Osman Nâsır, Hokand’daki öğretmenlik yıllarından sonra 1 Eylül 1933’te, Semerkand’daki Pedagoji Akademisi’nin Dil ve Edebiyat Fakültesi’ne kaydını yaptırır. Abdurrauf Fıtrat, Sadriddin Aynî, Gazi Âlim Yunusov ve Şâkir Süleyman, bu fakültede ders veren meşhur hocalardır. Osman Nâsır güzel, olgun şiirlerini, 1934 yılından itibaren burada yazmaya başlar. Onun şair olarak bütün Türkistan’da tanınmasında ve sanatının gelişmesinde, bu üniversitedeki sanat çevresinin önemli rolü olmuştur. Fakültedeki öğrenciliği sırasında, dersten çok şiirle ilgilenir. Şiir, artık bir peri gibi onu kendisine bağlamıştır. Üniversite tarafından, 1934 yılı Mayıs ayında, Tacikistan Yazarlar Birliği’nin I. Kurultayı’na temsilci olarak gönderilir. Yine aynı yılın yaz aylarında, Ermeni Yazarlar Birliği’nin I. Kurultayı’na gönderilir. Ermenistan gezisi sırasında, biri Bakû’da, biri Tiflis’te, üçü de Erivan’da olmak üzere toplam beş şiir yazar. Bu bilgiden, şairin gezisi sırasında Azerbaycan ve Gürcistan’ı da ziyaret ettiği anlaşılmaktadır. Ermenistan gezisi ile ilgili en önemli eseri, Nahşan adlı destanıdır.
Şair, 1934 yılında Atlas adlı piyesini neşreder. Atlas, Özbek tiyatro edebiyatı tarihinde, ilk manzum parçaları ihtiva eden yarı manzum bir piyes olması ve konusu itibariyle de 1930’lu yıllarda üniversite öğrencilerinin hayatını tasvir etmesi bakmından yeni ve orijinal bir eser olarak karşılanır. Eserin kahramanı, bir Rus tarafından yetiştirilip terbiye edilen Atlas adlı bir Özbek kızıdır. Eserde, milletlerin, halkların gönül birliği anlatılır.
Osman Nâsır, sık sık katıldığı Taşkent’teki edebî toplantılar sebebiyle derslerini ihmal etmeye başlayınca, fakülte idaresi bu duruma rıza göstermez. 1934-1935 öğretim yılı sonu yaklaşırken şairin fakültedeki vaziyeti pek müşkül bir hâl alır. Ve nihayet Osman Nâsır’ın kaydı silinerek öğrenciliğine son verilir.
Merhaba Taşkent!
Osman Nâsır, 1935 yılı baharında Semerkand’dan Taşkent’e gelir. O günlerde Moskova’daki Bütünittifak Şora Yazuvçıları Uyuşması’ndan (Sovyet Yazarları Birliği’nden) Taşkent’teki şair ve yazarlara sık sık talimatlar gelmektedir. 1935 yılı Nisanında, Ekim ihtilâlinin yaklaşmakta olan 20. yıldönümü ile alâkalı olarak “şanlı yıldönümü”ne münasip bir hazırlık yapmak, sovyet memleketinin yirmi yıl içinde elde ettiği başarıları öne çıkarmak ve bilhassa taşra vilâyetlerine giderek şair ve yazarlarla toplantılar düzenlemek, köylerde meydana gelen ekonomik gelişme ve değişmeler hakkında eserler yazmak gibi görevler Özbek yazarlarına tebliğ edilir. Osman Nâsır’ın Taşkent’e geldiği günlerde, vilâyetlere gönderilmek üzere şair ve yazarlardan oluşan gruplar oluşturulmaktadır. Osman Nâsır da aynı sebeple Nisan ayı ortalarında önce Harezm’e, ardından Hive’ye gönderilir. Onunla birlikte Harezm’e gönderilenler bir hafta, on gün boyunca bölgenin kültür kurumlarını ziyaret ederler, İnkılâb Kuyaşı gazetesi idarehanesinde ve başka yerlerde toplantılar düzenlerler, kolhozlarda misafir olurlar, şiir geceleri tertip ederler. Osman Nâsır, bu gezi sırasında diğer şairlerle birlikte maksada uygun şiirler yazar. Onun Harezm Kızı adlı şiiri, bu gezinin hatırasıdır.
Şair ve yazarlar grubunun Harezm’i ziyaret sebebi, sadece kolhoz halkına zevk ve ilham vermek ve onları işlerinde gayrete getirmekten ibaret değildir; bundan başka, bölgenin sanat kuruluşlarına yardımcı olmak, edebî ve kültürel hayatı canlandırmak da onların görevleri arasındadır. Bu maksatla 25 Nisan akşamı Ürgenç’te, İnkılâb Kuyaşı gazetesi tarafından bir sanat gecesi düzenlenir. Osman Nâsır, buradaki konuşmasında, şairlerin “Marksist-Leninist-Stalinist” nazariyelerle mücehhez kılınması konusunda gayret gösterilmesi gereğinden söz eder, eski klâsik edebiyatlardan da istifade etmek lüzumundan bahseder, kendi şiirlerinden örnekler okur.
