Kazan Tatarlarından Ayaz İshaki’nin romanı Üyge Taba bu dönemi anlatan bir eserdir. Roman, 1922’de yazılmış, 1927’de basılması için Türkiye Türkçesine aktarılmış, fakat basılmadan müsveddeleri kaybolmuş ve daha sonra yazarı tarafından ismi aynen muhafaza edilerek tekrar aktarılarak basılmıştır. Kazanlı aydın Ayaz İshaki, kitapta “söz ile öz” “kavl ile fiil” arasındaki dengeyi iyi kurmuş, söylediklerine hayatıyla tanıklık etmiş, mücadeleci bir yazardır. Yazarın özlediği insan modelini ve özlediği dünyayı dillendirmeye çalıştığı esere tek bir fikir ve tek bir kahraman hâkimdir; Milliyetçilik ve Miralay Demir Ali. Eserde Rusya’daki diğer Türk yazarlarının aksine fikirler sezdirme yoluyla değil, doğrudan verilmiştir. Diğer bütün şahıs ve olaylar bu fikir ve kahramanla olan ilişkileri ölçüsünde romanda kendilerine yer bulabilmişlerdir. Miralay, yurtsuz, evsiz insanların sembolü durumundadır. Aynı zamanda bunun farkında olmadan yaşayan, Rus okullarında okumuş; milletine, kültürüne, dinine yabancılaşmış bir aydındır. Miralay, bu şekilde yabancılaşmış pek çok örnekten bir tanesidir. O, Rus ordusunda Türklere karşı savaşır. Fakat Kafkas Cephesi ve Erkan-ı Harbiye Riyaseti’nde gördükleri onu derin uykusundan uyandırır. Hayatının bundan sonrasını milletine ve Türkçülüğe adayan Miralay bu uğurda canını da feda eder. Kolhozlaştırma sisteminin oturtulmaya çalışıldığı, neticede açlık, kıtlık ve sürgünün yaşandığı, savaşın ezdiği, yok ettiği, toplu sürgünlerin yapıldığı, Stalin’in ölümünün yaşandığı ve nihayet 1991’de Sovyetlerin dağılması ile son bulan 1920-1991 arasındaki yıllar… Bu dönem romanlarda en çok anlatılan devir olması açısından önemlidir. Türkiye’de yayımlanan Türk dünyası romanlarının ekseriyeti bu dönemi konu alır. Dolayısıyla bu dönemi ele alan eserler incelenirken 1991’e kadar ömür süren Sovyetler Birliği hâkimiyeti, “Sovyet insanı”nı yetiştirme çabalarının edebiyata aksi ve bu hâkimiyetten kurtulmak için edebiyatçıların buldukları çareler etrafında “mahallî kimliğin” veya “kültürel kimliğin” hatta “millî kimliğin” nasıl korunmaya çalışıldığı üzerinde durulacaktır. Bu değerlendirmeler yapılırken buraya kadar olan tarihî devirleri ele alan romanlara da sebep ve sonuçları ile temas edilecektir.
BİRİNCİ BÖLÜM
DESTAN DEVRİ
Aytmatov’un Beyaz Gemi romanı bu dönemde ele alınabilecek önemli bir eserdir.11 Eser, Kırgızların soyunun çıkışı masalı olan “Boynuzlu Ana Geyik”i konu alır. Annaguli Nurmemmed’in bütün Türk dünyasının ortak destanı olan Oğuz destanını motif olarak seçen Oğuz Yurdu romanının da bu dönem içinde incelenmesi gerekir. Fakat hacimli olduğu için bu romanı kitabımızda ele almadık. Onun yerine yazarın diğer iki eserini, Nuh Tufanı ve Büyük Göç’ü inceledik. Azerbaycanlı yazar Kemal Abdulla’nın Eksik El Yazması romanı, Dede Korkut hikâyelerinin kahramanlarını bir arada anlatan bir çalışma olarak “destan devri” kategorisine girer.
