Ülkünün gerektirdiği düşünce tarzı ve dünya görüşü tektir ve hayatın bütün olayları karşısında alınacak tutum, bu dünya görüşü genel bir kanun gücünü taşır, her mecrada tatbik edilir ve hayatın bütün kollarına yayılmak zorundadır.
Ülkünün dünya görüşü milletin hayat görüşüdür. Bu görüş esasları itibarıyla millet gibi ebedidir. Dünya görüşünü millet yarattığı için fertlerle ilgisi yoktur ve fertlere göre değişmesi söz konusu olamaz.
Dünya görüşü tek olduğu için müsamahasızdır. Kesin ve tek olarak tanınıp şahsi hayatın bu görüşe göre yeniden düzenlenmesini ister.
II
ÜLKÜCÜ KİMDİR
Milliyetçiliğe inananlar nefis mücadelesine de inanırlar. Çünkü nefis mücadelesi, ülkücü insanı bir kelime ile kendisini muhasebeye sevk eder. Gayet normaldir ki, insanın zaaflarını ve kötülüklerini kendisinden daha iyi bilen yoktur. Bunları söküp atma gücü de ancak kendi gönlündeki inançtan kaynaklanır.
İnsanın ancak kendi nefsindeki kötülükler ve zaaflarla mücadele etmesi bunları söküp atmakla sonuçlanır.
Normal durumda her insandan, dostunda aradığı vasıfları soracak olursak, şöyle bir cevap alırız:
– Ahlaklı, sözünün eri olması, doğru olması, ağzının sıkı olması, yalan söylememesi, şahsi menfaatlerini milletin çıkarına tercih etmemesi. Ve daha başka vasıflar.
Biz bütün bunları ülkücü bir deyimle “dürüst” olmakta topluyoruz. Dürüst ülkücü insanın bütün bu meziyetleri şahsında toplamasından normal bir şey yoktur. Ancak şunu da unutmayalım ki insanlar, melekler derecesine kadar çıkacak temiz doğup kalmış olan yaratıklar değillerdir.
Gerek kutsal kitaplar, gerekse sosyal araştırmalar fertlerin çeşitli zaafların etkisi altında kalabileceğini ve içinde yaşadıkları çevrenin doğurduğu kötü tesirler içinde yetişebileceklerini tespit eder.
İşte ülkücü insanın nefis mücadelesi bu zaafları hedef alır, onları kökten söküp atmakla meşgul olur. Ülkücü insan, içindeki zaafları yenmek konusunda ülküsünün dünya görüşündeki müsamahasızlığından dolayıdır ki, herhangi bir dış tesirle mücadele eder gibi sebat eder.
Ülküye inanan, bütün samimiyetiyle yolunun doğru olduğuna inanmalı ve bu açıdan hareket ederek nefsindeki tüm kötülükleri yenmelidir.
İnsanlar birbirlerini aldatabilir, bir süreliğine olduklarından başka türlü görünebilirler. Ancak hepimizden daha güçlü, daha kudretli, aldanmayan ve her şeye vakıf olan bir gücün bulunduğuna inanan ülkücü insanlar, nefis mücadelesinde başardıkları her ilerlemeyi, yenmek istedikleri her zaafta takip ettikleri yolu aşarken, her ülkücünün dürüstlüğünden ilham alınarak ve ilahî kudretin dürüst ülkücülere yardımcı olacağını düşünerek ve inanarak nefis mücadelesine devam ederler ve başarılı olurlar.
Nefis mücadelesini başaran ülkücü insanlar bir araya gelirler. Bu, tabiat kanunları gibi normal ve olağan bir şeydir. Ancak bir araya gelen ülkücüler arasında samimiyet doğmadıkça millete yararlı olamazlar. Bu samimiyet, insanlar arasındaki normal dostluk ve alelade arkadaşlık değil, çok kutsal ve çok ciddî bir samimiyettir.
Ülkücü insan dava arkadaşı için her şeyini verebilecek tıynette ve durumdadır. Böyle olunca ülkücüler arasında zamanla bir tesanüt duygusu tekâmül eder. Bu tesanüt, sonsuz ve hudutsuz derecelere kadar varacak bir mahiyette olduğu için ülkücü insanlar buna hazırlıklı olmalıdırlar.
Bu hazırlığın da esas meselesi, ülküdaşlarına karşı beslenen samimiyetin koyulaşması, gönüllere kök salması ve yerleşmesidir.
