Bu şiirlerde Doğu Türkistan’daki Uygurları üzüntüye boğan Tutuklama Kampları ve hapishanelerin içinde hem dışında yaşanmakta olan ölümlere açık bir temas söz konusu değildir. Eserin ilginç olan yanlarından biri budur. Okuyucular hakikaten Mutallip’in bu konuda birer mısra da olsa söz etmemiş olmasına karşın şaşkınlık yaşayabilirler. O sanki ana vatanında yaşananlara karşı hiçbir kaygı duymamış gibidir. Onun hayatı tıpkı gündelik yaşamını sürdürmekte olduğu deniz kıyısındaki şehrin boğucu günlük yaşamında her şeyi unutmuş gibi ve tıpkı bu dünyada yaşamıyormuş gibi bir his verir.
Biz şehirlere defalarca rivayet söylesek tekrar tekrar
Gözlerini kırpmayacağını anladık artık
Hiç kimseyle, hiç zamanla ilgimiz yok
Biz şükrettik göğe bakınıp
Bu şehirde, burada hiç kimsenin anlamayacağı ana dilimizle.
–“Renk arayıp”.
Mutallip’in her şeyi unutmaya çalışan hayatından biz yine de onun biçare ruh halini açık olarak anlayabiliriz. Bu şiirlerden onun geceleri vatan özlemini ve bu özlem serüveninde yorulmuş vücudunu yarın yapacağı işlere zorlamakta olduğunu görebiliriz. Fakat bu şiirlerde bu özlemin derinliği ve kuvvetinden kaynaklanan iniltiler ve ah çekmeler hissedilmez. Onda şairin kendine özgü biraz düzensiz bir ıstırap, yalnızlık ve dervişlere has bir duygu mevcuttur. O bazen doğup büyüdüğü toz toprak ve rüya gibi kasabaya dönüp yaşamındaki boşlukları doldurmaya çalışıyor gibi gözükmektedir. Bazen de anasına olan özlemi ile sevgisiz ve katı yürek dünya hayatından kaçmaya çalışmaktadır. Yine bazen babasının öğütlerini yâd ederek kendisinin artık akıllı bir birey olduğunu ve erkek oluşunu göstermeye çalışır. Sonuçta ne olursa olsun o kendisini her zaman huzursuz eden bir yerde-bundan sonra başka bir yere gidemeyeceği bir yerde- sadece hatıralarını yeniden canlandırma ve göz önündeki dünyayı sezgi eleğinden yeniden geçirmek suretiyle bir yaşam sürdürüyor gibi gözükmektedir.
Bu şiirlerde Mutallip’in muhtemel biz okuyucularına ebediyen ifşa etmeyeceği-belki söylemeyeceği-sözleri de olabilir. Örneğin o şiirlerinde geceye özenir. Ancak gecede o kendini rahatça ifşa edebileceğine inanır. Kendini gizlice gözetlemekte olan insanlara- özellikle “gökten yağmur gibi yağacak” ya da geceleyin daha da zindeleşen kadınlara- gözükme olasılığından da çekinmez. O sanki kendini ifşa etme tutkusuna bürünmüş gibidir. Dolayısıyla gecede tanıdık olamayan sokaklarda çıplak dolaşmayı arzular.
Evlenmeye yetişemeyen suskun yıllar
Pervasızca yatağıma gelip uykuya dalar
Sorgu sual yok diye yaşayan bir kadın
Birdenbire el kaldırır duaya
Başka bir yerdeki gece
Evimin gecesine hiç benzemez
Gecenin serinliği onun gecesinden uzun olur
Rahmetli ninem her gece rüyamı yorumlar
Kader yorumlarda yanıp tükenir.
– “Başka yerdeki gece”.
