Helete Bizim Memleket
Babam Arık Osman’ın Aziz Hatırasına…
Her ne kadar kafa kâğıdımda 01 Şubat 1963 tarihi yazsa da gerçekte 2 Temmuz 1962 tarihinde doğduğum, 1970’li yıllarda çocukluğumu yaşadığım, ortaokulu bitirene kadar toprağında yoğrulduğum Helete ilgili hatıralarımı ve o günlerde hayatıma tesir eden bazı insanları sosyal medya ortamında anlatmaya çalıştım. Bunu yapmaktaki amacım unutulmaya yüz tutan Helete Kültürünü hatırlatmak, genç nesillere o günün değerlerini aktarmak idi. Bu yazılar okuyucunun beğenisini kazandı ve kitaplaştırılması konusunda teşvikler oldu. Ben de bu hatıraların kaybolmaması için yazıları böyle bir el kitabında toplamaya karar verdim.
Buradaki yazılarda köy hayatının zor, kötü yanlarından ziyade insanların dayanışması, akrabalık ilişkileri, tabiatla insanın kucak kucağa oluşu, yaşanmışlıklardan çıkarılarak anlatılmaktadır. Başta Almanya olmak üzere dünyanın her yanına göç ve bu göçün yol açtığı hasret, toprağa, sılaya olan özlem Helete kültürüyle yoğrulmuş her faninin ortak duygusudur. Bu kitapçıkta bu duygulardan esintiler bulacaksınız.
Keyifli okumalar dileklerimle.
HELETE: YOKLUK, GURBET, SEVDA
Helete; Kahramanmaraş’ın doğu ucunda, Malatya-Adıyaman sınırında asırlar önce Türkmenlerin karakeçilerini otlatmak için gelip yerleştikleri, baharla birlikte yaylaya göçülen, kışın köye inilen dağlar arasında saklı bir yerleşim yeridir. Helete kurulalı beri, Sürmeli ile Dede Dağlarının arasından salına salına çıkan, bir ucu taa Fırat’a kadar uzanan Göksu çayı, Helete’nin dudağından öpüp geçer. Daz, Aşık Hasan, Dede, Sürmeli, Karyağan zirvelerinde karı eksik olmaz dört beş ay. Baharla birlikte kuzeye, yaylalara çıkılınca bütün heybetiyle Nurhak dağı kimi zaman dumanlı, çoğunlukla karlı zirvesiyle karşınızda durur.
Asırlarca ağalık hüküm sürmüş, ağaların yönetiminde bugünlere gelmiştir Helete. 1960’lı yıllarda “Almanya acı vatan” icat olunca ağalık kendiliğinden bitmiş, 1960’lı yılların sonunda Belediyelik olmuştur. Büyükşehir yasasıyla Çağlayancerit ilçesinin bir mahallesine dönüştürülen Helete 1980’li yıllardaki sekiz dokuz bin nüfustan bugün dört binli sayılara düşmüş, neredeyse nüfusunun yarıdan fazlasını göç vermiştir.
Mart ayının ortalarında Bayırlar’da nevruz açmaya başlar. Kirli beyazdan mora, yapraklarındaki siyah benekli sarıya, kökündeki yeşil dallarına kadar dünyada benden güzeli yok der gibidir birkaç günlük ömründe. Kendisiyle aynı zamanda açan dağ eteklerindeki mor sümbüle güzelliğiyle meydan okur. Biraz da kokusu olsa yenecektir onu güzellik yarışmasında. Kösgücünüzü kaptığınız gibi yolunu tutarsınız bayırların “navrız” eşmek için. Havanın yalancılığına aldanmış soğuk almışsınızdır. Akan sümüğünüzü kolunuzun yeniyle siler bayır bayır nevruz ararsınız.
Aynı dönemde büyükler bağ budamaya giderler. Çocuklar budanmış çubukları toplayıp siyece (çite) taşırlar. Nisan ayında yaylacılar göçerler. Çocuklar ya köydeki akrabalarının yanında kalır veya oğlakları gütmek için okulun bitmesine daha çok varken bırakıp giderler. Yaylalarda göbelekler çıkmıştır. Yağmurlu günlerden sonra güneşin açmasını bekleyen göbelekler birkaç gün içerisinde boy gösterirler otlar arasından. Oracıkta yakılan ateşin üzerine sırt üstü yatırılıp üzerine tuz ekildikten sonra fıkır fıkır kaynayan göbelekten daha lezzetli ne vardır ki dünyada. Bu aylarda karlar eridiğinden Göksu coşar, odun, ağaç taş ne katarsa önüne alır getirir dağlardan. Köylüler bir yandan odunları yakalayıp bir yandan seyrederler azgın suların neleri alıp götürdüğünü. Göksu bulandığında oltayla balık avlama zamanı da gelmiş demektir. İki metrelik sırık ve iki metrelik olta ipinizin olması yeter Göksu’da balık avlamak için. Eşersiniz solucanları koyulursunuz yola. Oltanıza balığın vurması, âşık olduğunuz kızı görünce kalbinizin kütlemesi gibi heyecanlandırır sizi, hele bir de başmak balık (kırmızı benekli alabalık) yakalarsanız sizden mutlusu yoktur dünyada.
