UYGUR EFSANELERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Efsaneleri çalışma düşüncemizin oluşmasına vesile olan Toğrak Ağacına ithafen…
ÖNSÖZ
Her milletin dünyayı algılama ve yorumlama konusunda kendine has bir usulü vardır. Milletlerin maddî ve manevî kültür unsurları yoluyla geliştirdikleri bu usul, onları diğer milletlerden ayıran toplumsal kimliğin oluşumunu da sağlar. Başta dil ve inanç olmak üzere bu kültür unsurları bakımından zayıflayan toplumlar; hayatı gereği gibi algılamada, yorumlamada sıkıntı yaşarlar. Bunun sonucunda zaman içerisinde toplumsal kimliklerini yitirmeye, diğer toplumların etkisinde bir esaret hayatı sürmeye, nihayet tarih sahnesinden tamamen çekilmeye mecbur kalırlar.
Türk dünyası, köklü tarihi ve yüzyıllara dayanan canlı kültür unsurlarıyla diğer pek çok millete kıyasla toplumsal kimliğini güçlü bir biçimde korumayı ve geliştirmeyi başarır. Türk toplumu dil, düşünce, inanç ve hayat pratiğine dair birikimini geçmişten bugüne taşırken toplum olarak geleceğe dönük sağlıklı değerlendirmeler de yapabilmektedir. Bu çalışmada Türk milletinin bir parçası olan Uygur Türklerinin kimlik inşa etme sürecine ciddî katkılar sağlayan halk anlatıları ve efsaneleri aktarılmaktadır.
Uygur anlatı ve efsaneleri hemen her toplumdaki benzerlerinde olduğu gibi daha çok büyüklerin uzun gecelerde çocukları bir araya toplayarak onların hoş vakit geçirmelerini ve eğlenmelerini sağlamayı amaçlar. Ancak sözlü eserlerin görünen amacı bu olmakla beraber asıl amaç büyüme çağındaki çocukları tarih, coğrafya, din, hayat anlayışı gibi kültür unsurları üzerinden ortak bir kimlik şuuru ile yetiştirmektir. Bir toplumsal terbiye metodu olarak nesilden nesile aktarılarak bugüne gelen eserler maddî ve manevî kültür unsurları bakımından oldukça zengin bir içeriğe sahiptir.
Kitabın ortaya çıkış hikâyesine gelince… 2018 yılında Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında Yüksek Lisansa başlayan Mahmut Erkin (Mamutijiang Aierken)’in hayat hikâyesini ve çalışmalarını inceledikten sonra bu kitap serüveni başladı. Doğu Türkistan’ın Artuş şehrinde bulunan Yukarı Artuş köyünde 18 Mart 1981’de dünyaya gelen Mahmut Erkin, ortaokul ve lise öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra 2001/2005 yılları arasında Kaşgar Üniversitesinde Uygur Dili ve Edebiyatı eğitimini tamamlar. Mezun olur olmaz Artuş’un Kattaylık köyünde öğretmenliğe başlayan Erkin, millî ve manevî değerler üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle yaşadığı birçok sıkıntının sonrasında 2006 yılında da öğretmenlikten alınır. Urumçi’de bulunduğu 2009 yılında birçok insanın hayatını kaybettiği olaylara şahit olur. 2016 yılında eşiyle Türkiye’ye gelip Karabük’e yerleşen Erkin’in Sömürge Altındaki Doğu Türkistan ve Uygurlar adlı yayımlanmış bir kitabı ile çeşitli hikâye ve makaleleri mevcuttur. Birçok TV, radyo ve benzeri yayın organlarında çeşitli programlara konuşmacı olarak da katılan Erkin, kendi kültürüne dönük çalışmalarını bugün de sürdürmektedir.
Yüksek lisans öğrencim Mahmut Erkin, ders dönemine başladığında kendisine hangi alanda çalışmak istediğini sorunca Uygur Türklerinin edebiyatı üzerine bir çalışma yapmak istediğini ifade etti. Bir Uygur Türkü olarak topraklarında yaşanan siyasî ve sosyal sorunların yoğunluğuna, halkına yapılan baskılara, maddî ve manevî kültür unsurları ile bunları eserlerinde halkın hafızasını diri tutmak için kullanan aydınlara dönük yok etme politikasına dikkat çekmek istediği için böyle bir çalışma yapmak istediğini belirtti.
Bu talebi üzerine kendisini ders döneminin başında bir yandan da özellikle çalışmak istediği konuyla ilgili sözlü ya da yazılı materyalleri derlemesi konusunda yönlendirdim ve gerektiğinde kendisine her türlü desteği de sağlayacağımı söyledim. Öğrencim Mahmut Erkin, bu yönlendirmemden sonra doğup büyüdüğü Artuş şehrine bağlı Yukarı Artuş köyünde dilden dile aktarılarak gelen Uygurlar ve Uygurların yaşadığı bölge, sahip oldukları tabiat, önderleri ve inanışları ile ilgili birçok efsane ve halk anlatıları olduğunu; bunlar üzerine çalışılabileceğini söyledi. Böylelikle büyüklerinden derlenen efsanenin, halk anlatılarının bir araya getirilmesi neticesinde, titiz bir çalışmayla Türkiye Türkçesine aktarılması suretiyle seksen efsaneden oluşan bu eser meydana geldi.