Hiç kimse sembolleşmenin ehemmiyetini inkâr edemez. Bir araya gelenlerin gücünün, dağınık kalmışlardan üstün olduğu aşikârdır. Ayrıca, bir araya gelenlerin gücüne semavî bir kudret de katılır, temiz niyetlerle, inançla yola çıkan insanlara Tanrı yardımcı olur ve çabalarında yollarına ışık tutar.
III
ÜLKÜMÜZ MANEVİYATÇIDIR
Milliyetçiliğin ülküsü aynı zamanda maneviyatçıdır, manevî cepheyi destekler. Bilindiği gibi dünya görüşleri maddî veya maneviyatçı olur. Bir topluma hizmet edinmeyi hedef edinen maneviyatçı olmalıdır. Bu açıdan ülkümüz, prensipleri olan dürüstlük ve inanç ilkelerinden ötürü maneviyatçı bir özellik taşır.
Maneviyata inanan insan, millet uğrundaki hizmetler için attığı her adımda ve başardığı her eylemde bir vazife icra ettiği kanaatinde olan insandır. Maneviyata inanan insan, çalışma gücünü ve kudretini, günün maddî çıkarlarında değil, o ilahî kudrete olan inancından, vazife kutsallığından alır ve maneviyatçı insan her zaman ve her halükârda şahsî çıkarlarını ve dar menfaatlerini değil, toplumun saadet ve huzurunu göz önünde tutar.
Bu sebeple maneviyatçı insan fedakârdır, bu fedakârlığın anlamı ve lüzumunu, hayatlarını maddî hazlar peşinde sürdüren insanlar anlayamazlar. Onlar millet uğrunda, insanın canını bile feda etmesine akıl erdiremezler, bunun sırrını anlayamazlar.
Maneviyatçı insanlar ise ilahî kuvvetlerden güç aldıkları için maddî çıkarı, hayatlarını bile gerektiğinde feda edebilirler. Milletin ortak çıkarları ve ülkümüzün gerektirdiği görevleri her şeyden üstün tutmalıdırlar.
Maneviyatçı olmak, maddeci bir anlayışla düşünmemek ve şahsî hayatta da zevkperest bir şekilde yaşamamayı ifade eder. Yoksa maneviyatçılık iddia edip de her davranışta tamamen maddeciliği yaşamak, ülküye samimi olarak inanmadığını meydana koyar.
Maneviyatçı olduğunu iddia eden kimse, ülkünün ahlak ve dürüstlük kurallarına aykırı olan hareketler yaparsa davasında samimi olmadığını belli etmiş olur.
Ölçülerin şümulü ve tekliği burada açıkça görülür. Düşünüş tarzında ve şahsî hayatında maddeciliği yaşayan ve bunu savunan insanların, bu ölçülerin dışında kaldıkları için, içkilerinden, eğlencelerinden ve sapık yollardan vazgeçmedikleri halde ülkücülük iddia etmeleri gülünçtür.
Milliyetçi gönüllerde ahlak prensiplerini kökleştiren maneviyatçı dava savunucuları arasında, rahat koltuklarından vazgeçmeyip buna aykırı hareket edenlere güvenilemez.
IV
ÜLKÜMÜZÜN ESAS ALDIĞI DEĞER: MİLLET
Milliyetçi ülkünün esas aldığı değer millettir, her şey toplum ve millet içindir. Burada sınıflar mücadelesi yoktur. Fert ve sınıflar, millet ve toplum içinde erimiş, kaynaşmıştır. Her şey, her iş, her türlü ilmin ve sanatın hedefi millettir.
Esasını millî değerlerden almayan her düşünce millete yabancıdır. Ülkünün hizmet etme düşüncesi, akla ve ilme dayanan bir çalışma güdüsüyle milletin ilerlemesi ve gelişmesini hedef alır, onun kalkınmasını hedef edinir. Dolayısıyla millete sadakatle bağlanmak gerekir. Çıkarlarını, bencilliğini bu uğurda feda etmeyenin milliyetçi bu cephe ve çizgide yeri yoktur.
Bu ülkü, millete karşı olan derin sevginin var olduğuna göre milleti, bulunduğu zor durumlardan bilimsel ve gerçekçi metotlarla çıkarıp kalkındırmak duygusundan kuvvet alır. Hemen belirtelim ki bu ülküde kin ve garazın yeri yoktur, başkalarına karşı kin duygularıyla beslenemez.
Demek