Nisan sonunda bademler olur yaylalarda, kengerler çıkar yülünecek. Burunçalık kökünden sökülür boranısı yapılır. Körmenler lezzet katar tereyağlı bulgur aşına. Dilik toplarsınız ardıç içlerinden, mayısta çiğdemlerin başları olgunlaşmıştır. Otlar büyümüştür hayvanların bayram ettiği zamandır. Haziran başlarında kuşlar yuvalarından yavrularını çıkarırlar, keklikler feriklerini. Ne de mutlu olursunuz ferik (keklik yavrusu) yakalasanız, bu o kadar da kolay değildir. Yumurtadan çıkmadan öğrenmişlerdir nasıl saklanmaları gerektiğini.
Temmuz başlarında yaylanın tadı kaçmaya başlar, otlar kurur sular yavaş yavaş azalır. Çimme zamanı gelmiştir Göksu’da. Ekinler biçildikten sonra yaylacılar yaylalardan tarlalara inerler. Hem harman işleri görülecek hem de hayvanlar yatırılarak tarla gübrelenecektir. Küçük çocukların yüzme öğrenme zamanı gelmişse, ya tusturuk (balon) ya da şalvarla yapılır bu iş. Ayaklarını bağlayıp uçkurunu sıkıştırdığın şalvar şişirince tam bir yüzme öğrenme aracı olur. Varsa 25-50 kuruş Alo’dan tusturuk alırsın iki tane şişirip bir ipin iki ucuna bağlarsın balonları olur sana yüzme öğretmeni. Ağustos sıcağında harman süren deden seni geme (düvene) oturtursa dünyanın en mutlu çocuğu olursun. Harmanın samanı hayvanlara yem, buğdayının bir kısmı unluk, bir kısmı bulgurluk, dövmelik, bir kısmı biderlik (tohumluk) olur. Samanlar tepilir hararlara (büyük çuval), dökülür portmadan (toprak dam üstünde açılan genişçe delik) sığırlığa. Tarlanın buğdayı dövme, keçinin sütü katık olur. Kaynatılır dövme katıkla karılır tarhana yapılır. Çınar yapraklarına dişlenen tarhananın kokusu kışın çorbada hissedilir.
Eylül-Ekim üzüm kesme zamanıdır. Bağa göçülür on, on beş günlüğüne. Kesilen üzüm sepetlerle huuya (üzeri dallarla kapatılmış barınak) taşınır. Çürüklerinden ayıklanır (tehlenir) orada. Tepintide tepilir, suyu çıkarılır, şıra kazanlarında bastık, pestil, pekmez yapılır. Şireniz, unluk buğdayınız, tarhananız, bulgurunuz sütünden yoğurt yağ yaptığınız ineğiniz varsa yoksul sayılmazsınız. Karnınız toksa zenginsinizdir.
Çocuksanız bütün oyuncaklarınız tabiattan derlediğiniz, çevrenizdeki taştan ağaçtandır. Gülleyi (misket) yumuşak taştan kendiniz yontarsınız. Eneğiniz zeytin çekirdeği, ardıç tüdeleği, zenginseniz sarı beş kuruşluk, on kuruşluktur. Ardıç kirçinden (çalı) gazzık (kazık) düzersiniz. Kış bir başka güzeldir. O kadar çok kar yağar ki damdan dama yürüyerek gidersiniz. Kirç toplar ateş yakarsınız. Ateşe taş koyup ısıtır uzağa fırlatır sinsin oynarsınız. Gıjjak kayarsınız bayır yamaçlarından. Eşlerim lebbik, uzun eşşek, birdirbir, mendil kapmaca, saklambaç, ver Allahım ver, çelik çomak, at kazığı, gale, top… daha neler neler vardır oynayacağınız. Uzun kış gecelerinde bir evde toplanıp içinde dev karıları çok olan masallar anlatırsınız birbirinize küllenen ocak başlarında, gece korku dolu düşler görme pahasına… Böyleydi Helete 1970’li yılların başlarında benim çocukluğumda…
Helete, çocuklar için güzeldir. Büyümeye başlayınca ekmek davası başlar. Güzel hava, dağ manzarası, kuşlar gibi özgürlük, Göksu doyurmaz karnınızı. Zorunlu gurbet başlar lise çağında. Ya Almanya’ya işçi gidersiniz ya gurbete mektebe, okumaya. Hopur’dan aşınca bilmezsiniz dönüşün olup olmayacağını. Hopur’un ardı gurbettir, özlemdir, hasrettir. Bazen çocuğa, bazen eşe, bazen ardınızda bıraktığınız yavuklunuza özlemdir. Ama herkes için toprak kokusuna, yayla esintisine, Sürmeli’ye, Dede’ye, Daz’a, Göksu’ya, Yalangoz’a özlemdir, Helete’ye özlemdir gurbette yaşadığınız. Ekmek davası çetin davadır, isteseniz de bırakmaz sizi, bazen yılda bir bazen birkaç yılda bir bayramlarda namazdan sonra mezarlığa yürümek hayatınızda en çok yapmak istediğiniz şeydir. Bütün yüzler güleçtir, sarılır herkes birbiriyle, öpüşülür, koklaşılır, sırtlar sıvazlanır. Ne de güzeldir Helete bayramları.
Gurbetten salacada gelmek acıdır. O kadar çok gurbetçisi vardır ki Helete’nin bu sıklıkla yaşanır. Özlem Kaş’tan salaca üzerinde aşınca mezarlığa doğru biter sonsuza dek. Çok özlediğiniz Helete’nize, ebedi mekânınıza kavuşmuşsunuzdur. Gençseniz üzülür, burkulur gönüller, zamanı gelmişse takdiri ilahidir bu kabul edilir sessizce, dualarla.
Tutkudur Helete, sevdadır.