Yaşadıkları, düşündükleri, inandıkları, bütün hayalleri ile birlikte hayatları, hatıraları ve tarihleri yokluğa mahkûm edilmek istenen Uygur Türklerinin ağızdan ağıza nakledilmek suretiyle geçmişten bugüne gelen efsane ve halk anlatılarının yazıya geçirilmesinin oldukça önemli olduğu açıktır. Böylelikle halkın işgal, asimile edilme ve her anlamda soykırıma uğrama tehdidi karşısında yıllardır süren direnişine kendi ölçüsünde ve en içerden bir katkı sağlamak amaçlanmaktadır. Zira efsaneler ve halk anlatıları doğrudan halkın hayat verdiği samimi metinler olduğu, bir sanat yapma gayretinin ötesinde topluma hayat nizamı çizmeyi hedeflediği için oldukça önemlidir.
Bu eserlerin şartların zoruyla tarihin akışı içerisinde yitip gitmesine göz yummayarak gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak için çaba sarf eden ve bu eserin oluşumuna emekleriyle katkı sağlayan herkese teşekkür ederim. Eserin insanlığın sömürüden, işgalden uzak, sağlıklı bir gelecek inşa etmesini umursayan tüm okuyucular için faydalı olmasını dilerim.
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
Bugün dünyanın çok çeşitli coğrafyalarını yer ve yurt tutan Türkler için vatan edinerek yaşadıkları bütün coğrafyalar ana vatan olarak gördükleri Türkistan’ın bir parçasıdır denilebilir. Bu ilişkilendirme her ne kadar sübjektif bir bakış açısını içerse de büyük kısmıyla doğru bir tespit olduğu söylenebilir. Fakat Orta Asya bölgesi kendisi içinde değerlendirildiğinde jeopolitik özellikler dikkate alınarak Türkistan’ı üç bölgeye ayırmak mümkündür. Birinci bölge olan Doğu Türkistan, Büyük Asya Kıtasının merkezinde yer alan Türkistan’ın ise doğusunu ifade eden bölgedir. Yaklaşık 30 milyon; ekseriyeti Uygur olmak üzere, Kazak, Kırgız, Tatar, Özbek Türk’ü yaşamaktadır. İkinci bölge ise; Afganistan’ın kuzey bölümünü içine alan Güney Türkistan’dır. Farklı kaynaklarda beş milyon civarında Özbek ve Türkmen Türkünün yaşadığı bilinmektedir. Üçüncü bölge ise bugün üzerinde bazı bağımsız Türk Cumhuriyetleri bulunan (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan) ve 55 milyon insanın yaşadığı Batı Türkistan’dır (Sayın-Koçak, 2017: 11-12).
Günümüz Uygur Türklerinin yaşadığı ve Doğu Türkistan olarak anılan bölge Çin hâkimiyetine girdikten sonra siyasî bir amaçla Sincan (Xinjiang-Sinkiang) bölgesi olarak adlandırılmaktadır. Doğuda Moğolistan, kuzeyde Rusya, batıda Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Keşmir ve Afganistan; güneyde Tibet, Pakistan ve Hindistan ile sınırı bulunan Doğu Türkistan’ın yüz ölçümü 1.828.418 km2’dir (Oğuzhan, 2018: 9). Başkenti Urumçi olan bölgenin nüfusu yaklaşık olarak 40 milyondur.
Doğu Türkistan, Türklerin en eski devirlerden beri yurt edindikleri bölgelerden biridir. Orta Asya Türk Tarihinin bir parçası olarak Hun ve Göktürk İmparatorluklarının sınırları içerisinde yer alan bu bölge 742 yılında Uygur, Basmıl ve Karluklardan oluşan kavimlerin başlattıkları savaşı kazanmaları ile Göktürk devleti yıkılır 744 yılında ise Uygur Hakanlığı kurulur. Uygur Hakanlığının 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılması ile dağılan Uygurların bir kısmı Çin’in batısına, bugün yaşadıkları topraklara doğru çekilerek burada Kan-Cou ve Doğu Türkistan (Turfan) Uygur devletini kurarlar (Başkaya, 2019: 216).
Uygur Türkleri, Hunlar ve Göktürklerden sonra VIII. yüzyılın ortalarında üçüncü Türk devletini kendi boy adlarıyla kurar. Uygur Kağanlığının kurulması, Uygur adının Türkçe kaynaklarda ilk defa zikredilmesini de sağlayan tarihî bir gelişmedir. Çin kaynaklarında Hui-hu, Hui-he, Wei-hu, Wei-wu şekillerinde geçen Uygur ismi, 787-843 tarihleri arasında Uygur elçilerinden söz eden raporlarda ise Tibetçe Ho-yo-hor şeklinde yazılır. Uygur kelimesi uygar, medenî, uymak, hızlı hücum eden vb. birçok anlamı karşılarken Kaşgarlı Mahmut’a göre ise kendi kendine yetmek manasına gelmektedir (Tekinoğlu, 2017: 37-38). Kelimenin anlamları birlikte düşünüldüğünde