Şair Osman Nâsır, Harezm’de pamuk tarlalarında şafakla birlikte çalışmaya başlayan, fakat bunca emeklerine rağmen hiçbir şey kazanamayan köylülerle olan görüşmelerinin tesiriyle yeni bir destan yazmak ister. Âyimcan adını taşıyacak olan bu destan, Harezm hayatıyla ilgili olacaktır. Fakat bu destanı, Taşkent’e döndükten sonra, önemli bir kısmını yazdığı hâlde anlatılanlarla yaşananların, yani gerçeklerin başka türlü olmasından dolayı tamamlamaz.
Özbek şiiri, 1930’lara kadar bilhassa Süleyman Çolpan’ın tesiri altında gelişmesini devam ettirir. Edebiyata rehberlik etmek lâzım, diyen fakat gerçekte edebiyatla hiçbir ilgisi bulunmayan siyasî kadrolar, bu dönemde şair olarak çok geniş bir şöhretin sahibi bulunan Çolpan’ın sesini kısmaya çalışırlar. Edebiyattan çok kaba bir şekilde kovulan, âdeta sürgün edilen Çolpan’ın yerine yeni şairler yetişir. Osman Nâsır, bu yeni dönemin yetiştirdiği şairlerden biridir. Yeni yetişen Özbek şairleri, Rus şiirinden ve bilhassa Vladimir V. Mayakovski’den etkilenerek marksist ruhla şiir yazmayı öğrenirler. Artık Özbek şairleri için “halkın hayatı ve sosyalizm gerçeği”, sanatın birinci kaynağı hâline gelir; parti ideolojisi de sanatın temel ilkesi olarak benimsenir. Birçok şair, bu dönemde, kendilerini sosyalizmin kurulmasında partinin sıradan bir askeri, şiiri de çok keskin bir ideolojik silâh olarak görür. Meşhur sovyet şairi Gafur Gulam, Alkış adlı şiirinde bu durumu şu mısralarla ifade eder:
Buna göre şair, parti adına halkın gözü, kulağıdır; duygu, düşünce, arzu ve ümitlerinin tercümanıdır. Nitekim “sosyalizmi kuran halk” ile tek yürek olma düşüncesi, diğer şairlerle birlikte Osman Nâsır’ın sanatındaki en önemli prensiplerden birini teşkil eder.
1935 yılının, Osman Nâsır’ın sanat hayatında önemli bir yeri vardır, ilhamının daima kendisiyle beraber olduğu, kendisine âdeta yol arkadaşı olduğu bir yıldır. Artık şiir yazmak, onun için nefes almak kadar sıradan ve kolay bir hadise hâline gelmiştir. Şairlik, onun bütün vücudunu esir almış gibidir. Kendisi bu durumu, İlhâmımnıŋ Vakti Yok adlı şiirinde şu mısralarla ifade eder:
İlhâmımnıŋ vakti yok, seldey keledi,
İlhamımın vakti yok, sel gibi gelmekte,
Cellâddek rahm etmey, dilni tiledi.
Cellât gibi rahm etmez, gönlü dilmekte.
Şair, zamanının önemli bir kısmını, 1933 yılında Özbekistan Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından Taşkent’in hemen yanı başında yazarlar için kurulan İncikâbâd adlı bağda geçirmektedir. Bu bağ, o zaman için harikulâde güzellikleri bulunan mükemmel bir dinlenme yeridir. Şair, “Unutmas meni bâğım” derken bu İncikâbâd bağını kastetmektedir:
1930’lu yıllarda Osman Nâsır için Özbekistan’da şair ve yazar olarak itibar edilebilecek sadece iki kişi vardır: Romancı Abdullah Kâdirî ve şair Süleyman Çolpan. Bilhassa Çolpan, şair olarak, millî değerlere kıymet veren her Özbek için büyüleyici bir şahsiyettir. Osman Nâsır, kendisini onların yanında daima bir öğrenci gibi görür. Her ikisiyle de bu İncikâbâd bağında sık sık görüşür. Çolpan, Osman Nâsır’ın şiirdeki ilk üstadıdır. Çolpan’ın birçok şiirini ezberinden bilir, her yerde, her toplulukta etrafını saran genç şairlere bu şiirleri derin bir zevkle okur, bunlardan ders alınmasını ister. Çolpan’ın eserlerini, şiir sanatının parlak örnekleri olarak gösterir. Çolpan’ın, Türkistan’ın güzelliklerinin