Mutallip’in sessiz, basit, ağır, bitmeyen çileli ve tekrarlanan yaşamında onun uzaklardan özlemini duyduğu bir “Sen” vardır. Onun dünyasında sadece iki kişi var- biri şair olarak ortaya çıkmış “Ben”, diğeri onun karşısındaki “Sen”. Bu “sen” ona boyun eğemeyerek onu ıstıraba sokmaktadır. O bu “Sen”e yaklaştıkça bu “Sen” onun hayatından o kadar uzaklaşmaktadır. O her şeyi işte bu “Sen” için kurban etmeye çalışır gibi bilinir- fakat bunu yapamamaktadır. Onunla ölüm koynunda kaybolmak ister, fakat kaybolmak imkânsızlaşmaktadır.
Tıpkı hırçın hislerdeki yedi başlı canavar
Sürünerek çıkan mağaradan
Ben çıplak olarak gizlendiğim sandalyede seni dinledim
Çalınmaktadır o müzik uzak bir yerde.
– “Müzik”.
“Sen”in visaline kavuşmadıkça Metellip kalbinin derinliklerinde başkalarından gizli ve hatta kendisinden de gizli olarak arada sırada adam öldürmeyi deneme hayal eder ki bu bir hayaldir. Şair aslında böyle yapma potansiyeline sahip değildir, hem yapamaz. Fakat o bu tür sade ve anlamsız hayattan bazen böyle radikal çırpınışlarla kurtulabileceğini kurgular. Kendisinin ağırbaşlı gözüken vücudunun katmanlarına sinmiş asabi duygularla yaşamakta olduğunu, bir arzuya erişmek için yaşamakta olduğunu ve uzaktaki bir “Sen”e olan özlemini ispat etmeye alışmaktadır.
Mutallip’in şiirlerinden Uygur diline olan derin sevgisini hissetmek mümkündür. O dilde, dil onda yaşıyormuş hissi verir. Şair bu dilde bazen şiiri fevkalade gündelikleştirmiş olmakla onun ciddiyeti ve keskin oluşunu ortadan kaldıracak gibi de bir duygu verir bize. Bazen ise bu radikal gündelikleştirmeyi onun gerçeklerden kaçma yolu olarak kullandığını zannediyoruz. Ya da o bu yolla gerçeklilikteki anlamsızlığı en içten bir şekilde kabul etmeye isteklidir. Ne olursa olsun bu fakat bizim bu şiirler hakkındaki kıyaslarımızdır. Belki biz yanlış anlıyoruzdur. Önemli olan o yok olmanın eşiğine gelmiş bir dile karşı duyduğu acı ve bu yüzden saldırgan bir şekilde kalem oynatmaya çalışan bir şairdir. O dil için hayatını ortaya koymuş ve hatta onun şerefini korumak için herhangi biriyle düelloya çıkmaktan geri durmayacak bir şairdir. Bu açıdan bakıldığında o şiir ile yaşamayı değil, dahası ölümü arayan bir şairdir.
KUM KALE
İnsanla bitkiler
Kalemle mürekkepler
Sevişmeyen bir şehir var
Vakit ile zaman ortasında
Renkler denizde yıkanır
Sözler sancaklar gibi dalgalanır
Bu şehrin hayali bir kör ressamın eline tutuşturulacak
Denizler
İç içe geçmiş bir savaşa girer
Vakit
Yetimlikte yorulacak
Sokağı çıplak adamlar kaplayacak
Ya da gök yıkılır, hiç iyi haberler gelmeyecek
Biz yorulmayız
Hem de şaşkınlık yaşamayız
Sanki bu şehir bize yeraltından filizlenmiş gibi
Biz kafiyeli söz dizelerini devirir atarız
Sonra
Şehrin tam ortasına kendimiz için kumdan bir kale
yapıp
Anahtarı gizleriz.
İKİ SAYE
Arada akmakta olan gürültülü fakat dilsiz bir nehir
Yanmakta olan buz örtünmüş ateş
Onların bilemediği bizden müstesna tarih
Senin ezberlediğin sana doğru akmakta olan gölgesiz
aşk
Yollar doğar gülüm
Yollar