanlık edindiği üzere sert ve sade bir kahve aldı. Sonra birden hareketlendi. Ayağa kalktı. Ali’ye seslenip yanına çağırdı. Kanalın son dakika olarak verdiği haber, “Kapital’e ait Peru’daki bir altın madeninde sahte raporlarla verimlilik oranı yükseltilerek, borsa üzerinden dolandırıcılık yapıldığı.” iddiasındaydı. Haberin ayrıntıları ise Holding’in vergi kaçırma ve ihalelere rüşvet karıştırmakla da suçlandığı, bundan dolayı Kapital’in borsadaki hisselerinin hızla düşüşe geçtiği, emniyetin ise kendilerine gönderilen gizli belgeler ışığında inceleme başlatıp Kapital Holding’in mal varlıklarına tedbir koyduğu yönündeydi.
İki eski arkadaş bütün bu haberleri rezidanslarındaki dev ekrandan izliyordu. “Başardık.” dedi Yılmaz, büyük bir sevinçle “Sonunda Kapital’den intikamımızı aldık.”