Türk ırkının bilinen en eski boylarından biri olan Kırgızların tarihini, ilk çağa kadar götüren sinologlar vardır. O devirlerde Kırgızların Kem (Yenisey) kaynaklarında ve sahillerinde, Sayan Dağları’nda bulundukları bilinmektedir.12 1856 yılında Kırgızlar arasında yaptığı seyahat esnasında Manas Destanı’nı keşfeden Çokan Velihanov, 1861’de yazdığı makalesinde Manas Destanı’ndan şöyle bahseder:
Sarp kayalarda yaşayan Kırgızlarda tek bir destan vardır. Bu destan Nogay devrine ait Manas Destanı’dır. Bu destan Kırgızların bütün mitolojisini, masallarını, her türlü geleneklerini bir kahraman çevresinde toplamış Kırgız ansiklopedisidir…
Kırgızların hayat tarzları, görenekleri, ahlâk ve dinî telakkileri, coğrafyası, tıp bilgileri, başka uluslarla olan ilişkileri bu destanda ifâdesini bulmuştur.13
Cengiz Aytmatov hemen hemen bütün eserlerinde tarihin derinliklerine inerek çıkardığı Kırgız efsanelerini, masallarını veya destanlarından parçaları işlemiştir. Bilinen en önemli romanlarından Beyaz Gemi’de, dedenin torununa anlattığı “boynuzlu maral ana” efsanesi dikkat çekicidir. Etrafta akranı olmadığı için dedesiyle vakit geçirmekten hoşlanan “isimsiz” küçük çocuk, hem kendi yarattığı masalsı dünyayla hem de dedesinin anlattığı masallarla büyür. Romanın kişileri adeta ayrı bir dünyada yaşıyorlarmış gibi üç beş haneli bir köy içindehayatlarını sürdürürler. Onların dünya ile bağlantılarını “maşın magazin” yani “seyyar dükkân” oluşturur. İsimsiz çocuk, bu seyyar dükkândan kendisine alınan dürbünü, çantası ve her birine isimler taktığı kayalar ile oynar. Sekiz, dokuz yaşlarındaki bu çocuk, kendisine masallardan ördüğü bir dünya kurmuştur ve orada yaşar. Masalların büyülü dünyası, onun kendini özgür hissettiği mekândır. Fakat bu durum, onun trajedisinin başlangıcını oluşturur. Bu trajedinin de “maral ana” efsanesi ile yakından alakası vardır.
Çocuk, dedesi tarafından anlatılan ve Kırgızların soyunun yok olmaktan son anda dişi bir geyik sayesinde kurtulduğunu hikâye eden bu efsaneye inanır. Maralların Kırgız dağlarında yok olmasının sebebi, insanların onlara kötü davranmaları ve genelde insanların ahlâken bozulmalarıdır. Burada “ahlâken” bozulmadan kastedilen, insan olarak bozulmaktır.
Efsane kısaca şöyledir: Kırgızlar tarih içinde zaman zaman komşularıyla iyi geçinememekte ve kavga ederek birbirlerine zarar vermektedirler. Fakat aralarındaki husumete rağmen, bu toplulukların birbirleri ile savaşmaları durumunda geçerli olmak üzere yazılmamış bir kural vardır. Bu kurala göre bir kabile veya soy yas tutuyorsa, ona kesinlike saldırılmaz. Fakat Kırgızların komşusu olan hasım kabile bu kuralı bilerek bozar ve kabilelerinin önderini kaybeden Kırgızların yas tuttuğu bir sırada onlara saldırır. Hazırlıksız yakalanan Kırgızlardan kimse atına binemez, kılıcını kuşanamaz, kendini koruyamaz. Hepsi istisnasız kılıçtan geçirilir. Düşmanın tek bir amacı vardır, o da Kırgızların soyunu yok etmektir. Fakat yaramaz iki küçük Kırgız çocuk bu planı bozar. Oynamak için köyden/obadan uzaklaştıkları için katliamdan kurtulan bu iki çocuk, şuursuzca katillerin peşlerinden gider; zira çocuklar düşmanlık nedir, düşman kimdir bilmezler. Yazar burada çocukların dünyasının saflığını vurgulamak ister.
Düşman atlılarının peşinden giden çocuklar, kabile reisinin karşısına çıkarılır. O da öldürmesi için çocukları yaşlı bir kadına teslim eder. Çopur topal yaşlı kadın, çocukları Yenisey’in kıyısına getirir ve onlara birbirlerine sarılarak vedalaşmalarını söylediği sırada dişi bir geyik çıkagelir. Geyik, çocukları yaşlı kadından ister. Yavruları insanlar tarafından öldürülen geyiğin bu esnada memelerinden süt akmaktadır. Yaşlı kadın, bu çocukların da “insanoğlu” olduğunu ve büyüdüklerinde atalarının yaptığını yine yapacaklarını söylese de geyik “kardeşin kardeşi” öldürmeyeceğini söyleyerek çocukları alır ve Isık-Göl civarına getirir. Çocukları orada büyütür. İnsanlar zamanla